Kahvaltıları bittikten sonra Beren’ in masayı
toplayışını izleyen Ares, arkasındaki sandalyeye de bu manzara karşısında
yaslanmış keyifle izliyordu. Yüzünde naif bir gülümseme yer edinirken, elleri
masanın üzerine birleşmişti. Sevgilisinin bedeni sağa sola hareket ettikçe,
Ares, ömrünün her anında bu görüntüye şahitlik etmeyi diliyordu.
Mutfaktan ayrılan çift bu kez Ares’ in istediği
üzerine odalarına çekilmiş ve yataklarına uzanmıştı. Beren’ in ne kadar
zamandır uykusun kaldığını bilen Ares, ona bir rahat bir uykuyu sağlamak
istiyordu. Öylece birbirlerinin yüzünü izledi, iki genç. Ares elini havalandırmış
ve onun yanağındaki morluğu kaybolmaya başlamış olan yarasında durmuştu.
Parmağı nazikçe dokundu, yaraya. Onu incitmekten korkuyordu.
“Acıyor mu?” fısıltı ile ulaştı Beren’ in
kulaklarına onun sesi. Beren, önce geniş bir gülümseme sunmuş ardından ise başını
iki yana ağır ağır sallamıştı. Ares ise ona yüzünde buruk bir gülümseme ile
baktı. Artık kaybolmaya başlamış olmasından memnun olsa da, hiç olmamasından
daha memnun olurdu.
“Gördüğün o rüyanın, hiçbir anlamı yok, biliyorsun
değil mi? Sadece sürekli aklında takılı olan şeyleri bir yansıması sadece. Bu
bilinçaltının sana bir oyunu, neden seni bu kadar etkilemesine izin verdin,
güzelim” onun sözlerine karşılık bir şey söyleyemedi. Ağzından yanlış bir
şeyler çıkıp, Ares’ i kırmamak için susmak istedi o an.
“Hislerim, yeteri kadar kalbine ulaşmıyor mu,
Beren? Senin bu kadar şüpheye düşmene, ne sebep oldu?” gözlerine inen hüzün,
Beren’ in içini acıttı. Konuşmaması yine yanlış yerlere sürüklüyordu, onları.
Ares’ in kendini suçluyor olmasından korktu.
“Hislerimin şüpheyle bir ilgisi yok Ares. Ben
sadece yaptığım onca hatanın bir seni yormasından korkuyorum. Sen bir makine
değilsin sevgilim. Bir gün yüzüğü çıkarmamı isteyeceğinden korkuyorum” Ares,
güzel sevgilisinin kendi sevgisinden şüphe etmediğini anladığı için
rahatlamıştı.
“Sadakat güçlü bir bağdır, Beren. Benim birçok
histen daha büyüktür. Karşındaki insanlar ile aranda bu bağ yoksa pekte bir
kıymeti yok demektir. Anne, baba, kardeş, sevgili ya da arkadaş; sadakat
olmadan aranızdakilerin hiçbir değeri olmaz. Bizim aramızdaki bağ da, sadakatin
en güçlü hali güzelim” sözlerinden hiçbir kuşku duymadığından emin olmak için
onun gözlerine bakıyordu, Ares. Beren o sıra, sevgilisinin huzur dolu sesinden,
dokunuşlarından annesinin saçları ile oynadığı huzuru buluyor ve bedeni biraz
daha sakinleşiyordu.
“Bana yeni bir hayattan bahşettiğin gün; küle
dönmesi an meselesi olan, dumanı üstünde tüten kalbimi avuçlarının arasına
koydum. Avucu iki yana açıp, kalbimin zeminin üzerinde, tuzla buz olmasını
izleyebilirsin. Ya da şifa olmak için sarıp, sarmalamakta, senin elinde.
Köpeğin önüne atsan bile yemeye değer görmeyecek olan kalbim, o küçük ellerinin
arasında. Yalnızca efendisine itaat etmek için var olan, bir köle gibi” ses
tonu ile uyuşan beyni uykuya meyilli olarak onu dinliyordu. Ancak sözlerinin
her hecesini anlayacak kadar da, bilinci açıktı.
“Ben seni, beni sevmen için sevmiyorum güzelim.
Bana iyi gelen yalnızca sensin. O çürük organ, yalnızca sen etrafımdaysan,
bedenime aitmiş gibi hissettiriyor. Senin varlığın, nazarımda öyle kutsal ki;
kırsan bir, sevsen de” elleri usul usul sevgilisinin saçları arasında
geziniyordu.
“Gözlerime bakıp, gülümsediğinde; küçük bir çocuğun
gece yolculuğunda, ayın kendini takip ettiğini düşünmesi gibi bir hisle
doluyorum. Koca ay, işini gücünü bırakıp, onunla seyahat ediyor. Ne büyük onur,
ne özel, ne kıymetli…
Gitmeni, uzaklaşmanı istemem, sadece sen kırmamak
için. Ben bir makine değilim, seni incitmekten korkuyorum. Her ne olursa olsun,
döneceğim yer, senin yanın olacak. Kalbim avuçlarının arasında, güzelim, nasıl
uzak kalabilirim sana” Ares, sözlerinin ardından Beren’ in yüzünde gördüğü
yarasına, bir kelebeğin dokunuşu kadar naif bir öpücük bahşetti.
“Meğer ne haklıymış Ferhat, dağları delmekte. Romeo
ve juliet, ne haklıymış; ayrı kalmaktansa, intihar etmekte. Meğer ne
haklıymış, Paris uğruna Truva savaşının başladığı Helene’i; kaçırmakla… Sen
olmazsan, olmaz güzelim
“Bizi Paris ile bir tutma Ares. Ben o heriften,
nefret ediyorum” ufak bir kahkaha bıraktı Ares, onun sözlerinin ardından. Beren
bunu bekliyor gibi sırt üstü dönüp, başın sevgilisinin omzuna yaslayıp, onun
bedenine biraz daha yaklaştı.
“Hem sen, yalnızca Akhilleus, olabilirsin”
“Neden?” Ares gözlerini onun yüzüne çevirdi.
“Çünkü aslında onunla aynı kaderi paylaşıyorsun.
İnsanlar tarafından yanlış tanınıyor ve yanlış anılıyorsun. İkinizin de, isminin
önünde hak etmediği kalıplar var” derin bir nefes alıp, geri bıraktığında, Ares
sevgilisini, küçük bir çocuğun anlatılan masalı dinlenmesi gibi ilgi ile
dinliyordu.
“Onun için yetenekli bir katil diyorlar. Hâlbuki
Akhilleus, daha önce hiç savaş görmemişken Truva savaşına katılmıştı. Sen de;
on altına yaşına kadar normal bir hayat sürerken, yaşadığın şeylerin ardından
bu hayatı seçtiğini, bilmiyorlar. Akhilleus’ un katılmadığı hiçbir savaşı
kazanamamış olan Yunanlılar, onun savaşma kabiliyetini bir çırpıda, hiçe
sayabiliyorlardı. Senin de; neden böyle bir hayatı seçtiğini hiç düşünmeyen
insanlar, arkadan kendine kurban seçen acımasız bir adam olarak anıyorlar seni.
Akhilleus’
u küçük düşürüp, şanını kirleten Agammenon’ un karşısında, hiçbir kral bu
yaptığı için ona karşı gelmemişti. Sizin başınıza gelenleri ise; ne polis, ne
savcı, ne de hâkim… Bunun hesabını kimse sormadı. Akhilleus, kırılıp, bir daha
savaşmak istemediğini söylediğinde, her kral onun için kalbi kin dolu, insafa
gelmeyen diye adlandırdılar onu. Kimse kibirli Agammenon’ un ondan af
dilemesini söylemedi. Kimse, Agammenon’ un yaptığının bedelini, canları ile
ödeyen askerlerin ardından ona hesap sormadı. Herkes Akhilleus’ u suçlamıştı.
Hâlbuki Akhilleus, bu savaşta hiçbir zorunluluğu olmadan bulunuyordu. Aralarındaki
en genç o iken, savaşta en çok iş gören o iken, yine onu suçlamaktan
çekinmediler. Salgında kaybedilen askerlerin halinden korkup, ayaklanan
askerleri durduran Akhilleus’ du oysa.
Sen, sigara içtiğini öğrenen annen üzüldüğü için
bir daha içmemeye söz vermişken, bu yaşına kadar hala buna bağlı kalmaktan
vazgeçmediğini, kim biliyor. Hangi kendine kurban seçip, canice öldüren bir
adam bunu yapar?
Yoldaşım dediği, daha çocuk yaşlardan beri yanında
olan, aynı çadırı paylaştığı; Patroklos’ du. Akhilleus’ dan ağlayarak savaşması
istediğinde, Akhilleus’ un, onu geri çevirirken, ne kadar canının yandığını,
Patroklos, onun yerine savaşmak istediğini söylediğinde, nasıl korktuğunu, hiç
kimse neden anlatmıyor. Kendi kıyafetleri ile kendi yerine savaşa gönderirken,
onun sağ salim gelmesi için nasıl dualarda bulunduğunu, ne kadar yalvardığını
anlatan oldu mu?
O fabrika da, kim duydu sizi Ares? Kim yardım
edebildi size, kendini Azrail ilan eden Ares Karal’ ın bedeninde taşıdığı
yaralardan kimin haberi var?
Patroklos’u öldüren Hektor, onun kıyafetleri alıp
onurunu yere düşürürken, kimse bundan bahsetmedi bile. Tek bilinen; Akhilleus’
un intikam için öldürdüğü Hektor ‘u atın arkasında sürükleyip, kale etrafında
nasıl sürüklediği oldu.
Annenin, hayatını nasıl kaybettiği anlatıldı mı,
insanlara? Bu yüzden Azrail’e dönüştüğünü kim biliyor Ares?
Patroklos ‘u öldüren Hektor ‘du. Onun kafasını
koparıp, Truva’ nın ortasında bir kazığa geçirmek istediğini, hiç bilen var mı?
Hektor’ un savaş için gerekli olanı yaptığını söylerken, aynı şeyi yapan
Akhilleus’ u, neden lanet ederek, anıyorlar.
Annene, sana yapılanlara, hayatını çalıp,
mahvedilen hayatın için intikam almak, insanların gözünde neden acımasız bir
canavar yaptı seni?
O ki, düşmanı olan Troya kralı Priamos, oğlu
Hektor’ un ölüsünü istemeye geldiğinde, diz çöken adamı yerden saygı duyduğu
için kaldırdı. Hektor’u köpeklerine yem edeceğine dair yemin etmesine rağmen
yaşlı adamın yalvarışını geri çevirmeyip, oğlunun ölü bedeni ile şehrine sağ
ulaşması için adamlarına emir verdiğini kim anlatıyor?
Kuş uçurmadığın bu malikâne etrafında, sırf ben
korktuğum için kucağında getirmedin mi? Sizin yanınızda olmam, başıma bela açmasın
diye kaç kez kurtar kendini dedin. Azrail olmana sebep olan başkaları olurken,
bunun için kendine lanet eden, sen değil misin? Oysa insanoğlu bencil değil mi,
sen neden kendini suçluyorsun?
Sen, Akhilleus gibisin Ares. İnsanlar sadece
yaptıklarınızın sonucunu konuşuyor. Ne yaşadığınızın, ne hissettiğinizin, neden
yaptığınız, kimsenin umurunda değil. Sen karanlığa sığınmana rağmen kardeşlerini
şehrin en aydınlık yerinde, muhafaza ediyorsun. Senin elinde kalan sadece aile
iken, sen bu aile için Akhilleus kadar mücadele veriyorsun” masal bittiğinde,
Ares’in canı yanmadı, annesini anmak ona acı vermedi. Sevgilisinin sözlerini
dinlerken, yüzündeki buruk gülümsemesi hiç kaybolmadı. Bunları sevgilisinin
ağzından, böylesine duymak onu memnun dahi etmişti.
Ares, insanların onun hakkındaki düşünceleri için
hiçbir kaygı duymuyordu. Ancak Beren’ in bu düşünceleri onun bu soğuk aralık
ayını, hazirana çevirmişti. Ares onun sözlerini gözleri dolu dolu hali ile
dinlemişti.
“Beni
Akhilleus gibi bir kahramana benzettiğin için sanırım sana, teşekkür etmeliyim
güzelim” kolları arasında olan sevgilisini daha sıkı sardı. Ses tonu
memnuniyetini açık ediyordu. Beren sözlerinin onun için uygun olmadığını ve onu
kötü etkileyeceğini düşünse de, bilmesini ve içten geçenleri onunla paylaşmak
istemişti.
“Hakkımda, daha önce ne duydun, Beren?”
“Kocaman bir evde kalabalık bir ailede yaşadığınızı
duydum. Sevgilisi olmayan tek kişi senin olduğunu ve insanları arasında pek
görünmediğini duydum. Bir deponun var olduğu ve oraya kurban seçip, hiçte hoş
şeyler yapmadığını anlatmıştı, birlikte çalıştığım arkadaşım” Beren, arkadaşı
Derya’nın o an anlattığı şeylerin ardından adı geçen adam ile şuan bu halde
olacağı hiç aklına gelir miydi, bilemedi.
“Görevlendirdiğim adamların içinde muhbir olabilir
mi, bu kadar şeyi, nasıl bilebilirler?” alay eden se tonu ile söylediğinde,
Beren’ de onun birlikte ufak bir kahkaha atmıştı.
“Ares”
“Efendim, güzelim?”
“Benimle, Truva filmini izler misin?” tereddüt
ederek sormuştu, o an Beren.
“Elbette,
büyük bir keyifle” yataktan kalkan çift, daha sonra filmi izlemek için sinema salonuna inmişti. Beren filmi daha yoğun hislerle izliyordu, bu kez. Akhilleus’
un hayatı ile çoğu şeyi farklı olan bu film bile onu yeterince etkisi altına
alıyordu. Sevgilisi ile birlikte izlediğinden midir, bilinmez. Beren gözyaşları
dökerek izlemişti, filmi…
Çift filme
daldığı sıra eve ulaşmış olan kardeşler, kendi anahtarları ile eve girmiş ve
kulaklarına dolan seslerin ardından sinema salonuna ilerlemişlerdi. Sinema
salonunun kapısını araladıkları sıra çiftin filme dalmış olduğunu fark ederek
içeriye ulaştılar. Ares, içeriye giren kardeşlerini fark ettiğinde onu
karşılamak için ayaklanmıştı. Anıl ve
Can diğer kızlar gibi Ares ile Azerbaycan’ dan döndükten sonra ilk kez
karşılaştıkları için ona sarılmak için odada ilerlemişlerdi.
“Hoş
geldin, kardeşim” her biri Ares ile sarılmalarının ardından Ares ise onlara
karşılık sıcak bir gülümseme sunmuştu. Karşında olan üç kafadarın yüzüne
baktığında, Beren’ in sözleri, aklına gelmişti. Fakat şuan ki ortam bunu uygun
olmadığı için bunu ertelemeye karar verdi. Can ise kendi koltuklardan birine
atarken, ekranda, durdurulmuş olan filmi görmüştü.
“Truva
filmini mi, izliyorsunuz?” sözleri heyecanlı çıkıyordu.
“Hektor,
Patroklos’ un boğazını kesti mi?” sanki bu ona heyecan veriyor gibi duyuluyordu
sesi. Bu Beren’ in dikkatini çekmişti.
“O aptal
Akhilleus’ un, Hektor’ u öldürdüğü sahnenin geçtiğini söyleyin. Hektor’ un daha
küçük bebeği varken, o gaddar herif acımadan öldürdü, onu” Beril’ in sözlerinin
bu konunun onu ne kadar üzdüğünü anlamak kolay olmuştu.
“Adam insan
öldürmekten nemalanıyordu. Kendi adamı öldürüldü diye gözü döndü. Bu bir savaş,
herkes elbet ölecek” Çağla’ nın söylediğinin ardından Ares ve Beren göz göze
geldi. Konuştukları şeyler doldu, her iki gencinde akıllarına. Ares’ in yüzünde
buruk bir gülümseme gördü, Beren. Sanki olanları kabullenir gibi başını öne
eğmişti.
“Adamda ki,
hırsa bak. Öldürdüğü yetmiyor gibi bir de, babasının gözlerine baka baka, at
arabasının arkasında sürüklüyor” Cenk’ in sözleri de, Beren’ in gerilmesine
neden oluyordu.
“Hayır,
asıl olay; koca savaş ustası Akhilleus’ u, savaştan zerre anlamayan Paris
öldürüyor. Tarihin en büyük ironisi…” Anıl’ ın sözleri ile Beren’ de
gerginliğinden ellerin ile oynamaya başlamıştı. Onların dudaklarının arasından
bu sözler nasıl dökülebilirdi. Yargılayan, aşağılayan bu sözler nasıl bu
ailenin içinde de, can bulabilirdi? Elleri birbirine eziyet eden sevgilisinin
ellerini, kendi ellerinin arasına aldı Ares.
“Paris’ de,
abisinin intikamını almak için aynı şeyi Akhilleus’ a yaptı ve onun bedenini,
at arabasının arkasında sürüklemeliydi. O şanın derdine düşen, kibirli herif,
diğer taraftan ne kadar onurlandırıldığı görebilirdi” Beril’ in bu sözlerine
daha fazla dayanamamış olan Beren, sevgilisinin elini bırakıp, bir anda onların
karşılarına dikilmişti.
“Siz, onun
hakkında böyle nasıl konuşabiliyorsunuz? Onun hakkın ne biliyorsun ki?”
karşılarında, öfkeli bir Beren gören aile bireyleri, irice açılan gözleri ile
onun yüzüne baktılar. Ares ise onun olanlardan sonra kendini rahatlatmasına
müsaade ediyordu.
“Yaptığı
şeylerin amacını neden görmüyorsunuz? Buna neyin sebep olduğunu neden
anlatmıyorsunuz? Onu bu kadar acımasızca nasıl yargılayabiliyorsunuz?”
gözlerinin dolu dolu oluşunu gören aile bireyleri, hayrete düşmüştü. Onu, neyin
bu kadar kızdırdığını ise kavramakta zorluk yaşıyorlardı.
“Onun eline
kılıç tutuşturan diğer insanlar değil miydi? Neden şimdi yetenekli bir savaş
makinesi olarak görüyorlar?” bir hıçkırık koptu Beren’ in dudaklarından.
“Ares’ i
yargılayamazsınız, bunu yapmaya hakkınız yok. Onun kalbini bilmiyorsunuz, onu
bütünü ile tanımıyorsunuz. Ben de onu çok üzdüm. Ama onun öyle bir kalbi var
ki, sevgisini kazanan herkese kutsal bir sevgi besliyor. O anlatılanlardan daha
üstün bir adam. Onun adını kötü sözlerle kirletmeyin. O bunu hak etmiyor”
gözlerinden düşen yaşlar eşliğinde, sözleri sonra ermişti. Ares’ i mi,
Akhilleus’ u mu, savunuyor, birbirine karışmıştı. Ares’ in başını eğdiği o
sözler karşısında, sanki söylenenler ona hitap ediliyor gibi düşünmüştü Beren.
Sanki Ares,
insanların onun hakkında olan düşüncelerini, anlattıklarını kabullenmiş
gibiydi. Bu Beren’ in canını yaktı. Huzursuz etti. Odadan hızlı adımlar ile
çıkmış ve odasına ilerlemeye başlamıştı. Onun ardından sinema salonunda tek bir
nefes sesi dahi duyulmuyordu. Az önce kopan fırtınan sanki hala ortasındaymış
gibiydiler. Onun canını ne yakmıştı, hangi sözlerimiz onu bu kadar etkiledi,
bir türlü anlayamamışlardı.
“Biz, siz
gelmeden önce bu konu hakkında konuşmuştuk. Bu yüzden bu konuda biraz hassastı.
Lütfen bunu bireysel olarak düşünmeyin” kardeşlerine birkaç açıklamanın şuan
için yeteceğini düşünen Ares, daha sonra sevgilisinin ardından odadan
ayrılmıştı. Onun yukarı kata ulaşmak için son merdivende olduğunu gören Ares,
ona seslenmişti.
“Beren”
yukarı katın koridoruna ulaşmış olan Beren, sevgilisinin seslenişi ile olduğu
yerde kalırken, sevgilisinin yanına ulaşmasını beklemişti. Sevgilisinin
adımları yanına ulaştığında ise hızlı bir hareket ile ona kollarını dolamıştı
Beren.
“İnsanlar
senin de, adını böyle kirletecekler Ares. Hislerin, duyguların yokmuş gibi
sadece seni kötüleyecekler. Ya insanlar senin de arkandan acımasız bir katil
denirse, sen öldükten sonra bile adının önüne iğrenç kalıplar koymaktan
vazgeçmezse…” onun sesinden böyle şeyler duymak, sadece onun canını yakıyor diye
yanıyordu, Ares.
“Dışarıdaki
insanlar seni bilmiyorlar Ares, kalbini tanımıyorlar. Onca yaptığım aptallığa
rağmen hala elimi tutuyor oluşunu, kardeşlerin için nasıl mücadele ettiğini ve
aileni nasıl her şeyden üstün tuttuğunu bilmeliler” kollarını sevgilisinin
bedenine saran Ares, onun iyi hissetmesi için öylece bekliyordu.
“Bunca
insan hakkında kötü konuşmaktan utanmalı Ares. İnsanlar annenin yetiştirdiği
Ares’ i tanımalılar” onun sözlerinin ardından Ares’ in yüzünde buruk bir
gülümseme belirmişti. Kollarını gevşettiği sıra sevgilisi ile göz göze gelen
Ares, onun gözlerinin içine baktı.
“Akhilleus,
çadırına gelen kralları geri çevirirken, hakkında ne düşünürler, umursadı mı?
Kimin ne söylediği ya da düşündüğünün yerine, ailemin ne düşündüğü benim için
çok daha kıymetli” alnını sevgilisinin alnına dayadı, nefesini içine
çekiyordu. Onun sözleri ile artık daha güçlü hissediyordu. Daha sarsılmaz, daha
dayanıklı… Ares daha önce hiç yargılanmanın ya da istenilmeyen bir adam olmanın
kaygısını duymamıştı. O dünya üzerinde bir tek ailesini önemsiyordu. Onları
düşüncelerine ulaşamamak adına kaygılanıyordu.
Mehmet
Beyin, Meliha Hanımın ya da kardeşlerinin, onun hakkında neler düşündüğünü
biliyor ve bundan emindi. Artık şuan sevgilisinin de, düşüncelerinden emin
oluyordu. Beren’ in o sözünü ettiği surları artık daha aşılmaz bir hale
geliyordu, onun sözlerinin ardından. Dakikalar ilerledikçe Beren, sevgilisinin
kollarında, biraz daha sakinleşmeyi bekliyordu. Ondan biraz daha uzaklaşan Ares,
onun yüzüne baktı. Ağlamış olduğundan yüzü kırmızılaşmış ve sevgilisinin kendi
için bu kadar kaygı duyması onu fazlası ile memnun etmişti.
“Daha iyi
misin?” nazik ses tonu ile sevgilisinin kulaklarını doldurmuştu. Başını
kaldırdığında sevgilisi ile göz göze geldi. Beren sevgilisini başı ile
onaylamıştı.
“Hadi,
diğerlerinin yanına dönelim”
“Odaya
dönsem, olur mu?” odadan bir hışımla çıktığı için yeniden odaya girme konusunda
tereddüt ediyordu Beren. Kardeşlerin ona karşı sert tepki vermesinden ve yeniden
bir soruna neden olmaktan korkuyordu.
“Belki de,
aşağıya inip, Akhilleus’ u onlara, doğru şekilde anlatmalısın” Beren,
sevgilisinin bu sözlerinin ardından onun elini kavradı. Gözlerine bakarken,
ışıl ışıl bir ifade vardı.
Kaleler yıkan elleri kanlı, öldürdüklerinin
derisini yatağına kılıf yapan; savaş tanrısı Ares değil, dizlerime başını
koyup, saçlarıyla oynamamı isteyen ve söylediğim ninni ile uykuya dalan; Ares
olduğunu hiç usanmadan anlatacağım. Dünyadaki, tüm insanlara ayrı ayrı anlatmam
gerekse dahi bunu yapmaktan vazgeçmeyeceğim…
Beren
sevgilisinin sözlerini başı ile onaylamış ve onun elini tutarak, sinema
salonuna ilerlemişti. Odada sessizlik hâkim, ekranda ise hala Ares’ in
durdurduğu sahne vardı. Çift odada ilerlemiş ve kendi yerlerine oturmuştu. Söyleyeceği
sözleri aklında toparlayan Beren, boğazını temizleyerek, sözlerine başladı.
“Ben az
önce onlarlar için üzgünüm” sevgilisinin elini kavrayan Beren, sözleri ile
birlikte daha da sıkı tutuyordu. Bundan güç alıyordu.
“Akhilleus
hayranlık duyduğum bir adam. Ama biraz evvel olan şeyin sebebi; onu ve Ares’ i
birbirine benzetmemden dolayı. İnsanlar tarafından yanlış tanınıyor ve
yargılanıyorlar. Bu yüzden insanların fikirlerini değiştiremeyecek olmanın
çaresizliği ile sizlere çıkıştım” derin bir nefes alıp, titrekçe geri bırakmıştı.
“Sözlerim
sizi kırdıysa, bunun için üzgünüm” sevgilisinin sözlerini dinleyen Ares’ in
yüzünde öyle bir ifade belirmişti ki, o an kimse bilmiyordu fakat Ares böyle
bir ifadeye; cumartesi günleri annesi için özenerek hazırladığı kahvaltıyı
annesine sunarken, yine böyle bir ifadeye sahipti.
Beren’ in sözleri bitmiş olsa da, kardeşler
arasında ki, sessizlik bozulmamıştı. Yerdeki ahşap parkelerin arasından güzel
kokusu ile çiçek tomurcukları yükselip, onun sözleri ile göz açıp, kapayıncaya
kadar koca bir çiçek olmuştu sanki.
Odada
çiçeklerin kokusu dört köşeyi de sararken, odada nefes alanlara huzur bahşetmek
için görevliydi sanki. Ares ile birlikte görülmek istemeye Beren’ in
dudaklarından şuan neler dökülüyordu böyle. Okulda tartıştığı kızdan hesap
soran Ares’ e, kendi hesap sormak isteyen Beren, neler söylüyordu böyle…
Kardeşlerin
memnuniyeti koca malikâne duvarlarını bile aşıyordu. Artık Beren, Ares’ e nasıl
davranması gerektiğini öğreniyordu. Onun nasıl bir insan olduğunu ve aslında
onun görmesi gereken muameleyi ona yapıyordu. Bu yüzden her biri rahatlamış ve
ona karşı minnet duymuşlardı.
“Biz biraz
bocaladık Beren, bizi affet” Egemen gözlerini çifte çevirmiş ve onların yan
yana oluşu daha memnun ediyordu.
“İnsanları
yargılamak konusunda en çok bizim hassas davranmamız gerekirken, yaptığımız son
derece yanlıştı. Bunun için gerçekten üzgün hissediyoruz” Selin’ in sözlerini
diğerleri de başları ile onayladığında, bu Beren’ i biraz olsun gülümsetmişti.
Sorun çıkmadan her şey normale döndüğü için fazlası ile memnundu.
“Biz akşam
yemeğini hazırlayalım” Selin, kalkmak için hareketlendiği sıra Ares onu sesi
ile durdurmuştu.
“Siz değil,
akşam yemeğini; bu üçü yapacak” oturduğu koltukta öne gelerek karşısındaki üç
kafadarı işaret etti. Can, Anıl ve Cenk bir afallama ile onun yüzüne
bakıyordu.
“Biz mi?”
Can, koca sesi ile şaşkınlığını gizlemeden soruyordu. Odada bulunan her
bireyin, bu olay karşısında büyük bir şaşkınlığa uğradığı gün gibi ortadaydı
aslında.
“Yumurta
kırmakta, yemek yapmaktan sayılıyor mu?” Can’ ın yanında oturan Anıl, son
derece ciddi bir ifade ile onun kulağına fısıldamıştı.
“Hadi,
mutfağa geçelim” Ares, sözleri ile birlikte ayaklandığında, diğer erkeklerde
onu takip ederek ayaklanıp, odanın çıkışına ilerlemişti. Kızlar odada
kalırken, Beren sevgilisinin ardından yüzünde ki, memnun ifade ile bakmıştı.
“Az
söylediklerimiz yüzünden, kim bilir, kendini nasıl hissettin Beren. Bu konuda
gerçekten mahcup hissediyoruz” İdil’ in sözlerini başını iki yana sallayıp, bir
önemi olmadığını belli etmek istedi Beren. Yüzündeki naif bir gülümseme ile ona
bakan kardeşlerine bakıp, rahatlamalarını umuyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder