Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha
Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün
iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir
telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu.
“Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese
dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden
edemiyorlardı.
“Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında,
adımları tezgaha doğru ilerlemişti.
“Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin
sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini
de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu.
“Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir
evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında,
Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor
sayılacak bir saatte hemen ardından mutfağa Çağla’ da girmişti. Bugün
gelinlerden bir tanesi de, o olduğu için Egemen’ in onu uyandırmasına gerek
kalmadan kendiliğinden uyanmıştı. Selin onu gördüğünde, büyük bir şaşkınlık
yaşamış hatta Nilay mutfağa girdiğinde, kendinden önce mutfakta olan Çağla için
bir alkış tutmuştu. Daha sonra tüm bireyler günü karşılamış ve kahvaltı için
masada yerlerini almışlardı.
“Cenk, Mehmet amca ve Meliha teyzeyi, otelden alır
mısın?” oturduğu masada, sesini kısarak söylediği için masada biraz öne doğru
eğilmişti. Kahvaltı hazırlıkları bitmemişken, Ares’ de dâhil birkaç kişi masa
da, hazırlıkların bitmesini bekliyordu. Anıl ve Can ise birbirleri ile uğraşıp,
kızların yanında, onlara yardım etmeye çalışıyorlardı.
“İstemiyorum” Cenk’ in verdiği cevap ile alnı
kırışan Egemen, bir süre onun yüzüne baktı.
“Ne demek, istemiyorum” bu bir sorudan çok
kardeşinin sözünü faklı bir kelime ile değiştirmesi için bir fırsattı. Onun
sözlerine karşı öfkelenmişken, masada sesi diğerlerine ulaşmasın diye büyük bir
çabaya girmişti. Arada gözleri Ares ve diğer kardeşlerini kontrol ediyordu.
“Ben
yap-“Cenk, kendini savunmak için ağzını açtığı sıra konuşmaya başından beri
kulak misafiri olan Mert, artık araya girmek istedi.
“Tamam, ben giderim” onun sözlerine karşılık
Egemen’ in öfkeli gözleri bu kez onu hedef aldı. Mert onunla burada rahat
konuşamayacakları için ayaklanmış ve ona da, işaret vermişti.
“Ben Meliha teyzeleri getireyim” Egemen’ de onun
gibi ayaklandığında, gözler ikisine dönmüştü.
“Seni, yolcu edeyim” iki kardeş mutfaktan
ayrılırken, Ares, merakla arkalarından bakmıştı. Ancak yaşanan son olaylarda
hep bir gizlilik varken, sessiz kalıp, gözlerini eski noktaya getirmişti.
“Araya neden giriyorsun Mert, ne demek
istemiyorum?” malikânenin girişine ulaşan iki kardeş karşılıklı dururken,
ellerini iki yanaaçıp, şiddetle sordu Egemen.
“Olayı büyütmeye ne gerek var Egemen. Olanlardan
sonra söylediği şey çok mu garip, sence? Bir gün her şey ortaya saçılacak ve
belki de, o gün kıyamet kopacak. Bırakta o gün gelmeden önce böyle sessizce
yaşayalım kardeşim” kardeşinin omzuna elini dayadığında, onunda kendine hak
verdiğini sessizliğinden anladı Mert.
_
Saatler ilerlemiş ve malikânede tüm hazırlıklar
yavaş yavaş sona gelmişti. Mert, Meliha Hanım ve Mehmet Beyi eve getirdiğinde,
gergin ortam yine evi kuşatsa da, onların gelişi ile hazırlıklar daha da hız
kazanmıştı. Artık nikâh saatine birkaç saat kalmıştı. Salon nikâh için ailedeki
tüm bireyler tarafından el birliği ile uygun hale getirilmişti. Etrafa
gelinlerin seçtiği renklerde çiçekler ve balonlar yerleştirilmiş ve dans etmek
için tüm koltuklar kenara çekilmişti. Nikâh kürsüsünü ise salonun uygun yerine
bırakmış ve yine çiçeklerle daha gösterişli bir hale getirmişlerdi. Artık
geriye kalan aile bireylerin hazırlığı olmuştu.
“Hadi, bakalım çocuklar. Bizde hazırlanalım
artık”Meliha hanımın gözleri salonda hala bir eksik var mı, diye kontrol
ederken, bir yandan da, yaklaşan saat için çocuklarını uyarıyordu. Bireyler
merdivenlere yöneldiğinde, üç kafadar yine rahat durmuyordu.
“Egemen’ in damat tıraşını ben yapabilir miyim?”
Can’ ın söylediği diğerlerine de, ışık tutmuştu.
“Mert’ e de, ben yapayım, o zaman” Anıl’ ın
sözlerinin ardından merdivenin yarısına gelmiş olan bireyler, odalarına doğru
ilerlemeye devam ediyordu. Mert, Anıl’ a o an sert bakışlar yolluyordu.
“Senin burada aşağıya atarım, Can” Egemen,
sevgilisine kolunu dolamış bir halde en önde ilerlerken, söylediğinde, Cenk
kocaman bir kahkaha atmıştı.
“Ama bu bir gelenek ya, ben ne yaptım şimdi” onun
sözlerini dinledikten sonra Anıl aralarındaki birkaç basamağı hızla çıkıp, Can’
ın yanına ulaştı.
“Bende daha fazla şansını zorlama kardeşim” bunu
söylediğinde, o an aklında hala kendinin yapabileceğine inanmışlık vardı.
“Ama Mert sessiz kaldığına göre galiba ben
yapabilirim, değil mi kardeşim?” odalarının önüne ulaştıklarında, kapılarını
açıp, odaya giriyordu her biri.
“Hadi Anıl, hadi kardeşim, git hazırlan” onun teklifi yerle bir olduğunda tüm kapılar kapanmış ve bireyler düğün için hazırlıklarına başlamıştı. Gelin ve damatların giyinmek için yardıma ihtiyaç duyduklarından onlar odalarında beklerken, önce diğerleri giyiniyordu.
Kısa bir zaman sonra onlarında hazırlıkları bittiğinde, Beren banyodan çıkıp sevgilisinin yanına odaya geçmişti. Ares onu gördüğünde, uzun süre gözlerini ondan alamadı. Beren boy aynasının önüne geçip, kendini kontrol ederken, Ares’ in adeta donmuş gibi onu izlediğini sonradan fark etmişti.
Daha sonra adımları onun yanını bulmuş ve tam karşısında durmuştu. Sevgilisinin adımlarını izleyen Ares, onun her adımında, içinde bir şeylerin büyüdüğünü hissediyordu. Bir büyünün etkisinde gibi sadece sevgilisine bakıyordu. Gözlerini bir an bile kaçırıp, kendini karşısındaki bu manzaradan mahrum etmek istemiyordu.
Beren’ in beyaz teninde
ateş gibi parlıyordu, giydiği bordo elbise. Abartıya kaçmayan dekoltesi ve boyu
diz kapağından bir karış yukarıdaydı. Ares, Beren’ in güzelliğinin kendi
dünyasında, kimseye eş olmadığını düşünüyordu. Onun kadar güzel ve onun kadar
berrak kimseyi görmemişti. Değerli bir maden cevheri gibiydi. Belki elmas,
belki yakut, belki de, zümrüt…
O değerli taşları elinde tutan, düşürüp, kırmamak için korkar ya. Büyük bir titizlikle inceleyip sanki canı varmış gibi canını yakmaktan korkarak tutardı ya, elinde. İşte Ares’ de karşısındaki güzelliği bakarken, bunları hissediyordu.
Bakışları bile onu incitecek, söylediği birkaç söz ile onu tuzla bu edecek gibi korkuyordu. Öyle narin, öyle kıymetli… Bedenindeki, bütün parçalar özenle yerleştirilmiş gibiydi. Teninde en ufak bir leke bulunmazken, gözleri yüzüne en çok yakışan parçaydı.
Elleri bir bebeğin narin elleri kadar yumuşak, dudaklarının üzerinden dili her geçtiğinde, tatlı bir pembeliğe bürünüyordu. Hele de, o alt dudağındaki yara izi; bir kusur gibi görünmek yerine, diğer insanlardan ayrılacak olsun diye oraya yerleştirilmiş gibiydi. Saçlarının kendine ait mis bir kokusu vardı.
Ares burnuna her bu koku
dolduğunda, gözlerini kapatmadan edemiyordu. Ses tonu onun için ona özel bir
şifaydı sanki. Ares sevgilisine bakarken, bunları hissediyordu. Bu kadar üstün,
bu kadar kusursuz… Beren onun için gönderilmiş bir şifa gibiydi. Sevgilisinin
yüzüne bakan Ares’ in yüzünü öyle bir gülümseme ele aldık ki, Beren buna ilk
şahit olduğuna yemin dahi edebilirdi.
“Güzelim, bir sırrı açık etmek, hiçte hoş değil”
birbirlerinin gözlerine bir an bile ara vermeden bakıyordu, çift. Sanki şuan
gözlerinin gördüğü şey onlara bir ömür yeter gibiydi.
“Ne sırrı?” onun yüzüne keyifle baktı Ares.
“Bu kâinatın efendisi olan yaratıcı ile aranda olan sır. O; seni dünyaya, meleklerin ışığı ile göndermiş. Fakat meleklerin henüz bundan haberi yokken, sen sana bahşedilen bu güzelliği böyle gözler önüne serdiğinde, sırı açık ediyorsun. Melekleri küstürürsen, yere tek yağmur damlası düşmez.
Dünya senin güzelliğin yüzünden susuz kalır, güzelim” Beren,
sevgilisinin sözlerini dinlerken, nefes almayı unutmuştu. Buna ihtiyaç bile
duymamış gibiydi. Ares’ in bu sözlerinin seksen yaşınada gelse, unutmayacak
gibiydi.
“Eğer bunları söylersen, bunun gerçek olduğuna
inanırım Ares” yanakları al al olmaya başlarken, mahcubiyetinden gözlerini kaçırmıştı.
Yanaklarının kızarıklığı makyajın altında bile belli oluyordu.
“Ben bunun gerçek olduğuna inandığım için
söylüyorum” gözleri kısılana kadar gülümsedi. Karşısında sözlerinden sonra
utançla gözlerini kaçıran sevgilisi ile fazlası ile keyiflenmişti.
_
Artık genleri ve damatları hazırlama vakti
geldiğinde, erkekler bir odaya, kızlar bir odaya çekilmişti. Birazdan nikâhları
kıyılacak olan çiftler kadar diğer aile bireyleri de, aynı heyecanı
hissediyordu. Egemen ve Çağla’ nın odasına geçen erkekler, iki damadında
odadaki boy aynasındaki yansımalarına bakıyordu. Genelde zaten takım elbise
giymekten yana olsalar da, şuan üzerilerindeki, damatlık olması daha farklı bir
günüm katıyordu.
“Vay be, şu karizmaya bak, kardeşim. İnsanı resmen
damat olmaya teşvik ediyorsunuz” Can, hayranlık duyan sesi ile söylediğinde,
damatların yüzünde kocaman bir gülümseme belirmişti.
“Ya o değil de, biz neden bekârlığa veda partisi
yapmadık? Onlarda kına yapardı” Anıl daha önce bu konu hakkında düşünüp, birkaç
plan yapmıştı. O sıra ise son yaşananlar hakkında tek düşünen Ares’ di. Herkes
heyecanının ve günün tadını çıkarırken, o sessiz bir şekilde kardeşlerini
dinliyordu. Belki de, bu da Ares’ in kusuruydu. O diğerleri gibi olanları
üzerini örtemiyordu. Bunu bilinçli yapmıyordu. Sadece her şey normale dönmeden
o da, normale dönemiyordu.
“Ne yapacaktık, kardeşim. Mekan kapatıp, dansöz mü,
oynatacaktık?” Cenk’ in çıkışı ile diğerleri ufak bir kahkaha atmıştı.
“Bunu espiri olarak bile kabul etmiyorum kardeşim.
Dışarı çıkmaktan bahsediyorum. Dansözlük bir durum yok” Cenk’ e öfkelendiği
için gözlerini devirdi Anıl.
“Kusura bakma kardeşim ama kızlarda aynen Cenk gibi
düşünür. Senin neyi kastettiğinin bir önemi yok yani” Mert, sözlerinin yanı
sıra bunca yıldır kullanmasına rağmen sevgilisi olmadan bağlamayı başaramadığı
kravatını bağlamaya çalışıyordu.
“Hem böyle
bir şeyi istediğimizi de, nereden çıkardın?” Egemen boy aynasından kendi
yansımasına bakarken, gözleri Anıl ile aynada göz göze gelmişti.
“Olsa iyi olur diye düşündüm ama Mert haklı. Masum
masum eğlenmeye gittiğimize asla inanmazlar” bu söylediği ile kardeşlerinin
kahkahasına sebep oldu Anıl. Bir süre sonra Ares’in boğazını temizler gibi
çıkardığı sesle hepsinin dikkati ona kaymıştı.
“Şaka bir yana, bugün sizin için çok kıymetli bir
gün” yaslandığı duvardan ayrılıp, yavaş adımlarla iki damada yaklaştı Ares.
“On yıl önce hayatıma girdiğinizde, neler atlatıp,
nereleri geride bıraktık. Başlarda hayatımda sizi hiç istemezken, şimdi olmadan
nasıl yaşarım, düşünemiyorum bile. Her şeye rağmen benimle kaldınız. Hepimiz
yaşıt olmamıza rağmen hala benden emir almaktan gocunmuyorsunuz. Kriz
geçirirken, kaç defa yüzünü kana buladım, yine de gitmediniz” adımları Mert’ in
yanına ulaşan Ares, onu büyük bir dikkatle dinleyen kardeşlerine karşın, Mert’
in henüz bağlamayı başaramadığı kravatı, özenle yapmaya başladı.
“Neden bu
kadar değer verip, beni önemsiyorsunuz bilmiyorum ama bu kadar kıymet vermeniz
dünyanın efendisiymişim gibi hissettiriyor. Siz olmasanız, ben şuan hayatta
olmazdım. Beni kimse o uçurum kenarından geri çeviremezdi. Çünkü kimse o kadar
cesur davranıp böyle bir cesaret gösteremezdi.
Gözlerinizde hep bir minnet, hep bir sevgi, bir gün
dahi azaldığına şahit olmadım” Mert’in kravatını bağlayan elleri yavaş hareket
ederken, diğerleri onu dinleyip, hipnoz olmuş gibi ellerini izliyorlardı.
“Yani diyeceğim o ki; benim gibi bir adamla bile baş edebiliyorsunuz. Bunun için dilerim hayatınız boyunca kalbinizden huzur eksik olmaz. Aynı nikâh defterine imza attığınız o insanla, dilerim ömrünüzün son gününe kadar sevgiden başka şeyler aranıza uğramaz. Atacağınız bu adımla, geri kalan hayatınızda; yalnızca bana göstermiş olduğunuz sabra karşılık iyilik ve güzelliklerin sizi bulmasını dilerim. İyi ki varsınız”
Cenk ve Can’ a
yetmişti bu sözlerden sonra birkaç gözyaşlarını serbest bırakmak için. Egemen
dolan gözlerini akmasın diye uğraş verirken, Anıl hala gözler dolu dolu
gözlerini ayıramadan Ares’e bakıyordu. Boynuna kravatını bağlayan Ares’in
yüzüne öylece bakıyordu, Mert tıpkı Anıl gibi.
“Ve son olarak” dedi Ares ve Mert’in boynuna
kravatını bağlamayı bitirip son kez sıkılaştırdı.
“Size kız kardeşlerimi emanet ediyorum Beyler.
Onları üzüp, kırmayacağınızdan adım kadar eminim ama eğer öyle bir şey olacak
olursa; hiçbirinizin gözünün yaşına bakmadan, canına okurum”
“Ya saçım böyle iyi duruyor mu?” kızların çoğu iki
gelin ile ilgilenirken, Beril henüz kendi hazırlığına son verememişti. Mert ve
Nilay’ın odasında ki boy aynasında bir makyaj, bir saç, bir kıyafet inceleyip
duruyordu kendini.
“Şuan ilgilenilmesi gereken iki gelin var, Beril.
Çok güzel görünüyorsun. Bırak, bakma aynaya artık” Çağla’ nın saçları ile
ilgilenen İdil, onun bu hallerine artık kızmaya başladığı için ona bunu
yansıtan bir ses tonu ile söyledi.
“Hayır, bizim nikâh günümüzde bunu yapıyorsa, kendi
nikâh günü tahmin edemiyorum” Nilay’ ın bu söylediği ile ufak kahkahalar
yankılandı odada.
“Ne var yani, mükemmel olmayı istemek suç mu?” bunu
söylerken gözleri hala aynadaki yansımasındayken, bir yandan da salık olan
saçlarını geriye atıyordu Beril.
“Onu kendi düğününe sakla canım, bugün mükemmel
olması gereken, ben ve Nilay”
“Tamam ya, bakmıyorum aynaya. Erkekler hazır mı acaba?” yatağın yanına varıp, üzerindeki kıyafet
kırışmasın diye dikkatle oturduğu sıra sordu.
“Hepsi çoktan hazırdır. Bizde acele etsek iyi olur”
Selin’ in sözlerini onaylayan kızlar, daha hızlı davranmaya başlamıştı. Odanın
kapısı tıklanmış ve araladığında Meliha Hanım başını içeriye uzatmıştı.
“Gelebilir miyim?”
“Tabi, gel lütfen” kapıya yakın olan Beren onu
içeriye davet etmiş ve ardından Meliha Hanım odanın içine doğru ilerlemişti.
Gözleri kızlarının üzerinde gezinmeye başlamıştı.
“Maşallah
size, benim güzel kızlarım. Şu güzellere de bir bakın” onun söylediği sözlerin
ardından böbürlenen de vardı, mahcup olanda.
“Seninde bizden geri kalır yanın yok, Meliha teyze.
Asıl sana maşallah” Beril’ in sözlerinden sonra kırk yaşının ortalarına gelmiş
olan kadın şuh bir kahkaha atmıştı.
“Oturun
bakalım şöyle karşıma, sizinle ufak bir sohbet edelim” Meliha Hanım, eli ile yatağa
işaret ettiğinde, kızlar ayaklanmış ve dediği gibi gidip, yatağın üzerine
dizilmişlerdi.
Kızlarını karşısında oturtan Meliha Hanım, onlara
evlilik hayatından bahsetmişti. Biraz hayrından, biraz öneminden, biraz nasıl
ilerlemesi gerektiğine dair kendi tecrübelerini aktarmıştı, onu dikkatle
dinleyen kızlarına. Evliliğin ilk gecesinden, nasıl olacağına dair bilgiler
dahi vermişti.
Tüm bu zaman içerisinde Mehmet Bey oğulları ile
konuşmak için eşi Meliha Hanım ile yukarı çıkmıştı. Ancak eşi odaya girdiği sıra
Mehmet Bey oğullarının girdiği odaya girememişti. Son olanlardan sonra onlarla
bir arada olmaktan geriliyor ve herhangi bir hata yapmaktan endişe ediyordu.
Elini kapıyı tıklatmak için kaldırdığı sıra Ares’in
sesini duyduğu an geri indirdi. Onun konuşmasının çoğuna kulak misafiri olmuştu
Mehmet Bey.
Oğlunun kurduğu cümleler onun da gözlerinin
dolmasına sebep olmuştu. Aklında o an Ares’in asla öğrenmemesini istediği o
mesele vardı. Her şey normal gidiyorken, Ares bununla nasıl baş edebilecekti?
_
Nikâh saati gelip çatmıştı artık. Nikâh memuru
beklenen saatte gelmiş ve tüm bireylerin midelerinin kasılmalarına sebebiyet
veren bir heyecan ele almıştı bedenlerini.
Aile bireyleri, gelinler ve damatlardan önce aşağı
ulaşmıştı. Kısa süre sonra iki damadın koluna girmiş halde iki gelin de,
merdivenlerden yavaş yavaş inerek ulaşmıştı salona. Ufak bir alkış seli
eşliğinde, nikâh memurunun çoktan yerine aldığı nikâh masasına ilerlediler.
Gelinler ve damatlarda nikâh masasında yerlerini alırken, şahitlik yapacak çiftlerde
yerlerini almışlardı. Egemen ve Çağla’nın şahidi Can ve Beril olurken, Mert ve
Nilay’ın şahidi, Cenk ve İdil olmuştu. Nikâh memuru o meşhur soruyu sorduğunda
kendinden emin şekilde yanıtlamıştı çiftler.
“... Eşin olarak kabul ediyor musun?”
“Evet” sevinçle alkışlayan aile bireyleri arasında
gözleri dolan dahi vardı.
“... Bende sizleri karı koca ilan ediyorum” nikâh
memurunun söylemesi ile damatlardan önce davranıp gelinler eşlerinin ayaklarına
basmıştı.
İmzalar atıldıktan sonra artık resmen evli çiftler
olmuşlardı. Nikâh memuru, nikâh defterini her iki geline de, uzatıp tebrik
etmiş ve daha sonra başka bir nikâh için malikâneden ayrılmıştı. Hoş bir müzik
eşliğinde ilk dansını yapmaya başlamıştı çiftler. Daha sonra ise diğer aile
bireyleri onlara eşlik etmek için dans alanında yerlerini aldı.
“Dans etmekten biraz dahi anlamıyorum. Ama seninle
dans etmek istiyorum güzelim. Ayağına basma olasılığına karşılık olarak bana bu
dansı lütfeder misin?” böyle bir soruya, insan nasıl olur da, red cevabını
verirdi? Gözleri daha da parladı Beren’ in, belki kırk yıl düşünse Ares’in
böyle bir soru soracağını bulamazdı.
“Elbette, hem endişe etme zor bir şey değil. Ben
sana öğretirim” Beren’ in sözlerinin devamı sırasında çoktan dans için uygun
bir pozisyon almıştı çift.
“Daha önce çift dansı yaptın mı?” ufak bir
duraksama ile sormuştu Ares bunu, sanki duyduğu hoşuna gitmemiş gibiydi.
“Hadi ama sevgilim, tabi ki de yaptım. Bir kulede
hapis değildim ben, iki sene öncesine kadar gayet normal bir hayatım vardı” karşı
karşıya kalan çift, dans etmek için sadece bunu yapabilmişti. Zira Ares’in her
duyduğu kelime ondan bir şeyler götürür gibiydi.
“Kiminle yaptın?” ciddileşen ses tonu ve gerilen
yüz hatları eğlendiriyordu. Çünkü amacı tam olarak da buydu; bir adet kıskanan
Ares.
“Aslında kiminle diye sorman yanlış olur. Kimlerle
diye sormalısın sevgilim” öfke göz harelerine yerleşirken, biraz daha onu
kızdırmak isteyen Beren daha sonra rahatlatacaktı sevgilisini.
“İlkokulda, müsamere gösterileri zamanında birkaç
defa kavalyem olmuştu. Sonra ortaokul ve lisede, mezuniyet balolarında da öyle
oldu. Kavalyelerim dans etmekten iyi anlayan insanlardı, bu yüzden bana da
kolayca öğretmişlerdi” ciddiydi ve sanki bunları Ares’e söylemek hiçbir sorun
teşkil etmeyecekmişçesine rahattı Beren.
“Beren” öfkeyle söylediğinde, etrafında dans eden
çiftler arası ufak sohbetlerin yaşandığı sıra gözlerini bir an olsun ayırmadığı
sevgilisine dişlerinin arasında seslendi Ares. Kıskançlıktan ötürü bir öfke ele
aldı ki bedenini, Ares’i bunu dindirememek endişelendirdi.
“Nası-“ kızgınca kurduğu cümleye devam ederken,
daha fazla onu üzmemek için yüzünde tatlı bir gülümseme yaydı Beren. Başını ona
biraz daha yaklaştırırken, etrafında onlara kaçamak bakışlar atan aile
bireylerini önemsemiyorlar gibiydi.
“Sadece şakaydı sevgilim, bunu ciddiye aldığını
söyleme. Fazla asosyal biriydim ben, böyle geceler beni fazla gerdiğinden
genellikle ailemle geçirirdim. Sadece daha önce babamla birkaç kez dans
etmiştim, bana o öğretmişti” sevgilisinin sözleri rahatlatmıştı onu, ancak şunu
söylemek gerekir ki; Ares’i asıl kızdıran balolara katılıp kavalyesi ile dans
eden sevgilisi değildi.
Bunu keyifle ve eğlenerek söyleyen Beren ‘di. Onun
iki yıl öncesine kadar normal bir hayatı olduğunu biliyordu. Kendinden önce
olan şeylere söz hakkının olmadığını düşünüyordu Ares. Bu yüzden tek mesele
Beren’in söyleme şekli ve bunu kolayca dile getirmesiydi.
_
Aradan geçen üç günün ardından bu kez üç kafadarı
düğünü için yapılıyordu, hazırlıklar. Daha önce evlenmiş olan çiftler üç günlük
bir balayı için otelde vakit geçirmişken, bugün düğüler olduğu için yeniden
malikâneye dönmüştü. Ares onlara hediye olarak, istedikleri yerde, istedikleri
kadar balayı yapmalarını mümkün kılmıştı. Ve elbette bu hediye her çift büyük
bir mutlulukla kabul etmişti. Üç kafadar yine muzurluk yaptığından kar yağışı
altında nikâhlarının kıyılmasını istediğinden hazırlıkları da, ona göre yapılıyordu.
Elbette bu fikir yine; Anıl’ dan çıkmıştı.
“Saçlarımı
salık mı, bıraksaydım acaba ya. Böyle olmadı sanki?” Anıl ve Selin’in odasında
bulunan altı genç kız düğün için büyük bir hazırlığa girmişti. Boy aynasında
kendini kontrol eden Beril, gözlerini yansımasından ayırmadan sordu.
“Üzgünüm ama nasıl yaptığın bir önemi yok. Çünkü
kar yağışı durmadı, ne yaparsan yap, dışarı çıktıktan bir süre sonra bozulmaya
başlayacak” Nilay’ın sözlerini Çağla’da onaylamıştı.
“Neden dışarıda yapmak zorundaydık ki. Keşke salonu
hazırlasaydık”Anıl’ ın bu ortaya attığı fikri hemen benimseyen de, vardı,
garipseyen de. Kulağa ilginç ve eğlenceli geliyordu.
“Bence o
kadar da, kötü fikir değil” aynada yansımasına bakan İdil, makyajının son
rütuşlarını yapıyordu.
“Bence de, çok romantik bir fikir” Beren’ de onu
desteklediğide, ona havada bir öpücük attı, İdil.
“Yarın Meliha teyzeler gidiyormuş” Selin’in
söylediği ile Beren’ in gözleri ona dönmüştü.
“Öyle mi?” sorudan çok şaşırır gibiydi Nilay’ın ses
tonu zira o da dâhil birçok kişi beklemiyordu bunu.
Geçen saatlerin ardından nikâh saati gelmiş ve üç çift sırayla nikâhın yapılacağı alana, bahçeye teker teker ulaşmışlardı. Hafif bir rüzgâr, soğuk hava ve durmayan kar yağışı altında, birbirlerine; ailesi ve nikâh memuru huzurunda, söz vermişti çiftler.
Nakih memurunun sorusuna bahçede yankılanmasına sebebiyet vererek büyük bir heyecanla yanıt veren çiftler koca bir ‘ evet’ demişti ve daha sonra artık resmi olarak evli birer çift olmuşlardı. Ares’in düğün hediyesi, onlar içinde geçerli olsa da, erkek kendi aralarında bunun, her şeyin konuşulacağı günün sonrası bırakmak istediler.
Yarın
evlerine dönecek olan Arslan çifti dolayısı ile diğerlerinin olduğu gibi Ares’
in de yarın bu konuyu konuşma düşüncesi vardı. Yarın tüm meseleler konuşulacak
ve Arslan çifti evlerine dönerken, yeni evli çiftler ise güzel bir balayı
seyahatine çıkacaklardı. Ancak şöyle de bir durum vardı ki; o mühim saklı kalan
mesele açığa kavuşunca ne kadar tarumar edecekti aileyi? Bu büyük soruydu onlar
için.
Ertesi gün sert bir hava ele geçirmişti şehri. Egemen ve Çağla, Mert ve Nilay çifti malikânede birlikte vakit geçiriyorlardı. Dün evlenen üç kafadar ve eşleri evliliklerinin birinci günün otelde geçirirken, Arslan çifti akşam dönecek olmalarının sebebi ile hasret kaldıkları bu şehri araba ile dolaşıp, şehir turu yapıyorlardı.
Beren’in okulda dersleri olduğundan
yoğun bir gün geçirirken, Ares ise şirkette her daim olduğunu gibi dosyalar ile
uğraşıyordu. Tüm bu bireyleri bir araya bu akşam ki, Arslan çifti ile son akşam
yemeği toplayacaktı. O büyük mesele bu akşam açığa kavuşacaktı. Ares
ilgilenmesi gereken dosyalara göz atarken, odasının kapısı tıklanmış ve
sekreteri içeriye girmişti.
“Efendim, sizinle görüşmek isteyen biri var. Bir
adam” efendisinin masasına birkaç adım yaklaşıp, uygun bir tonda ona sesini
duyurdu sekreter. Ares gözlerini dosyalardan kaldırmadan yanıtladı onu.
“Kimmiş?” daha sonra ise gözleri yavaşça
karşısındaki gencin yüzüne çıkmıştı.
“Ali Özyurt, efendim” tehdit kutularını gönderen
adam diye geçti Ares’in aklından.
“Al içeri” yorgun bedenini geriye yaslarken, adamın
neden geldiğini düşünüyordu Ares. Sekreteri onu başı ile onaylayıp odadan
ayrıldı. Yüzünde önceden düz bir ifade varken, dışarıdan bakan şimdi onun yüzünde
öfke olduğunu görebilirdi. Ailesi ile tehdit eden bu adam, şuan Ares’in katil
olmasına dahi sebebiyet verebilirdi.
Kapı yavaşça açıldı ve boyu kilosuna uygun elli yaş civarı olan, bir adam içeri girdi. Karşısındaki adama bakıp öylece yanına ulaşmasını izlerken, neden burada olduğuna anlam veremiyordu Ares.
Aksi ve başı
buyruk bir adammış gibi bir hava sezdi Ares onda. Yüzüne bakan onun daha önce
gülümsemediğini düşünecek kadar mimiksiz bir adamdı. Hayırdan çok şer kokuyordu.
Ares’ in masasının önünde tekli koltuklardan birine oturdu adam, sessizlik
odada kol geziniyordu.
“Sizi dinliyorum” sakin ses tonu, tavırlarındaki
kızgınlığını bastıramamıştı Ares’in.
“Bu kez kutular göndermek yerine, bizzat ben gelmek
istedim. Eminim bir Azrail’in ayağına gelebilen tek insanımdır” söylediği şeyin
espirili bir yanı olsa da, devlet sırrı açıklıyormuşçasına ciddiydi ifadesi.
“Buraya kadar üstü dolu giremezsiniz. Üstünüz
boşken ve böyle yalnız bir şekile bu Azrail’in karşısına çıkabilecek kadar
cesur bir adam olmalısınız” yaslandığı sandalyesinden öne doğru eğilip söyledi
Ares.
“Hayır, değilim. Ben sadece bir tilki kadar kurnaz
bir adamım. Elimde öyle bir şey var ki Azrail, öğrendiğin zaman belinde ya da
çekmecende, o silaha elin uzanamayacak” adamın sözlerinden sonra gözlerini
kısıp yüzüne bakıp baktı. Söylediği şey ile eğlendiği aşikârdı adamın.
“Çok vaktini almayacağım Azrail. Bunu yine bir
kutunun içinde gönderip, boşa gitsin istemedim. Zira duyduktan sonra ki, yüz
ifadeni sabırsızlıkla bekliyorum” susup tüm kelimelerini bitirmesini bekledi
Ares. Belki ki konuşmaktan haz duyan bir adamdı, karşısındaki.
“Sen benim oğlumu katlettin Ares Karal. İntikamını
almak için Allah şahidim olsun, elimden gelen her şeyi yapacağım. O malikâneyi
sen ve ailen içerideyken başınıza yıkacağım. Ben ve yeğenim Timur hayatının
sonu gelsin diye canla başla uğraşacağız. Bundan emin ol Ares Karal”
“Kutu da
yazanlardan çokta farklı şeyler söylemedin”
gözlerini devirip, ellerini birleştirdi Ares masası üzerinde. Bu mu yani
diyordu içinden. Ayaklandı adam ve oturan Ares’e yukarıdan bakmaya başladı.
“Ve bunu kimin sayesinde yapacağım, biliyor musun?”
yüzüne iğrenç bir gülümseme yerleştirdi.
“Cüneyt Karal’ın cesedini gözlerinle gördün mü?
Gerçekten öldüğüne emin misin?”sözlerinin hemen arkasını dönüp giden adamı
izlerken, bunun olmasına hiç ihtimal vermedi Ares.
Olsaydı, bunca zaman beklemek yerine çok daha önce
çıkacağını düşünüyordu. Hem Mehmet amcası bu konuda ona teminat vermişti. Bu
yüzden kesinlikle olası gözle bakmadı Ares. Oğlunun intikamı için ses çıkarmaya
çalışan bu adam, belli ki blöf yapıyordu. Ares böyle düşünüyordu.
_
Akşam saati tüm bireyler malikânede toplanmış ve
Arslan çifti ile birlikte akşam yemeği için masaya yerleşmişti. Gece yarısı
kalkıyordu Arslan çiftinin uçağı ve o saate kadar o mesele konuşulmalıydı.
Herkes yemeği ile ilgilenirken, yemeğine dokunmayan Ares, ‘artık zamanı geldi’
dedi içinden. Bu kez farklılık yapıp Meliha Hanım, Ares’e yerine vermiş ve baba
– oğul masanın iki ucuna karşılıklı oturmuştu. Gözlerini karşısındaki adama
çevirdi Ares, diğerlerine de, niyetini belli eder gibiydi.
“Bence zamanı geldi. Benden müsaade isteyerek
üstünü kapattığınız şeyleri, artık öğrenebilir miyim?” Ares’in ses tonu öyle
tok çıkıyordu ki, içini ürpertti çoğunun. Gözlerinin rengi daha koyu bir hal
almış, öfke ile nefes alıyordu adeta. Onun sözlerini duyan erkekler yemek ile
ilişkilerini kesip, ona mahcup bakışlar atarken, kızlar olanlardan habersiz
şaşkınca konuşulacak olanı merakla bekliyordu.
“Yemekten sonra ko-“ Mehmet Bey’in çekinerek
başladığı cümleyi Ares hızla böldü.
“Bu büyük bir mesele ise tüm aile buradayken, şuan
konuşulmalı”
“Ares, bunu aşağıda k-“
“Burada konuşulacak dedim” gür çıkan sesi ile
Egemen’in de sözlerini bölerken artık sıkıldığını hissediyordu bu durumdan. Gözleri
Mehmet Beye dönen Ares, ilk önce onun başlamasını istedi.
“Seni dinliyoruz Mehmet amca” otoriter ses tonu
başka bir yol bırakmıyordu karşısında ki adama. Uzun zamandır bu konuşmayı
sabırla bekliyordu Ares. Kalbine yerleşen huzursuzluk hoşuna gitmiyor ve bu
yüzden bunun bir an önce son bulmasını istiyordu.
“Bu kolayca söylenecek bir şey değil oğlum, inan
bana, nasıl yapacağımı bilemiyorum” ses tonu öyle bir hal aldı ki Mehmet Beyin,
bunu duyan eşi, oğlu ve kocasının konuşmalarından sonra hayli telaşlandı.
“Neler oluyor Mehmet?” sormadan edemedi Meliha
Hanım. Korku yüzüne yerleşmiş, endişesi sesinden anlaşılır gibiydi.
“Henüz hasta yatağından kalkamadığın sıra bana o
adamı bulmamı söylemiştin. Çok araştırdım, kesin olduğunu düşündüğüm için sana
öldüğünü söyledim zira herkes buna inanıyordu. Ama yıllar önce sen bu malikâneye
taşınma kararı aldığında, bir haber geçti elime; Cüneyt Karal aslında
hayattaymış.
Öğrenince, sende öğrenme diye çok uğraştım. İyileşmeye
başladığını düşünüyorum çünkü. Onunla karşılaşman fikri öyle korkuttu ki,
söyleyemedim. Ondan hiçbir ses çıkmadı. Bu ona göre bir davranış olmadığından
aradan geçen yedi – sekiz yıl içinde, belki de bu kez gerçekten öldü diye
düşündüm.
Ama yalnızca birkaç hafta önce elime yeni bir haber
daha geçti; Cüneyt Karal, Türkiye ‘de kurduğu bağlantıları ile yeniden harekete
geçmiş. Bu haberden sonra korku ile Can’ı arayıp, ağzını aramak istedim. Sorun
olmadığı söyleyen Can’dan sonra bu hareketin seninle bir ilgisi olmadığını
düşünüp rahatladım. Yani oğlum, sana söyleyemediğim şey buydu; Cüneyt Karal
hala hayattaymış”
Önce kara bulutlar esir aldı koca şehri, çarpışan
bulutlar öyle gürüldeyip sesler çıkardı ki, duyan kıyamet kopuyor derdi. Çakan
şimşekler, öyle aydınlattı ki şehri, etkisi dakikalarca sürse gün doğdu
sanılırdı. Yeryüzüne uzanan yıldırımlar kaç ağacı kül edip, kaç can almıştı?
Kızıl bulutlara büründü gökyüzü, yeryüzüne düşen beyaz kar taneleri değil. Ete değince can yakan köz parçalarıydı. Yer yarıldı yavaşça ve yüzeye çıkan kanalizasyon suları olmadı. O sular kadar sıvı olan kaynayan lavlardı.
O kaynayan lavlar, buhar oluşturup göz gözü görmez hale
getirdi. Nefes almak ne mümkündü şimdi insanoğluna. Nereye kaçılır, nereye
sığınsa fayda ederdi ki şimdi? Kıyamet sahnesi ya da dünyaya musallat olan bir
felaket değildi tüm bunlar. Cüneyt Karal’ın hayatta olduğunu öğrenen Ares
Karal’ın; o an ki iç dünyasında yaşadıklarıydı sadece.
Ayyy final mı özel bölüm gelecek mi acaba
YanıtlaSilFinal mi ? Ama kitapta 80 bölüm falan yok mu? Yoksa o ikinci kitabın bölümleri mi?
YanıtlaSilBurada bölümleri daha uzun olarak yayımladığım için wattpad' den daha çabuk bitti.
Silİkinci kitaptan yayınlayacak mısın
YanıtlaSilKitap haline ne zaman gelicek bir tarih var mı?
YanıtlaSilİkinci kitap olıcak mı
YanıtlaSil