“Onlara neler anlatacağını, tahmin edebiliyorum
güzelim. Ama yaptığım şey için artık daha fazla gözyaşlarını düşürme” onu
kolları arasında almak istese de, bunun pek mümkün olmadığını düşündü o an.
Arabaya binip, kabristana ulaşmışlardı. Şimdi ise
kabristanın girişinde, öylece duruyordu çift. Ares’ in sözlerini aşı ile
onaylayan Beren, daha sonra arabadan inip, kabristanın içine doğru ilerledi.
Etraf hayli kalabalıktan, yeni defnedilen bir cenazeden dolayıydı. Anne ve
babasının mezarına ulaşmak için ilerleyen Beren, yol boyunca gözlerini kalabalıktan
ayırmamıştı. Yeni bir acı, çok taze bir kayıptı.
Anne ve babasının mezarına ulaşmasına az bi mesafe
kalmıştı ki, tüm o kalabalığın sesini bastıran bir feryat duydu Beren. Bir
kadın sesiydi, onun sözleri kulaklarına ulaştıkça adım atmayı bıraktı.
“Ben nasıl yaşayabilirim ki onsuz? Beni de onunla
birlikte gömün, benim ondan başka kimsem yok. Ne olur beni onsuz bırakmayın” bu
haykırış; yaklaşık bir buçuk senelik nişanlısını, şuan toprağa gömülüşünü
izleyen, bir genç kıza aitti.
Lise zamanında tanışmışlardı. Uzun yıllarda
birlikte ilerlemeye devam eden çift, üniversite zamanında da, sözlenmişlerdi.
Aslında nikahları geçen baharda kıyılacaktı ancak kızın, ailesinden tek hayatta
kalan annesi, bir rahatsızlıktan dolayı hayatını kaybetmiş ve bu yüzden düğün
ertelenmişti.
Aradan geçen birkaç ayın ardından da, sevgidiği
adam, geçirdiği bir motor kazasının ardından hayatını kaybetmişti. Annesinin acı
bile henüz hafiflememişken, şimdi bu yaşadığı acıyı nasıl atlatabilirdi bu genç
kız? Bu kadar şeyin ardından nasıl yaşamak, hayata tutunmak için sebebi olsun.
Nasıl dinerdi acısı, onu ne teselli ederdi?
Onun yakarışları Beren’in kalbine dokunmuştu, gözyaşları,
acıyı taşıyan beden kendisiymiş gibi düşmüştü. O an aklına gelen şey; ben Ares’
i kaybetsem, ne yapardım…
Bunun düşüncesi bile nefesini elinden aldı.
Bedeninin üstünde bile tonlarca ağırlık vardı sanki. Genç kızın sesi artık
duyulmasa da, sözleri hala kulaklarında yankılanıyordu. Belki onu bu kadar
etkileyen şuan içinde boğulduğu ruh haliydi ama bir hayli etkilemişti onu, o
duyduğu birkaç söz.
Onu karşısında görmek istedi Beren. Onu saran bu
lanet duygulardan arınmak için onun kolları arasında olmak istedi. Onun şuan
için tek ihtiyaç duyduğu kişi Ares’ di. Adımları bir anda geldiği yöne doğru
ilerlemeye başladı. Onun elinden tuttuğu sürece her sorun daha kolay
çözülürken, neden yanından ayrılmıştı ki?
Koşar adım ilerliyordu sevgilisinin yanına.
Kalabalık gözüne çarptıkça kızın sözleri daha çok canını yakıyordu. Sonunda
gözlerinin önündeydi, ihtiyaç duyduğu beden. Ares arabasının kaputuna
yaslanmış, o da kalabalığı izliyordu. İçi sızladı Beren’ in, onun bekleyişine,
gözlerinin tanık olduğu insan kalabalığına, ağlamak istedi.
Ares onu kısa süre sonra fark etti. Neden erken
geldiğini sorgulasa, gözleri sevgilisinden ayrılmadan onun yanına ulaşmasını
bekledi. Sevgilisinin yanına ulaştığında, hiç beklemeden kollarını onun bedenine
sardı Beren. Sıkı sıkıya kolları arasında olan bedene sarılırken, gözyaşları da
eş zamanlı ıslatmıştı yüzünü.
“Yanında olmak varken, neden buraya kadar geldik
ki? Şimdi kollarının arasındayım ve hiçbir derdim, sıkıntım kalmadı” onun
sözlerini dinleyen Ares, az önce kendinin de duyduğu o acı dolu feryattan etkilendiğini anlamıştı.
Yüzünde hoş bir gülümseme ile o da sıkıca sardı
sevgilisinin bedenini. Onun sözleri, onun kokusu, onun duyduğu bir ihtiyaç onu
fazlası ile memnun etti. Rahatlamıştı Ares, yarasına bir deva bulan bir hasta
gibiydi. Nefes ihtiyacı girebilen bir astım hastasıydı sanki.
“Biz süremizi yan yana dolduracağız güzelim. Bundan
hiç şüphen olmasın” Beren gitmek istemediği sürece Ares, bu sözü asla yere
düşürmeyecekti. Birbirlerinden ayrıldıklarına, bedenleri fazla uzaklaşmamıştı.
Ares, sevgilisi ile alınlarını birleştirdiğinde, onun gözlerine yakından baktı.
İçinde kaybolmak istedi o an. Sanki hiç kimse
yoktu, hiçbir şey önemli değildi. Hayatının geri kalanında burada, Beren’ in
gözlerinde kendi yansımasını görerek geçirmeye razıydı. İçinde harekete geçen
duygulara engel olmadı, ya da böyle bir çabaya hiç girmemişti bile.
Aralarındaki mesafeyi kapattığında, dudakları
birleşti çiftin. Ares usulca öptü sevgilisinin. O an ne, nerede oldukları
önemliydi, ne de onları birilerinin görebilme ihtimali. Onlar huzurun
kollarında salınıyorlardı o an.
Kim kıyardı bunu bozmaya. Bir süre sonra ayrılan
dudaklarının ardından, yeniden alınları birleşti. Bir öpücük bir insana ömür
bahşedebilirse eğer Ares, Beren’ nin ömrüne bir öpücük ile ömür katmıştı. O an
aklında Egemen’ in sözleri yankılandı.
Seni
kaybetmekten korkuyor. Sana ihtiyacı var ve bunu tüm hücresine kadar
hissediyor…
Ares’ in yaptığı belki kabul edilemez bir şeydi.
Ancak ona haksızlık ettiğini düşündü Beren. Onun hayatı böyle bir anda
değişemezdi ki? Ondan bunu hemencecik beklemek ona fazlası ile haksızlıktı…
Çift daha sonra kabristandan ayrılıp, yeniden
malikâneye varmıştı. Beren anne ve babası yerine, bu durumu Ares ile atlatmak
istedi. Her ne kadar tüm bu olanlara yine o sebep olmuşken, onunla iyileşmeyi
seçti. Malikâneye ulaşan çift, başka bir arabanın daha aile bireylerinin
arabalarının yanında olduğun gördü.
“Bu araba?” sorduğu sıra işaret parmağı ilerideki
arabayı gösteriyordu. Gözleri sevgilisine kaymıştı.
“Mehmet amca ve Meliha teyze gelmiş” onu yanıtlayan
sevgilisine şaşıran ifadesini gizlemeden baktı. Bedenini ele geçiren gerginliği
hissediyor ve derin bir kaygının içinde oturuyordu. Ya Ares’ in ailesi şuan ki
durumlarına pekte sıcak bakmazsa?
“Neyin var güzelim, ne oldu?” onun gerildiğini
hissedebiliyordu Ares, ifadesinin bir anda nasıl değiştiğine şahit
olmuştu.
“Sence birlikte olmamızı isteyecekler mi? Sonuçta
ben restoranda çalışan bir üniversite öğrencisiyim. Belki bizim birlikte
olmamıza pekte sıcak bakmayacaklardır” onun sözlerini dikkatle dinledi Ares.
Birbirine eziyet etmek ister gibi durmaksızın hareket eden sevgilisinin elini
kavradı. Hiç beklemeden havalandırıp, dudaklarına götürdüğünde, yumuşak bir
öpücük bahşetti oraya.
“Biz bir ilişkinin içinde olarak, onlara en
kıymetli hediyeyi verdik. Eminim seni baş tacı olarak yapacaklar” onun
sözlerini dinleyen derin bir nefes almıştı. Dudaklarına değen dudakların
büyüsüne kapılmıştı.
“Hadi,
onları daha fazla bekletmeyelim” arabadan inmek için hareketlendikleri sıra, büyünün
etkisi bozulmuş gibiydi. Kendini bu konuda bir türlü rahatlayamıyordu. Meliha
hanım belki bu konuda son derece memnun olabilirdi ancak onu korkutan asıl kişi
Mehmet beydi.
Beren değişmeyen ruh halini fark eden Ares, yüzünde
geniş bir gülümseme ile baktı onun yüzüne. Göz kenarlarına kadar ulaşan bu
gülümseme, Beren’ e eşsiz bir gülümseme sunuyordu. Malikenenin kapsına
yaklaştıkları sıra ara ara gözleri sevgilisine dönüyordu Ares’ in.
Yüzünde olan gülümseme kaybolmamışken, Beren’ in bu
gergin havası onu keyiflendiriyordu. Eline uzanıp tuttuğunda, Beren’ in gözleri
onu bulmuştu. Zile uzandığı sıra sevgilisinin sesini duydu Beren.
“Bu kadar gergin olmana gerek yok güzelim.
Düşündüğün gibi insanlar değiller” kapının önünde öyle durup, birbirlerine
dönen çift, sanki o an içeri girmeyi unutmuştu.
“Haklısın ama kendime yine de engel olamıyorum”
“Aslında sen de haklısın çünkü eski kız arkadaşım
ailesi ile ilk tanıştığım zaman çok gerilmiştim” söylediğinin ardından onun
yüzüne bakıp, tepkisini izledi Ares. Sözlerini anlaması için ona biraz zaman
tanıdı.
O an Beren; ‘ Sen onun hayatında yer alan tek
kişisin’ tarzı söylemlerin her birini o an anımsayamamış ve sevgilisinin
sözlerine şüphe duymadan inanmıştı. Onun bir kız arkadaşının varlığına ve onun
ailesine tanışmak için gittiğini o kısacık an da dahi hayalinde canlandırmıştı.
Onun dilinden rahatça dökülen bu sözlerin ağırlı
altında ezildi o an. Nasıl böyle rahatça bu konuda, onun yanında konurşurdu?
Beren’ in bu konuda ne hissedeceğini nasıl olurda düşünmezdi?
Sevgilisinin elinin içinde olan elini ondan
ayırdığında, Ares onun yüzünde ki ifadeye baktı. Kırılmıştı ama bunun şaka
olduğunu anlayamadığına, şaşırdı Ares.
“Bu sadece
şakaydı Beren, sakın bunu ciddiye aldığını söyleme” bir anda ona dönen gözlerin
karşısında, hafif bir gülüş saldı Ares, ortaya. Rahat bir nefes aldığında, Ares
onun yüzünü iki avucu arasın almıştı. Ancak o sırada açılan kapı ile büyünün
etkisi bozulmuştu sanki. Tekrar aynı hızla kapanıyordu kapı.
“Yanlış zamanlama, affedersiniz” Anıl kapıyı
yeniden kapatmak için harekete geçtiği sıra Ares, elini kapıya dayayarak,
kapıyı geçmek için aralamıştı.
“Mehmet amcalar ne zaman geldi?” sorduğu sıra
sevgilisi ile kapından içeri giren Ares, direkt olarak portmantoya ilerlemişti.
“Siz gittikten birkaç dakika sonra” Anıl’ ın
yanıtının ardından çift, portmantoya paltolarını bırakıp, daha sonra salona
doğru ilerlemişti. Ares sevgilisinin elini tutarak salona girdi. Bunu gören
salondakiler ise karşılama için ayaklanmıştı.
Ares’ in adımları ilk önce fazlası ile saygı
duyduğu Mehmet amcasının yanını bulmuştu. Hayatını, yaşam standartlarını ve
özellikle de kardeşlerini borçlu olduğu adamın elini öpmek için eğilmişti ki,
Mehmet bey ona müsaade etmeden kollarının arasına almıştı, oğlunu.
“Hoş geldiniz, Mehmet amca. Haber verseydiniz keşke
sizi karşılasaydık” Ares’ in sözlerinin ardından, oğlundan kollarını ayırdı
Mehmet Bey. Aldığı haberden beri içi içine sığmıyordu. Geceleri uyku bile kolay
kolay uğramaz olmuştu. Nihayet hayali gerçekleşiyor ve oğlu normal bir hayat
sürmeye başlıyordu.
“Sürpriz bu oğlum, haber verilir mi hiç?” elini
oğlunun omzuna attığında, hafif hafif sıkmıştı. Daha sonra ise Ares, Meliha
teyzesine sarıldı. Sanki ona her sarıldığında, annesinin kokusu burnuna
doluyordu. Her Meliha Hanım ile karşılaştığında ister istemez, gözleri
doluyordu. Şuan kollarının arasında olan bu kadın, onun annesinin kadim
dostuydu. Bu yüzden Meliha Hanım, Ares için bambaşka bir yerdeydi.
Meliha hanımın, gözlerinden sakince düşüyordu
yaşlar. Ares’ in günün birinde böyle bir gününe tanık olacakları imkânsıza kafa
tutan bir gerçekti. Nasıl olmuştu? Bu onların hala inanamadığı ve kabullenmekte
epeyce zorlandığı bir şey haline gelmişti. Ares’ in ardından çifti karşısında
Beren geçmişti.
“Hoş geldiniz, efendim” ses tonu hayli pürüzlü
çıksa da, ne kendi, ne de diğerleri bunu
umursamıyordu. Açıkçası bu adamdan hayli korkuyordu Beren. Bu yüzden böyle bir
durumla karşısında olmanın bile ayrı bir gerginliğini yaşıyordu.
“Artık bana amca demelisin kızım” Beren’ in ona,
sıkmak için uzattığı elini tutup, kendisine çekti Mehmet Bey. Onu da bir baba
edası ile kollarının arasına aldı. Beren bu duruma şaşırırken, bunu yüzünden
okumakta bir hayli kolaydı. Ancak garipsediği bir durumda vardı ki korktuğu bu
adamın kolları arasında güven duymuştu.
Ares’ in ailem dediği insanşar onu kabul edip,
birlikteliklerini memnuniyetle kabul etmişlerdi. Bu duruma ise en büyük
memnuniyeti Beren yaşıyordu. İlişkileri onay almış ve herkesin mutluluğunun
sebebi olmuştu.
Meliha hanıma sıkıca sardı Beren’ in. Kadim dostu
Nermin’ in adına da annelik yapacaktı bu genç kıza. Kollarının arasında olan bu
genç kız, oğluna yeni bir hayat bahşetmişken, hayat boyu onu minnetle
kaşırlayacaktı Meliha hanım.
“Hoş geldin Meliha teyze” güzel yüzünde açan
gülümseme baktı. Oğlunun hayatında yer edinmiş ve bu güzel gülüşü ile onu
hayata nasıl bağladığına ikna oldu.
“Hoş bulduk benim güzel kızım”
Karşılama faslının ardından aile bireyleri,
salondaki koltuklara yerleşmiş ve kendi aralarında sohbete başlamışlardı.
“Verdiğin haber ile öyle mutlu ettin ki, dünyaları
bağışladın sanki oğlum” Meliha hanım mutluluktan dolayı akmak için sıraya giren
gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu.
“Aslında Ares’ in haber verdiği saat yola
koyulacaktık ama ilk uçak geç saatte kalkıyordu. Gece yarısı indi uçağımız,
bize rahatsız etmemek için direkt otele gittik” onun sözlerinin ardında Egemen,
lafa karıştı.
“Estağfurullah Meliha teyze, ne rahatsızlığı”
manevi anne ve babaları yerinde olan bu insanlar, onlar için hayli kıymetli ve
değerliydi. Bu yüzden diğerleri de, Egemen ile aynı şeyi düşünüyordu.
“Söyle bakalım güzel kızım. Bunu başarabildiğin için
dile benden ne dilersen” onu bunun için kutlamak isteyen Mehmet bey, onun her
ne isterse istesin, söylediğini yerine getirecekti.
Mehmet beyin sözlerinin ardından Beren yüzünde
mahcup bir gülümseme belirirken, diğerleri bu kadar cömert davranan Mehmet beye
karşılık ufak bir tezahürat etmişti. Gözleri oğlun kayan Mehmet Bey, onun
yüzünde göründüğü keyifli gülümseme ile ömrü uzadı sanki.
Yaşadıkları o korkunç süreç o an, gözlerinin
önünden geçti. Bir zincir gibi insanın boğazına dolanıp nefesinden eden, kör
bir bıçakla etini kesen ve güçlü bir elektrik akımının bedeninden geçmesi
gibi. Tüm bunlar ise sadece o süreci hatırlamaktan dolayı, hissedilen şeylerdi.
Mehmet Bey oğlunun yüzünde bir gün böyle keyifli
bir gülümseme görme ümidi ile yıllarını geçirmiş bir babaydı. Kendini hayattan
soyutlayıp sadece bildiği doğrultuda ileyen oğlu, şimdi artık yeni bir hayata
adım atıyordu. Bunu isteyen, bunu kabul eden oğlunun ruhuna şükretti o an
Mehmet Bey.
Bir çocuğun lunaparktaki eğlencesinin yüzüne
yansıyan hali gibi koca bir gülümseme belirmişti, Mehmet beyin yüzünde. Artık o
da kendine bir yol çiziyor ve bu yolda elini tutan biri varken, oğlu bu yolu
temiz tutmak istiyordu. Daha başka ne isteyebilirdi ki Mehmet Bey?
O da tıpkı diğerleri gibi Beren’ e karşı minnet
duymuş ve onun bu başarmış olduğu şey nedeni ile ona saygı duyuyordu. Tüm aile
bireyleri keyifle sohbetlerini ederken, malikâne duvarları ise onların böyle
bir anına ilk kez tanıklık ediyordu.
Sohbet arasında Ares’ in telefon zil sesi
duyulmuştu. Mehmet beyin konuşmasını bölen telefonunu çıkarıp, arayana baktı.
Restorana gönderdiği adamlardan biriydi. Telefonunun sesini kısarak, oturduğu
koltuktan ayaklandı.
“Affedersiniz” salondan çıkmak için
hareketlendiğinde, diğer tüm gözler de onun üzerindeydi. Endişelenen de vardı,
bunun bir iş görüşmesi olduğunu düşünüp, sohbetine devam eden de vardı.
“Söyle?” girişe ulaşmıştı nihayet. Aramayı
yanıtlayıp, adamın konuşmasını bekledi.
“Efendim, siyah bir çelenk gönderilmiş. Üzerinde
altı adet beyaz gül var ve bir not kâğıdı bırakılmış”
“Notu oku” bu bir emir iken, adamın yapmaktan başka
şansı yoktu. Ares sıkıntılı hali ile eli alnının üzerinde gezinmeye başlamıştı.
“Aileni tek tek, elinden alacağım Azrail. Bunu
yavaşça tadını çıkara çıkara yapacağım” not kâğıdını tutan eli ile eş zamanlı
sesi de titriyordu adamın. Ailesi ile tehdit edilen Ares Karal’ ın korkusundan
dolayı bedeni titriyordu adamın. Hatta aramayı kimin yapacağı konusunda,
yanında ki diğer adamlarla birlikte taş, kâğıt, makas oynayıp, arayacak olana
karar vermişlerdi.
“Bu sefer getiren şahsı da yakaladık efendim” diye
sözlerine devam etmişti adam.
“Onu depoya götürün” Ares’ in bu sözleri
dudaklarından döküldüğü sıra yanına Egemen ulaşmıştı. Onun sözlerinin ardından endişe
ile bakmıştı yüzüne. Telefonu kapatan Ares, sıkıntı ile nefesini dışarı
salmıştı. Bu aptal düşman her kimse cesurca savaşmak yerine, aptalca oyunlar
oynamayı seçmesi
“Ares, neler oluyor” onun depo ile söylediği şeyi
anlamaya çalışırken, aslında anlamını biliyordu.
“Adamlar bu kez de siyah çelenk ve altı adet gül
göndermiş. Üzerinde yine saçma bir not kâğıdı ile. Getiren yakalamışlar bende
depoya götürmelerini söyledim”
“Yine mi? Kim bu Allah’ ın cezası adam ya?” sinirle
elleri saçlarının arasına karıştı. Saçma bir durumun içinde olmak onu
kaygılandırıyordu. Bir an evvel bulmak ve her kimse cezasını kesmek istiyordu.
“Peki, ya dep-“kendi sözleri yarıda keserken, bu
sabah olanlar geldi, gözünün önüne. Yine böyle bir durum yaşamaktan korktu
Egemen.
“Bu gece değil. Beren’ e dün geceyi yeniden
yaşatmak istemiyorum” bu söylediği biraz olsun onu rahatlatmıştı. En azından
Ares keskin kararlar alıp; depoya gitmem
gerek, her ne olursa olsun dememişti.
“Hadi, içeri geçelim” diyerek sözlerine devam etmiş
olan Ares, daha sonra salon kapısına doğru ilerlemişti. Herhangi durum yok gibi
bir ifade takınarak salona yeniden dönmüşlerdi. Koyu bir sohbetin orasında olan
ailesine karşılık, yaşanan şu son olayların ardından ailesi için
kaygılanıyordu.
O adam her
kimse cürret ettiği tüm bu şeyler için ona bunu misli ile ödetecekti. Anıl’ ın
başından geçen eğlenceli bir anısını anlattığı sıra Mehmet Bey, birkaç mesafe
uzağında oturan Ares’ eğildi.
“Canını sıkan bir mesele mi var oğlum?” diye sordu.
“Var ama
halledeceğim” söylediği şeyin ardından Mehmet amcasını rahatlamak istiyordu.
“Bundan hiçbir şüphem yok evlat. Hatta bundan adım
kadar eminim” oğlunun yüzünde ufak bir tebessüme neden oldu Mehmet Bey.
Sözlerinde hiçbir çelişki yoktu. Bunlar onun gerçek
ve samimi düşünceleriydi. Aralarında büyük, güçlü bir bağ vardı, Ares ve Mehmet
beyin. Hatta aralarındaki bu bağ, birçok gerçek baba ve oğuldan aralarında olan
bağdan çok daha güçlüydü.
Mehmet Bey Ares’ in doğduğu güne şahit olmuş bir
adama dı. Mehmet Bey Ares’ i kurtaran, ona aile sunan kişiydi. Onun hayatının
her döneminde yanında olan kişiydi.
Onun tüm yaşanılanlardan sonra ayağa kalkışına,
her şeye rağmen hala bu kadar dik duruşuna şahitlik etmişti. Mehmet beyin, ona
karşı sevgisi çok büyüktü. Onun için yapamayacağı hiçbir şey yoktu ama her şeyden
önce ona olan saygısı ölçülemez boyuttaydı.
Ona güvenen, inanan, gücünü nasıl kullandığını iyi
bilen bir adam olan Mehmet Bey, tüm her şeyini Ares’ in üzerine yaptıktan sonra
eşi ile birlikte yurt dışında tam anlamı ile emeklilik hayatının tadını
çıkarıyordu.
Gece artık şehre hâkim olduğunda, tüm bireyler
odalarına çekilmişti. Aile yemeğinin ardından, Mehmet ve Meliha çiftini otele
bırakan Cenk, daha sonra eve dönmüştü. Beren uyumak iin hazırlıkları
tamamlandığında öylece yatağına oturdu.
İçinde baş veren bir endişe vardı ki, her geçen
saniye de daha da büyüyordu. Ya Ares, yeniden depoya gitmeye karar verirse, ya
yine dün gece tekrar ederse?
Anşılan o ki; Beren böyle bir endişeye daha birçok
gece daha ev sahipliği yapacaktı. Her ne kadar bunu yaptıüı için memnun olmasa
da, Beren kendini o an Ares’ in odasının kapısı önünde bulmuştu. Önce girip,
girmemek arasında kararsız kaldı. İki şey vardı aklında o an; ya gitmemişse, ya
da gitmiş ve boş bir oda ile karşılaşırsa…
Tüm gece böyle bir savaştan galip çıkamazdı Beren.
Bir sancı gibi onun bedenini kıvrandırır ve böylece güneşi açık olan gözleri
ile karşılardı. İşin içinden çıkmakta zorlanıyordu. Kapıyı araladığında boş bir
oda ya da onun odaya gelmesini yanlış anlayabilme olasılığı… Beren için hangisi
gözardı edilemezdi ki?
En nihayetinde kapıyı aralamış ve yavaşça içeri
adım atmıştı. Nefesleri kesik kesikti. Korkuyla odada gezindi gözleri. Olamaz dedi içinden. Yeniden gitmiş olamaz. Boş bir odada nasıl bir insanı
acıtabilirdi? Midesi çalkalanmaya başlamıştı. Sanki bunu göreceğini bilir gibi
hazırda bekleyen yaşlar birikti göz kenarlarına.
Odadan çıkmak için hamle yaptığında, banyo
kapısının açıldığını duydu. Sanki nefes alması günahmış gibi nefesini tuttu o
an. Ares uyumadan önce duş almıştı. Eşofman altını giyinip, banyodan ayrıldığı
sıra odanın ortasında, Beren ile karşılaşmayı hiç beklememişti.
Öyle ki; şuan üzerine bir şey almadan banyoya giden
aklına kızıyordu. Yara izleri ne yazık ki bir süre onun gözlerinin önünde
olacaktı. Bundan son derece rahatsızdı Ares. Ancak adımlarını ona doğru
attığında, yüzünde var olan ifadeyi açıkça okuyordu.
“Beni kontrol etmeyi mi geldin?” o an onun sesi
Beren’ e ulaşmıyordu. Beren o sıra sol omzundaki daire şeklindeki yara izinde
gözlerini gezdiriyordu. Büyük ve derin olan bu daire şeklindeki yara, nasıl yapılmışta, bu hale gelebilmiş diyordu o aklı.
Başka bir yaraya kayan gözleri, her biri için ayrı
bir dehşetin içinde yanıyordu. Görmek başka bir acı, başka bir duyguyken, ya
tüm bunları bedeninde taşımak… Artık sadece birer iz iken, bu kadar korkunçtu,
ya kanadığı sıralar, ya da kabuk bağlayıp, yeniden yeniden kanadığı sıra…
Sevgilisinin gözlerinden yavaşça süzülen yaşları
fark eden Ares, aralarındaki mesafeyi kapatıp, ona doğru birkaç adımla yakınına
geldi. Gözlerine daha yakın olan yara izlerinde elini gezdirmek istedi Beren.
Elini havalandırdığında, onun elini soğuk bir el kavramıştı. Gözleri buluştu o
an iki sevgilinin.
“Yapma” dediğinde, ağınızın içinde acı bir tat
vardı sanki Ares’ in. Konuştuğunda acıyan dili tüm bedenine de hâkim oluyordu.
Onun hıçkırıklarını duyduğunda, onca yara izine rağmen acıyan canına şaşırdı.
Gözlerine baktığı sevgilisinin normal bir insandan
hiçbir farkı yoktu. Elini tuttuğunda, gülümsediğinde, konuştuğunda,
yürüdüğünde, her biri normal insanlarında yaptığı şeylerdi. Peki, ya tüm bu
yara izlerinin bedeninde taşıması. Sanki bir kalem ile çizilmiş gibi, ya da
doğduğu günden beri bedenin bir parçasıymış gibi…
Nasıl kabullenmişti, nasıl olurdu da bir insan tüm
bunlara katlanabilirdi? Acımadan, kanamadan yapılmamıştı ya, neden böylesine
sakindi? Elini kestiği bıçağı yeniden eline alırken bile tereddüt eden
insanoğluydu. Peki, şuan gözlerinin önünde tüm gerçeği ile duran bu adam hangi
ırktandı. Nasıl olur da üzerine giydiği ince bir gömleği ile tüm bunların
üzerini örtebiliyordu.
O normal bir insan değilken, nasıl olur da bir
gömleğin kumaşı onu normal bir insana dönüştürüyordu. Acıların başkahramanı
gibi dimdik duran bu adam, onlara hala meydan okumayı nasıl öğrenmişti? Tek bir
gömlek ile nasıl olur da, hayata kafa tutmaya devam ederdi?
Gözlerinin
önüne bir perde olan sevgilisinin elinin altında, sakince düştü gözyaşları.
Yaraları kendi bedeninde taşıyordu sanki acıdığı için ağlıyor gibiydi. Kan
lekeleri onun elini kirletmiş gibi ağlıyordu. Gördüğü yara izlerini, kendi
bedeninde de yeri açılıyordu sanki.
“Bakma Beren, sen bunları gördükçe, ben bedenimden
daha çok nefret ediyorum” onu kendi bedeninden nefret ettiren kadere ne demek
gerekirdi ki? Gözlerini örttüğü sevgilisinin geriye adım atmasını sağladı Ares.
Yatağa oturmasına dikkatlice sağladığında, Beren ona sadece öylece müsaade
etti.
“Açma gözlerini” elini ondan ayırdığında, kapalı
tuttuğundan emin olmak için yüzüne baktı. Islak kirpikleri birbirine karışmış ve
titrekti. Dolabına ilerleyip, kendine eline gelen ilk tişörtü alıp, üzerine
giyindi. Tekrar onun yanına döndüğünde, sözünü dinleyip, gözlerini açmayan
sevgilisinin alnına, ufak bir öpücük bahşetti. Bununla birlikte yavaşça
gözlerini araladı Beren.
“Gözyaşların sanki köz parçaları gibi güzelim. Senin
yanaklarından süzülürken, benim canıma değip, canımı yakıyor” onun sözlerinin
ardından Beren ayaklanıp kollarını onun bedenine doladı.
“Pansumanını yenilemeliyiz” ortamın farklı bir
havaya bürünmesini istedi o an Beren. Çünkü böyle devam ederse; ne onun gözyaşları duracaktı, ne de bu
durumda Ares’ i de üzdüğü gerçeğine engel olabilirdi.
“Sanırım sana artık hemşireliğin için maaş
ödemeliyim” dediği sıra kollarının arasında olan sevgilisine sıkıca sarılmıştı.
Daha birbirlerinden ayrıldıklarında, ikisininde yüzünde ufak bir gülümseme
belirmişti. Beren’ in yatağa tekrar oturduğu sıra Ares’ de komodinin
çekmecesinden pansuman için gerekli malzemeleri çıkarıp, yeniden sevgilisinin
yanına döndü. Onun yanına oturduğunda, elindekileri de ona uzatmıştı.
Sol elini, onun rahat görebilmesi için öne doğru
uzattı. Beren pansumana başladığı sıra sevgilisini izliyordu.
“Bu yaranın bu şekilde iyileşmesi imkânsız. Buna
bir doktorun müdahale etmesi gerek” söylerken, bir yandan da pansumana devam
ediyordu.
“Gerek yok” onun sözlerinin ardından gözlerini ona
çevirdi Beren. Nasıl böyle bir konuda sesi bile bu kadar katı olabilirdi.
“Çünkü zaten iyileşmesine müsaade etmeyen
sensin. Gerek yok diyorsun, çünkü tekrar yenileyeceksin değil mi?” kızgın ses
ile sorduğunda, Ares’ in bunu fark etmemesine ihtimal yoktu. Kızıyordu çünkü
sanki bedeninde yeterince yokmuş gibi bir de kendi eli ile yapıyor oluşunu
akla, mantığa sığdıramıyordu Beren. Pansumanın geri kalanında iki bedende
sessizliğe bürünmüştü.
“Benimle konuş Ares” göz göze geldiklerinde,
aklından geçeni diline da yansıttı Beren. Bir şeyler doğru değildi. Bir şeyler
eksik gibiydi. Sanki sevgiliyken, birbirlerine yabancı gibiydiler. Bu durumdan
son derece mutsuzdu Beren.
“Ne hakkında konuşmak istiyorsun?” alnı kırışarak
sorduğunda, onun yüzünün aldığı ifadeyi okudu. Onu rahatsız eden bir şeyler
olduğunu anlamak kolaydı Ares için. Soruyordu çünkü Beren’ in tam olarak neyden
rahatsız olduğunu kendi ağzı ile söylemesini istiyordu.
“Seni tanımıyorum Ares. Senin hakkında anlatılan
şeylerden başka pekte bir şey bilmiyorum. Seni tanımak istiyorum Ares. Seni,
senin ağzından duymak istiyorum” onun sözlerini dikkatlice dinlediğinde, ona
hak veriyordu. Zira bilmediği bir hayatın tam ortasında kalmışken, Beren ile
hiç de doğru düzgün konuşma fırsatı bulamamıştı.
Yan yana oturdukları yatakta geriye giden Ares
sırtını yatak başlığına dayamıştı. Ayaklarını uzattığı sıra gözleri
sevgilisinin üzerindeydi.
“Yanıma gel, güzelim” eli ile yanını işaret ederek
söylediğinde, Beren’ de onun dediğine uyup, onun gibi sırtını yatak başlığına
dayayarak oturmuştu. Onun kucağında olan elini kavradı Ares. Onun narin, ince
parmakları ile oynayarak biraz olsun rahatlamak istedi. Çünkü anlatacağı şeyler
pekte iç açıcı değildi.
“Bizi tutsak ettikleri yerden kurtulduktan sonra hem
psikolojik, hem de fiziksel birçok tedavi gördüm. Anlasam anlayabilir misin, ya
da ben bunu yeterince sana anlatabilir miyim bilmiyorum. Zaten o zamanlara dair
aklımda pekte bir şey tutmuyorum.
O zamanlar ben diye bir şey yoktu. Tek hissettiğim
acıydı ama bunu daha çok içimde hissediyordum. Her yanımdan oluk oluk kan
akarken, ben içimin acısına yandım. Annem artık yoktu. Aklımda olan tek şey
buydu” onun sesinin titrediğine şahit olduğunda, korkan gözler ile onun yüzüne
baktı Beren. Yüzünü saran o ifade onu nefesinden ediyordu.
“Kendimi bir
türlü o fabrikadan kurtulduğuma ikna edemedim. Krizler peşimi hiç bırakmıyordu.
Sürekli oradan kurtulmam gerek diyordu beynim. Ailem dediğim bunca insana ne çok
zarar verdim. Ne kada hasar alıp, yıprandık, sanırım öylece anlatılacak bir şey
olamaz” o günler gözlerinin önünden geçtiğinde, bu konuşmanın ardından yine
kriz geçirmemek için ellerinin arasında olan sevgilisinin elini daha sıkı
tuttu.
“Kurtulmam sanki bir hayaldi benim için. O
fabrikanın duvaları arasında ellerim duvara zincirliyken, bu benim için
hazırlatılan küçük bir hastaneyi andıran oda tamamen benim hayal ürünümdü. İkna
olmak için elime geçen ilk keskin alet ile elimdeki bu yarayı açtım. Canım yanıyordu,
o zaman tüm bu gördüklerim gerçekti. Elimden akan kanlar bu özel odayı
kirletiyordu. Bu yarayı ben, kendi ellerimle yapmıştım. İnanmamı sağlayan tek
şey bu yaraydı” elindeki pansumana kaydı her ikisinin gözleri.
Önceleri bu yaranın varlığı ile hüzünlenen Beren,
şimdi bu yaranın gerçeği ile kavruluyordu sanki. İnsanın dünya üzerinde birçok
şeye ihtiyaç duyabilirdi. Peki, artık güvende olduğu için böyle yaraya da
ihtiyacı var mıydı?
“Ben o fabrika duvarları arasında söz verdim
kendime. İnsanı duydular bahşedilmemiş her kim varsa onları tek tek,
avlamak için ayağa kalkıp, hayatıma buna göre şekil verdim. Geçmiş ile
göz göze yaşarken, daha fazla düşündüğüm her an kriz tetikleniyor ve bu yakın
zamanlar devam ediyor” onun sözlerini dinlerken, kızların anlattığı zamandan
çok fazla canının yandığını hissetti.
“Kriz için eğer yetişebilirsem sakinleştirici
iğneler kullanıyorum. Bu iğneleri evin her yerinde, hazır şekilde bulabilirsin”
acı bir gülümseme belirdi Ares’ in yüzünde.
“Her krizin ardından bu yara tazelenmiş oluyor
çünkü hala kendimi ikna etmekte zorlanıyorum. Gözlerimin önünde canlanan,
kulaklarıma dolan onca sesi, bu yarayla bedenimden uzak tutuyorum. Uyku ilacı
olmadan uyuyamıyorum. Gerçi oek işe yaradıkları söylenemez ama yine birkaç saat
idare ediyor” bu anlatılanların katbekat daha fazlası olsa da, bunun bile onun
için fazla olduğunu düşündü Ares. Zira tüm bunları dile dökmek kendi içinde
fazlaydı.
Çoktan
gözyaşları düşmüş olan Beren, sevgilisinin buruk bir ses ile anlattığı tüm o
şeyleri gözlerinin önünde canlandırmadı bile.
“Ben, tüm o kötü günlerinden yanında olmayı, elini
tutmayı ne çok isterdim Ares. Keşke tüm bunlar hiç yaşamadak zorunda
kalmasaydın” sevgilisinin narin sesinden duyduğu bu sözlerin ve düşen
gözyaşlarının ardından onu kolunun altına aldı Ares.
“Sana tüm bunları anlattırıp, anlatmanı isteyerek
düşüncesizlik ettim. Lütfen affet beni” sesinden ne kadar mahçup hissettiğini
anlayabiliyordu Ares, yüzünde var olan o acı kokan gülümseme, anlayışla yer
değiştirdi.
“Ben bunlarla yıllarını geçiren bir adamım güzelim.
Şuan sadece dile döküyorum. Bunlar benim her anımda zaten yanı başımda, bu
yüzden kendini bunun için kötü hissetme” onun rahatlamasını ve bu durumu kendi
üzerine çekmesinin ne kadar yanlış olacağının bilincindeydi. Zira dediği gibi o
zaten her anında bunlara maruz kalıyordu.
Bedenini saran kasılma tüm hücrelerini ele
geçirmişti sanki. Duymaktan korktuğu, gözlerinin önünde canan bir hayal olsa
bile acımasızlık içinde acı çeken bedeni buna boyun eğiyordu. Ancak şuan
yanında olan, elini tutan bu adam tüm bunları yaşamış ve yıllarca bunu
göğüsleyen adamdı.
Onun için unutmak ne demekti ki, hala bedininde
izlerini taşırken. Kurtulduğuna inanmak için kendi elleri ile kendini yaralayan
bu adamın mahkûm olduğu bu kader insana nasıl layık görülürdü?
“Beren”
“Efendim”
“Bu gece benimle uyur musun?” Ares’ in sorusunu
anlayamadı Beren, öylece birkaç saniye yüzüne baktı. Daha sonra yavaş yavaş
bilincine yerleşen bu soru gözlerinin bir yıldızdan fark etmeksizin parlamasına
sebep oldu.
“Tabii ki” öyle bir tını vardı ki sesinde, içindeki
sevinci anlamamak için ebleh olmak lazımdı. Yan yana uyumak, Ares ile nefesini
hissederek gözlerini yummak, hangi mucizenin hediyesiydi. Onlar normal bir çift
gibi ilermezken, ilişkilerinin de bu tür şeylere henüz uzak olduğunu
düşünüyordu.
Kendini canı yürekten isteyip, bunu Ares’ e sormak
daha isteyebilirdi. Ama bunu ona soran Ares’ di. Bu onun için daha kıymetli bir
detaydı. Elini bırakan sevgilisi yataktan kalkmak için hareketlendiğinde, Beren
bunu gözleri ile takip etti.
“Nereye gidiyorsun?”
“Uyku ilacını içmeye” ses tonu düzdü Ares’ in.
Beren onun hayatında bu tür şeylerin ne kadar alışıldık bir şey olduğunu daha
iyi anlamıştı. Uykusunda bile olan bir insana üzülmeli her insan. Beynini
kemiren şeyler bir böcek gibi yerleşmişken, yazık değil mi, uyku girmeyen
gözlerine…
“Ares, onlar sana yarardan çok zarar veriyor.
Bedenin şuan kullandığın doza bağışıklık yaptığında, daha ağırlarını içmen
gerekecek. Ve bunun bir sonu yok. Artık içmesen olmaz mı?”
“Uyuyabilmem için onlara ihtiyacım var güzelim”
“Eğer istersen, sen uykuya dalana kadar sana ninni
söyleyip, saçlarınla oynayabilirim” büyük bir heves ile sorduğunda, Ares onun
yüzüne hayretle baktı. Küçük bir kız çocuğundan farkı yoktu o an gözünde.
“Gerçekten beni bu şekilde uyutabileceğine inanıyor
musun?” alayla sorduğunda, aslında sormak istediği asıl şey; insanların Azrail
olarak andığı, onlarca adama işkence ederek öldürmüş olan Ares Karal’ ı
gerçekten bu şekilde uyutmak istediğine emin misin? Onun asıl sormak istediği
buydu ancak Beren’ in gözlerine bakarak bunları söylemek istemedi.
“Önceleri
annem, geceleri uyuyamadığım zaman odama gelip, bana ninni söyler ve saçlarımla
oynardı. O gece daha önce uyumadığım kadar rahat uyurdum” fısıltıyı andıran
sesi ile onun bunu zorlanarak söylediğinin farkındaydı Ares. Beren o an annesiz
kalışının gerçeği altında ezilip, kahroluyordu.
“Pekâlâ, hadi deneyelim bakalım” bunun işe
yaramacağından neredeyse emin olsa da, sevgilisini ele geçiren duyguları
defetmek istedi. İki genç altlarında kalan yorganı üzerlerine çekip, yatakta
birbirlerine iyice yaklaşmışlardı. Birbirlerine dönük olan çift, daha sonra
Beren, dirseğinden destek olarak doğrulmuş ve ellerini sevgilisinin saçları
arasında gezintiye çıkarmıştı. Annesinin sesinden dinlediği ninnilerden birini,
şimdi o da sevgilisi için o güzel sesi ile söylemeye başladı.
Beren, ellerinin altında yan yatıp, ellerini
yastığın altına koymuş olan sevgilisinin hali gördüğünde, onun restoranda ilk
gördüğü halinden çok daha farklı göründüğünü fark etti. O korku salan, sert
bakışlı adam yerine acıların altında kalmamak için dik durmayı zorunluluk
haline getirmiş bir adamdı.
Acıların içinde boğulurken, bunları kendine bir
kalkan olarak kullanan yoğun bir adamdı. Yürüdüğü yollar boyunca kan damlalarıda
ona eşlik ederken dahi iyiyim demeyi öğrenmiş bir adamdı. Tüm o yaptığı
acımasızca şeylere rağmen küçük bir çocukmuş gibi sevgiye ve ilgiye ihtiyacı
vardı.
Beren onun uyuduğuna emin olana kadar devam
etmişti. Aradan geçen kısa bir zaman sonra Ares uykuya teslim olmuştu. Beren
yine başarmıştı. Ares’ in dünyasına bambaşka bir yenilik getirmeyi yine
başarmıştı.
Harlika yaa 💖
YanıtlaSilYa muhteşemsiniz yaaaaa ❤️❤️❤️❤️❤️
YanıtlaSilYeni bölüm çabuk gelsinnnnnn 😘😍😍
YanıtlaSilYeni bölüüüüüüm
YanıtlaSilYazarcığım lütfen yeni bölüm gelsin
YanıtlaSilBen bunları yerim yia çok tatlılat
YanıtlaSil