Mutfağa adım atmış olan erkek ve özellikle de,
üç kafadar, akşam yemeğini neden onların yaptığının açıklaması için Ares’ in yüzüne
bakıyorlardı. Ares adım atarken bile bir sebebe o bağlı olduğunu şuan üç
kafadardan neden böyle bir şey istediğini öğrenmek için meraklanıyorlardı.
Masada uygun bir yere oturan Ares, gözlerini kardeşlerine çevirmişti.
“Neden
burada olduğunuzu, biliyor musunuz?” masanın üzerinde ellerini birleştirmiş ve
son derece katı bir ifade ile üç kafadarın yüzüne bakıyordu. Onun bu denli
ciddi olması onları da ciddi olmaya mecbur bırakıyordu. Üçü de, başını iki yana
sallayıp, gözlerini ondan ayırmadan söyleyeceklerini bekliyorlardı. Daha sora
Ares Egemen ve Mert’ e eli ile işaret edip, sandalyelere oturmalarını istemişken
üç kafadar, onların karşısında, ayakta kalmıştı.
“Biz,
kızların yanında ya da yemek masasında iş hakkın konuşmuyorduk, Beyler. Bunu
unuttunuz mu?” onun sözlerinin ardından Can ve Anıl neden burada olduklarını
anlamışken, Cenk henüz kavrayamamıştı.
“Biliyorum
ki, üçünüzde konuşmayı seviyorsunuz. Ama bazen neler söylediğinizi fark
edemeden öylece devam ediyorsunuz. Beren’ in birkaç cümleniz yüzünden bu iki
gün boyunca neler hissettiğinin farkına vardınız mı?” bu bir azarlama da,
sayılabilirdi. Ama bu sadece Beren’ in incinmiş olmasından dolayı değil,
malikânede, Beren ile aynı durumu yaşamak durumunda kalan başka bir kız olsa,
Ares yine aynı tepkiyi verecekti.
“Sonay
Hanımın hislerinden söz ederken, bu durum sizi memnun mu, ediyordu? Peki,
Beren’ in söyledikleriniz yüzünden incindiğini fark edip, hatanızı telafi etmek
için hanginiz bir girişimde bulundu” onun sözleri karşısında, üç kafadar da
gittikçe küçüklüyor ve utançları ile yüzleşiyorlardı. Yaptıkları aptallığın
farkına kısa süre fark etmiş olsalar da, hiçlerinden hiçbiri Beren ile konuşmaya
gitmemişti. Onun bu durumu atlatmasına hiçbir yardımcı olmamıştı. Bu yüzden
gözlerini yere indirip, Ares’ in yüzüne bakmaktan hayıflanmışlardı.
“Yaptığınızın
bedeli olarak, ben size aksini söyleyene kadar yemeklerden siz sorumlu
olacaksınız” sözlerinin ardından katı ifadesi bozulması. Onları yüzlerine
bakıyor ve mahcubiyetlerini gördükçe memnun oluyordu.
“Hadi” Mert
hala karşılarında öylece dikilen kardeşlerini harekete geçirmek için söylemiş
ve daha sonra üç kafadarda, onun işareti ile işe koyulmak için hareketlenmişti.
“Hangi
yemeği yapacağız?” Cenk sorduğu sıra arkalarından kalan, yemek masasında
oturmuş onları izleyen kardeşlerinin sesini duymaması için kısık sesi ile
söylemişti.
“Sanki yemek
yapma konusunda, çok fazla seçeneğe sahipmişiz gibi. Tabi ki, en basit yemeği
yapacağız” kendinden emin bir sesle söylediğinde, Anıl ona hevesle bakmıştı.
“Gerçekten
yumurta mı, kıracağız?” Anıl’ ın yüzündeki hevese bakan Can, ona gözlerini
devirmeden edememişti.
“Hayır.
Tabi ki, makarna yapacağız”
“Ya bu çok
basit diye, yemekten saymazlarsa?” Cenk’ in söylediğine, Anıl’ de başı ile onay
vermişti.
“Sade
makarna yaparsak, basit bir yemek olur. Ama kıymalı makarna yaparsak, göz
doyurur”
“Dedi,
ömründe yumurta kırmaktan aciz; büyük şef Can Yılmaz” Anıl’ ın alaylı sesi
Can’ ı kızdırırken, Cenk ise sessiz kahkaha atmak için çabalıyordu.
“Marketten
aldığı hazır nuggtlerı dahi tavada ısıtmayı beceremeyen kardeşim, senin şahane
fikrini alalım o halde” kinayeli sözleri ve kızgın ses tonu ile onu küçümser
gibiydi Can.
“Kıymalı
makarna bence de, harika fikir kardeşim. Peki, nasıl yapacağız?” elini Can’ ın
omzuna koyduğunda, Can yine ona gözlerin, devirmeden edemedi.
“Sevgilisi
aşçı olan sizsiniz. Bir zahmet onu da, siz düşünün” benden bu kadar diyen
tavırları ile söylediğinde, Cenk itiraz etmek için hazırlanıyordu ki, Anıl
ondan önce atıldı.
“Kardeşim,
biz sadece onların yaptığını yiyoruz. Ne bilelim, nasıl yapıp, içine ne
katıyorlar. Onlar kıymalı makarna aşamasını geçeli çok oldu. Şuan yaptıkları
yemeklerin daha adını bile söyleyemiyorum, ben” hızlı hızlı, derdini kardeşini
anlatmaya çalışan Anıl’ ı, Can ve Cenk öylece dinliyorken, Can daha fazla
dayanamadı.
“Dilinizi
eşek arısı soksun sizin. Hep sizin yüzünüzden geldi, bunlar başımıza” Can,
sözlerinin ardından gözleri ile masada oturup, kendi aralarında konuşan
kardeşlerini kontrol etmişti.
“Kadının
Ares’ e olan ilgisini söyleyen bendim sanki. Hep bunun yüzünden” Anıl, kısık
tuttuğu sesi ile kardeşi Cenk’ i işaret ederek, kendini aklamaya çalıştı.
“İlk Cenk
açtı, konuyu”
“Hadi, açan
benim. Siz neden devam ettiriyorsunuz?”
“Ya siz
ben-“
“Beyler!”
bir anda, arkalarından gelen Egemen’ in kalın sesi ile Can’ ın hararetle
başladı söz yarım kalmış ve bu beklenmeyen sesi ardından üç kafadar da,
oldukları yerde, sıçramıştı.
“Allah!”
Can ağzından kaçan sözün ardından bir eli kalbine giderken, diğer ile damağını
çekiyordu.
“Korkudan
tansiyonum yükseldi kardeşim. Ne yapıyorsun öyle sessiz sessiz yaklaşıp”
kendini sakinleştirmeye çalışan Can, bir yandan da, Egemen’ e laf yetiştirmeye
çalışıyordu. Egemen ise onun hareketlerine göz devirip, tekrar diğerlerine
dönmüştü.
“Biraz acele
edin. Saatlerce sizi mi, bekleyeceğiz?” onun sözlerini dinleyen üç kafadar,
başları ile onu onaylayıp, işe koyulmuşlardı. Egemen ise ayağa kalkma amacı
olan su ihtiyacını gidermek için mutfak dolabından bir tane su bardağı alıp,
su sebiline doğru ilerlemişlerdi.
“Cenk, sen
kıyma ile ilgilen, ben de makarnayı haşlayayım. Anıl, sen salata ile ilgilen”
Can’ ın sözlerinin ardından üçü de, harekete geçmiş ve ailesi için lezzetli
şeyler çıkarmaya hedeflenmişlerdi. Aldıkları cezanın karşılığını dikkatle yerine
getirmek için gayret ediyorlardı.
Can ailede
iki tane aşçı olması sebebi ile mutfağa pek girmeyen biri olsa da, aslında
yemek yapma konusunda her zaman ilgili biriydi. Henüz pratiğe geçmemişti fakat
yemek tarifleri anlatan programları izlemekten hayli memnun olurdu. Bu güne
kadar kızların yaptığı yemekleri yerken büyük keyif duysa da, hangi yemeğin
nasıl yapıldığı konusunda, mutlaka fikir sahibi olmaya gayret ederdi.
“Ah!”
elindeki rendeyi hızla tezgâha bırakan Anıl, zarar gören parmağını görebilmek
için kontrol ediyordu.
“Ne oldu,
ne yaptın?” birkaç adım ilerisinde olan Can, onun nidası ile gözlerini onun
üzerine çevirmişti.
“Parmağımı
da, rendeledim sanırım” Can’ ın gözleri kardeşinin ufak bir hasar almış
parmağına odaklansa da, daha sonra arkasında, masada oturan kardeşlerine
dönmüştü. Onların ilgisinin üzerlerinde olup olmadığını kontrol ediyordu.
“Tamam,
Anıl. Abartma o kadar da, büyük değil”
“Ne
deme-“seslice konuşmaya başlayan Anıl’ ın karnına, elini tersi ile vurdu Can ve
onun sessiz olmasını sağladı. Anıl ise onun bu yaptığına karşılık, eli ile
karnını tutup, iki büklüm olmuştu.
“Yavaş ol
Anıl, sesini mi, duyurmaya çalışıyorsun? Unutma bu bizim için bir ceza,
dikkatli davran sen de” sesini kısık tutarak, ona kızarken, parmağını ona doğru
sallıyordu.
“Ya tamam,
küçük bir şey zaten”
“Sen eline
yara bandı sar. Ben salata ile ilgilenirim. Sonra sen de, makarnayı kontrol edersin”
“Tamam” Anıl
Can’ ın sözleri ile onun dediğini yapmak için harekete geçti.
Kargaşa ile
geçen üç kafadarın yemek yapma macerası sonunda sona ermiş ve yemeği mutfak
masasına hazırlamaya koyulmuşlardı. Kardeşlerine lezzetli bir yemek
sunduklarından emin olan üç kardeş, yaptıklarını masaya yerleştirmiş ve kızları
çağırma işini Met, üstlenmişti.
“Kızlar,
yemek hazır” sinema salonunda keyifle film izleyen kardeşlerini çağıran Mert,
onların filmi durdurup, ayaklandığını gördü.
“Mutfağa
girmeye korkuyorum” Selin, elini uzattığı kumanda ile koca ekranı karartırken,
söylediğinde, bir yanda da ayaklanıyordu. İçeride uzun zaman geçirmiş olan üç
kafadarın kıymetli mutfağına ne kadar zarar verdiği konusunda büyük bir kaygı
içindeydi.
“Sağlam
birkaç eşya umarım kalmıştır” Selin gibi bu konunda endişe duyan İdil’ de,
içindekileri dışarı vurduğunda, diğer kızlar ufak bir kahkaha atmıştı ortaya.
“Merak
etmeyin, Ares dağıttıklarını toplaması için başlarında bekledi. Mutfağınızda,
hiçbir sıkıntı yok” onların endişesini dağıtmak için söyleyen Mert’ in ardından
odadan ayrılıp mutfağa ilerlediler. Aile bireyleri masada yerlerini almıştı.
Hepsi önlerine konulmuş olan tabağa bakıyordu. Daha sonra ise büyük bir emek
sonrası hazırlanmış olan yemeklerine odaklanmışlardı.
“O kadar
da, kötü değil” Çağla, yemeğinden tattığı sıra tadını gerçekten beğendiği için dile
getirdi, bunu.
“Beklediğimden
çok daha iyi” Beril’ in sevgilisine göz kırparak dile getirmiş onlara, destek
vermişti.
“Üç kişi
bunu mu, yapabildiniz ya? İdil ve Selin’ den hiç mi bir şey öğrenmediniz?”
gözleri tabağındaki makarnada olan Mert, memnuniyetsiz bir tavırla dile
getirdiğinde, Cenk gözlerini devirmişti. Anıl ve Can’ da ona yüzünü
buruşturduğunda, diğerleri ona kahkaha atmadan edemedi. Ares ise o sıra
ağzındakini yutmuş ve bardağındaki sudan bir yudum alıp, boğazını temizlemişti.
Aklında dolaşan şeyleri kardeşleri ile de, paylaşmak için hazırlanıyordu.
“Kartopu
savaşının kazanını belirlenmediği için her iki tarafın isteğini de, ben yerine
getireceğim; demiştim. Bunun hakkında ne istediğinize karar verdiniz mi?” her
kardeşinin yüzüne bakarak söyledi Ares. Kardeşler bu konuyu kendi aralarında konuşmuştu.
Ares’ den ne isteyecekleri konusunda her bir ortak bir karara varmıştı. Fakat
bunu söylemeye de, tereddüt ediyorlardı. Egemen ve Mert göz göze geldiğinde,
diğerleri de, Egemen’ in üzerindeki, gerginliğin farkındaydı. Zira ailenin
sözcüsü Egemen olduğunu herkes tarafından biliniyordu.
“Aslında
bir şeyler düşündük ama senin içinde uygun olur, mu bilemedik” Egemen sözlerine
başladığında, Ares onu dikkatle dinliyordu. Onlar her ne isterse Ares yerine
getirecekti. Bu yüzden onun yüzüne ilgi ile bakarken, rahat olmasını istiyordu.
“İki gün
sonra yılbaşı gecesi, biz de düşündük ki; bunu dışarıda kutlayalım” Egemen
söylediğinde, daha sonra Ares’den gözlerini kaçırmıştı. O an herkesin gözü
Ares’ in üzerindeydi. Beren ise onun ne söyleyeceği konusunda belki de,
diğerlerinden çok daha meraklanıyordu. Aslında kardeşlerin böyle bir fikri
olduğunu şuan öğreniyor ve onlarla hemfikir olarak memnun olmuştu. Bir süre
sessiz kalan Ares, isteklerini yerine getireceği kesin olsa da, herhangi bir
şey ile karşılaşıp, karşılaşmayacaklarını hesaplama çalışıyordu.
“Ne yapmak
istiyorsunuz peki?” ses tonu diğerlerine kabul etmeyeceği bir izlenimi
verdiğinden, her biri, bir isteksizlik içine girmişti.
“Dışarıda
bir akşam yemeği” Can onu hemen yanıtlamıştı. Aslında aile bireyleri onun nasıl
bir adam olduğunu ve neler düşündüğünü bildiklerinden, istedikleri şeyin fazla
olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden bu konuda onu zorlamak istemedikleri için en
ufak bir isteksizliğinde, hemen anında isteklerini geri çevirecekti. Daha önce
aile bireyleri, dışarıda vakit geçirmemişlerdi. Bunun sebebi ise Ares’ in bunu
rica etmiş olmasıydı.
Ares
korkusuz bir adam değildi. Hadi, bakalım.
İşte ailem ortada, kimin cesareti varsa, zarar versin bakalım, tarzı
cümlelerin, Ares’ in dünyasında yeri yoktu. O annesi ile bahçesi çiçeklerle
dolu olan huzurlu evinden kaçırılmıştı. O evinden huzurlu bir gün geçirdiği
ertesi günü kıyametin ortasında kalmıştı. Bunu aklından bir olsun çıkarmayan ve
her daim bunu anımsayarak yaşayan Ares için bu tam anlamı ile korudu malikâne
bile korunaklı değildi. Yaşadıkları evin güvenliğinden bile şüphe eden Ares
için dışarısı tam anlamı ile savaş alanıydı. Nerden, ne geleceği kesinlikle
belli olmayan dışarısını hiç söz konusu bile etmemişti. Restoranı bile kızlara
vermeden önce kaç gün kafa patlatmış ve tamamen güvende olacaklarından emin
olduktan sonra onlara vermişti. Ancak böyle bir istekte bulunmalarının bir diğer
nedeni de, Ares’ in, Beren hayatına girdikten sonra birçok değişim
göstermesinden kaynaklıydı.
“Pekâlâ,
istediğiniz gibi olsun”
Ares’ in
sözlerinin ardından her biri şaşkınlığın esir aldığı bedenini gizlemeden ona
gösteriyordu. Ares’ in yüzüne bakarken, onun kabul etmeyeceğinin ihtimaline daha
fazla ikna olan aile bireyleri, şuan ki sözlerinin garipsemiş bile sayılırdı.
Ares o
saatten sonra genel olarak sessiz kalmıştı. Hücrelerine yapışan ve aldığı
nefese bile karışan bir duydu vardı ki, Ares’ e her daim zorluk çıkarmaktan
geri durmuyordu. Kaybetme korkusu onun iliklerine kadar işlemişken, çaresiz bir
hastalığın elinden kurtulamamak gibiydi. Her geçen gün iyileşmesi gereken bir
yaranın ilk günkü gibi kalması gibiydi.
Korkusuz
insanın tek tutunduğu şey hayatta kalmaktır. Umurunda olan tek şey; eğer nefes
alıyorsa onun için başka hiçbir şeyin hükmü geçerli değildir. Korumak istediği
ya da korkmasını sağlayacak hiçbir nedeni yoktur. Hayatı için önem arz eden tek
şey; canı ve sağlığı ve sadece savaşı da bunun içindir.
Ares böyle
bir adam değildi. Onun kaybetmemek için uğraştığı çok şeyi vardı. Herhangi bir
kayıp için ise artık tahammülü yoktu. Öyle şey yaşamıştı ve öyle çok duya tanık
olmuştu ki, artık daha fazlası için yeri yoktu. Bunun korkusu onu bir küçük
çocuk gibi titremesine bile neden oluyordu.
Başına
buyruk olan insanoğlu için korku yararlı bir şeydir. Tutunması sağlayacak,
uğruna savaşacak, hayatını anlamlandıracak şeyleri olmalı. Elinde var olana
dört elle sarılması ve korumak için son gücü ile çabalaması için korkmak
insanoğlu için iyi bir şeydi. Korkusuz olmak insanı yücelten bir şey değildi.
Aksine yüreği korku dolu olduğu halde bu korkusuna kafa tutan insan,
alkışlanmalı ve de onurlandırmalı.
Kısa süren akşam yemeğin ardından erkekler salonda
otururken, kızlar da, önce masayı toplamış ve ardından mutfağa geçip,
bulaşıklar ile ilgilenmeye başlamışlardı. Erkekler kendi aralarında sohbet
ederken, Ares’ in sessiz kalışından onun istedikleri, dışarıda akşam yemeğinden
rahatsız olduğunu biliyorlardı. Ancak onlara öncelik verip, isteklerini yerine
getireceğini söyleyen Ares’ e minnet duymadan edemiyorlardı.
Beklenmeyen bir anda, Ares’ in telefon zil sesi
salona dolduğunda, ilgi de onun üzerinde toplanmıştı. Cebinden çıkardığı
telefonun üzerinde yazan ismi bakıp, ardından aramayı yanıtlamıştı. Arayan
Mehmet Beydi ve onun adını görmek Ares’ e Can ile yaptığı son telefon
görüşmesini anımsattı.
“Efendim Mehmet amca”
“Nasılsın, oğlum?” Mehmet Beyin sesini duyan Ares,
Can ile yaptığı telefon görüşmesini anımsamıştı.
“İyiyim, sen ve Meliha teyze nasıl?”Ares bir eli
ile telefonun tutarken, diğer eli dizinin üzerindeydi. Ares’ in ses tonundan
durgun olduğunu fark edebilirdi ancak aklında mücadele ettiği birkaç bir şey
varken, o an bunun farkına varamadı.
“Biz de, iyiyiz oğlum. Beren, kardeşlerin nasıl?”
“İyiler onlarda” Mehmet Bey o an boğazını
temizlemiş ve uzun tuttuğu hal, hatır sorma kısmının sonuna geldiğini fark
ettiği için asıl arama nedenine gelmek istemişti.
“Ares, öğrendiğime göre Azerbaycan ile yapılacak
olan anlaşmadan geri çekilmişsin. Bu büyü bir kazanç ve büyük bir başarı
olacaktı oğlum. Neden geri çekilmek istediğini öğrenmek istedim.” Aklında baş
etmeye çalıştı bir dolu derinin arasında, ona hesap soran bir tavırla Mehmet
Beyin sözleri hiç hoşuna gitmişti Ares’ in. Ares ailesinden bir tek
sorgulanmamayı istiyordu. Bir tek buna tahammül edemiyordu. Bu yüzden Mehmet
Bey onun şuan fazlası ile canını sıkmıştı. Konuşma boyunca kendini kontrol
altında tutmaya çalışan Ares’ in durumunu fark eden kardeşler, Mehmet Beyin onu
kızdırmak için ne söylediğini sorguluyorlardı.
Mehmet Bey şirket ile ilgili olan her şeyi Ares’
in üzerine bırakmış ve bu yüzden onun bu konuda pekte söz söyleme gibi bir
hakkının olmaması işler ile ilgilenmeyi çoktan bıraktığından dolayıydı. Üstelik
bir de, Ares’ in aldığı karar güvenmiyormuşçasına söylediği bu sözler Ares için
kabul göremezdi.
“Sorunu yanıtlamam için bana biraz müsaade etmelisin”
onun mesafeli ve katı sesi ile Mehmet Bey onun tahammül sınırını geçtiğini
biliyordu. Hatta sözlerinin ardından Ares’ den çok büyük bir tepki almayı bile
göze alarak, onu aramıştı.
“Elbette oğlum” görüşme sona erdiğinde, Ares
oturduğu yerden ayaklanmış ve ayakkabısının çıkardı tok sesler eşliğinde,
salondan ayrılıp, mutfağa doğru ilerlemişti. Onun sert adımları ilerlerken,
diğerleri ise öylece ardından bakmışlardı.
Mutfağa giren Ares’ i ilk fark eden Nilay olurken,
yanında olan Selin’ e de, işaret vererek onunda heybetli bedenin gelişini
görmesini sağlamıştı. Diğerleri de bunu fark ettiğinde, kızlar çifte müsaade
etmek için adımlarını hızlı tutarak, mutfaktan ayrılmışlardı.
Sevgilisinin gelişini gören Bere ise önce tezgâha
yaslanan bedenini oradan ayırmış ve birbirine bağladığı kollarını da,
sevgilisinin yaklaşması ile çözmüştü. Beren sevgilisinin yüzüne baktığında bile
aslında ona karşı dikkatli davranması gereken bir durum olduğunu anlıyordu.
Ares’ in adımları sonunda sevgilisinin yanını bulmuş ve herhangi bir şey
söylemeden ellerini, onun koltuk altına koyup, kolayca tezgâhın üzerine oturmasını
sağlamıştı. Sevgilisinin alnına, alnını dayayarak nefesini soluyordu.
“Bir şeyler söyle, Beren” gözlerini kapatmış ve
sevgilisinin nefesine karışan sıcak nefesi eşliğinde söylediğinde, Ares’ in
dudaklarından kelimeler son derece naif bir halde ulaşmıştı. Hâlbuki
bedenindeki gerginlik tüm hücrelerini ele geçirmişti.
“Ne söyleyeyim” yüzünde bir gülümseme belirmişti
ki, bu görülmeye değerdi. Zira sevgilisinin durumunun farkındayken, onun
kendini bir yerlere kapatmayıp, kendine gelmiş olması yüzünde kelebeğe ömür
veren bir gülümsemeye sebep olmuştu.
“Her ne istersen, sesinde bedenime şifa bir şeyler
var. Ve benim şuan ona ihtiyacım var” Ares sözlerinin ardından sevgilisinin
bedenini kolları arasın almıştı. Bir ömrü böyle geçirse hiçbir şikâyeti olmayacakmış
gibi sarıyordu onu.
“Eğer kardeşlerinin isteği seni zor duruma
sokuyorsa, bunu onlarla paylaşmalısın, Ares” elini sevgilisinin sırtına uzatan
Beren, elini sırtında gezdirip, rahatlamasına yardım etmek istiyordu.
“Onları her daim bu malikânenin duvarları arasında
tutamam güzelim. Onların isteklerine kulak verip, buna alışmam gerek”
“İstedikleri şey senin kötü hissetmene neden
olacaksa, bundan vazgeçmek onlar için hiçte zor olmayacaktır” Beren,
sevgilisine kollarını daha sıkı sardı. Onu içine düştüğü durumdan kurtarmak
istiyordu.
“Onlara bir ödül istemlerini söylediğimde, sadece
dışarıda bir akşam yemeği, dediler Beren. Sanki askerlerin izin güne çıkması
gibi dışarıda olacak olan bir akşam yemeği onlar için ödül gibi. Onları özgür
bırakmakta geç bile kaldım Beren” sıkıntı dolu sesinin daha da normale
döndüğünü fark edebiliyordu, Beren ve bundan fazlası ile memnuniyet duyuyordu.
“Yakında evlenecekler, çocukları oldukları zaman
ailecek vakit geçirmek isteyecek. Kendi korkularım yüzümden onları sürekli
olarak burada hapsetmeye hakkım yok”
“Sen bu dünyanın görebileceği en mükemmel insansın.
Her anında, önceliği ailene vermeyi nasıl da, başarıyorsun. Söylesene sevgilim;
tek kusurun dahi yok mu?” ufak bir kahkaha ile karşıladı Ares, sevgilisinin bu
sözlerini. Daha sonra ise onun gülüşü ile keyiflendi, Beren.
“Benim gibi bir adama, en son söylenecek şey galiba; kusursuzluk.
Ama gözüne böyle bir yerim varsa, bedenime leke yapan onlarca yara izini, yok
sayacağım” sözlerinin ardından kollarını sevgilisinin bedeninden
uzaklaştırmıştı. Daha sonra ise sevgilisinin dudakları ile dudaklarını
buluşturmuştu. Kısa bir öpücüğün ardından onunla, göz göze geldi Ares.
“Sen diğerlerinin yanına dön” sözlerinin ardından
ellerini, sevgilisinin bedeninin iki yanına koymuş ve tezgâhtan indirip,
ayaklarının zemin ile buluşmasını sağlamıştı.
“Sen?”
“Ben bir telefon görüşmesi yapacağım. Sonra yanınıza
geleceğim” tekrar sevgilisinin dudaklarına ufak bir öpücük bırakmış ve onun
onaylayan gözlerine şahit olmuştu. Beren, onun daha iyi olduğundan emin olduğu
için ona karşı diretmeden mutfaktan ayrılmıştı. Ares sevgilisinin arkasından
bakarken, koca güneşin sadece ona denk geldiğini ve onun ışınları ile ısınan
biri gibiydi. Ares gözlerine bakıp, kollarını onun bedenine saran sevgilisinin ardından
memnuniyet dolu bir adam oluyordu. Beren onu ehlîleştiriyor ve daha insani
yapıyordu. O karanlığın ortasına ışık yakmaya cesaret ediyordu.
Sevgilisi mutfaktan ayrıldıktan sonra Ares Mehmet
amcasını yeniden aramıştı. Mehmet Bey; yeni yetme bir delikanlı gibi
davrandığının farkındaydı. Yıllar önce Ares’ e onun hayatına karışmayacağını ve
aldığı kararları sorgulamayacağına rağmen söz vermişti anca şuan kendine hâkim
olamadığına yanıyordu. Ares onun yetineceği kadar birkaç açıklama yapmış ve
ardından görüşme sona ermişti.
Ares elbette Mehmet Beyin bu yaptığını da,
unutmayacaktı. Ares’ in önem verdiği şey; hatasız ya da yanlışsız ilerlemek
değildi. Onun için önemli olan; hatalara ve yanlışlara bir kez yenildikten
sonra ikincisine mahal vermemekti. Mehmet Bey ise; tok bir çocuk gibi ders
çıkarmadan sürekli hatalarını yineleyip, duruyordu.
Mutfaktan ayrılan adımları salona ilerlediğinde,
ona en büyük kazancı sunulmuştu. Kardeşleri kendi aralarından keyifle sohbet
ediyor ve salonda, onların gülüşmeleri duyuluyordu. Bu görüntüden daha üstün
Ares’ in dünyasında yer edinmiyordu. Adımları kendi koltuğuna ilerlemiş ve
sessiz adımlarla, yerine oturmuştu. Kızlar akşam yemeği için kendi aralarında
sohbete dalmışken, erkekler ise maç muhabbetine kendilerini fena kaptırmışlardı.
Biraz önce kötü bir halde yanlarından ayrılan Ares ise en az onlar kadar
keyifle, karşısındaki bu görüntüyü izliyordu.
_
Yılın son günlerinin yaşandığı şu günlerde, büyük
bir kargaşa boy gösteriyordu aslında. Ortada Ares’ in ailesine karşı plan yapan
birkaç varsa da; yalnızca içlerinden bir tanesi en lanetlisiydi. Güneş bile
onun yüzüne bakmaktan kaçınır. Ay; onun olduğu şehri, ışığı ile aydınlatmaya
hayâ ederdi. Beyaz kar taneleri onun olduğu şehre düşmek istemez ve yağmur
bir toprağı kendinden yoksun ederdi.
Timur Özyurt; nişanlısı ile yediği akşam yemeğinin
ardından onu, aile ile yaşadığı evine bırakmak için evine ulaşmıştı. Arabada
sessizlik hâkim olurken, Nehir’ de arabadan inmek için henüz bir harekette
bulunmamıştı. Güzel ve romantik geçen bir akşam yemeğini bozmak istemeyen
Nehir, nişanlısı ile aklında dolaşanları konuşmadan yanından ayrılmak
istememişti.
“Ares Karal konusunda, gerçekten kararlı mısın?”
sözlerinin bile yanındaki bedenin öfkelendirdiğini biliyordu. Derince alıp,
verdiği nefesler ile bunu anlamak onun için hiçte zor değildi.
“Onun bedenini diri diri yakıp, kül ettikten sonra
o ateşin sönmesine izin vermeden, aynı çatı altında yaşadığı herkesi, o ateşte
kül edeceğim” onun nefret dolu sözlerinden kendi korkmuştu. Onun Ares Karal’ a
neden bu kadar öfke duyduğunu biliyordu. Ancak yine de, Ares Karal’ a karşı bu
kadar kin duymasını ve onunla karşı karşıya gelmesini istemiyordu. Bu Ares
Karal korkusundan değildi. Nehir’ in bunun için birçok haklı sebebi vardı.
“Timur, Ares Karal sandığ-“ elini sevgilisinin
çenesine uzatan Timur, onun çenesini kavrayarak, kendine yaklaştırdı. Canını
acıtmıyor olsa da, onun başını geri çekmesine müsaade de, etmiyordu.
“Nişanlının yanında, başka erkekleri böyle rahatça
savunma. Hele bu isim o herifse; bunu bir daha sakın yapma, Nehir” nişanlısının
öfkesine genel olarak, çok az zaman da rastlamıştı Nehir. Her ne kadar düşman
gördüğü insana acıma duygusu olmadan karşılık verse de, kıymetli nişanlısının
etrafında, aptal âşık gibi dönüp, duruyordu. Timur sözlerinin ardından
sevgilisinin dudaklarını hırsla öpmüştü. Sanki öpüşü ile ders vermek ister
gibiydi.
“Hesap günü çok yakında, hayatım. Ona her şeyin
bedelini ödetmeme çok az kaldı” eli ile sevgilisinin yanağını usulca seven
Timur, sözlerinin ardından onun arabadan inip, evine doğru ilerlemesinin
izlemişti. Peki, bu hesap günü geldiğinde, gerçekten kim hayatta kalacaktı. Ya
da hayatta kalan ise hayatına devam etmek isteyecek miydi?
Yorumlar
Yorum Gönder