Araba nihayet malikânenin bahçesinde, kendine ait olan
park yerinde durmuşken, iki gençte arabadan inip eve ilerlemişti. Beren çantasından çıkardığı anahtarı ile kapıyı aralarken, Nilay’ da yanında öylece
bekliyordu. Kapıyı araladıktan sonra paltolarını bıraktıktan sonra Beren, merdivenlere
doğru yönelmişti.
“Ben sana papatya çayı hazırlayayım. Uykunu iyi
alman için yardımcı olur” onun sözlerini Beren başı ile onayladığında, yoluna
devam etmiş ve merdivenleri aşmıştı. Sevgilisi ile paylaştığı odaya girdiğinde,
Beren’ in üzerinden ister istemez bir titreme geçmişti. Adımları Ares’ in giysi
dolabına yönelmiş ve sonunda sevgilisinin tüm kıyafetleri ile karşısındaydı.
Düzenli olarak katlanmış olan kazaklarından bir tanesini aldı eline. Birkaç gün
önce sevgilisinin heybetli omuzlarını saran kazak, şuan kendi elleri
arasındayken, kıymetli bir vazoymuş gibi dikkatle tutuyordu.
Aklında dolaşan ve bedenine ambargo koyan tüm bu
kötü düşünlerden, bir an evvel gelip, sevgilisinin onu kurtarmasını diliyordu.
Geldiği zaman bir kalesinin surları gibi her yanlarını sarsın ve kimse onlara
ulaşamasın istiyordu. Adımları bu kez yatağa yöneldiğinde, elinde tuttuğu
sevgilisinin kazağı ile yatağa uzanmıştı. Aradan geçen biraz zamanın ardından
ise Nilay, hazırladığı papatya çayı ile odaya girmişti.
“Umarım, uyumana gerçekten yararı olur” elindeki
fincanı komodinin üzerine bıraktığı sıra Beren’ in sıkıca sarıldığı kazağı fark
ettiğinde, hiç zorlanmadan bunun Ares’ e ait olduğunu anlamıştı.
“Teşekkür ederim Nilay, sana zahmet verdim”
“Böyle düşünme. Sen iyi ol da, gerisinin bir önemi
yok” yatakta yanına oturduğunda, Beren’ in elini kavramıştı.
“Eğer sana iyi bakmazsak, Ares geldiğinde bizi
azarlayacaktır” geniş bir gülümseme ile söylediğinde, Beren’ de ona eşlik
etmişti.
“Hadi, şimdi soğumadan çayını iç” komodinin üzerine
bıraktığı fincanın kulpunu kavrayıp, Beren’ e uzattı. Fincanı kavrayan Beren ise
sıcak olmasına dikkat ederek, çayından ufak bir yudum almıştı.
“Bugün restoran fazla kalabalıktı Nilay, bende
işimi yapamıyorum. Sen geri dönmelisin. Seni de, burada avare etmemeyeyim”
“Sorun değil Beren, dedim ya; önemli olan senin iyi
olman” onun kendini kötü hissetmemesi için anında itiraz etmek istedi Nilay.
Onun için gerçekten her biri kaygı duyarken, Beren’ in daha fazla düşünler ile
boğuşmasını istemiyordu.
“Ben iyiyim Nilay. Burada kalmak zorunda değilsin”
tereddüt etse de, aslında gerçekten restoranda onu bekleyen birçok işi vardı.
“Yalnızken,
iyi olacağından emin misin?” şuan gösterdiği anlayıştan ötürü Beren’ e, minnet
dolu gözlerle baktı Nilay.
“Elbette, çayım bittikten sonra rahatça uyuyacağım
zaten” Beren’ in onun içinin rahat etmesi için yüzünde bir gülümseme ile ona
bakmıştı.
“Pekâlâ, o halde gidiyorum. Ama bir şeye ihtiyacın
olursa, lütfen aramaktan çekinme” yataktan kalkarken, hala tereddüt içinde
kalsa da, adımları yavaş yavaş kapıya yöneliyordu.
“Tamam, akşama görüşürüz”
“İyi uykular sana. Görüşürüz” Nilay’ ın odadan
ayrılmasının ardından odadan yalnız kalan Beren, sıkıntı ile nefes vermişti.
Sakince çayını bitirdikten sonra kolları arasında olan sevgilisinin kazağına
sarılarak, uykunun onu teslim almasını bekledi.
_
Beren’ in
derin bir uykuya düştüğü sıra Azerbaycan’ dan dönen üç genci, Can’ dan aldığı
araba ile hava alnına giden Cenk karşılamıştı. Ellerindeki valizleri için onları
direkt olarak malikâneye getirmişti Cenk. Gençler, Mert’ in anahtarı ile açtığı
kapından içeri girmişti. Öğleden sonra olduğu için henüz eve gelmiş olan
kimsenin olmadığını düşünüyorlardı.
“Valizleri bırakıp, şirkete uğrayalım” Ares’ in
söylediğini başı ile onayladığı sıra Cenk, su almak için mutfağa yönelirken,
diğerleri de valizleri için merdivenlere yönelmişti. Odasının kapısını aralayan
Ares, o an yatakta uyuyan sevgilisini fark etti. Henüz odaya girmemişken bir
adım geri atıp, onun gibi odasına girmek üzere olan kardeşlerine döndü.
“Bugünlük işten kaytaralım. Anıl ve Can’ ı da arayıp, restorana geçin” ikisinin de, söylediği bu sözlere şaşırdığı
yüzlerindeki ifadeden okuyabiliyordu.
Sanki bunu bekliyormuş gibi hemen anında toparlanmış ve onu onaylamışlardı.
Ares odasına tekrar yönelmiş ve odaya girip,
ardından kapıyı örtmüştü. Ciğerlerine dolan bu koku bile bedenine şifa
veriyordu sanki. Elindeki valizi dolabının yanına bırakmış ve yatakta uyuyan
sevgilisinin yanına yaklaşmıştı. Yataktaki boş alana oturduğunda onun yüzünü dikkatle seyretti. Sevgilisinin, kolları arasında sıkıca tuttuğu kendi kazağını
gördüğün de, göz kenarları kırışana dek gülümsemişti, Ares. Elinde kalan, takım
elbisesinin ceketini yatağın ayakucuna bırakmış ve sevgilisine doğru eğilip, onun
yanağına hafif bir öpücük bırakmıştı. Daha sonra ise üzerindeki
kıyafetlerinden rahatsız olduğu için yataktan kalmış ve aldığı birkaç rahat
kıyafet ile banyoda üzerini değiştirmişti. Sevgilisinin yanına uzandığında, onun
uyuyan yüzünü izlemeye koyuldu Ares. Soğuk olmadığından emin olduğu elini, onun
narin yanaklarında gezdirdi. Başını ona biraz daha yaklaştırdığında gözleri,
rengi günden güne açılan morluğa kaydı.
Ona acı vereceğini düşündüğünden dokunmaktan her
daim vazgeçiyor ve yarayı sadece izliyordu Ares. Burunları birbirine değdiğinde, Ares sevgilisinin nefesini ciğerlerine dolduruyordu. Ares’ in
yüzünde öyle bir ifade vardı ki, tıpkı Beren’ in reçel sürülmüş ekmeği yediği
an gibi… İçindeki huzur katlanarak artıyor ve her hücresi bu yüzden düğün bayram
ediyordu.
Sevgilisinin dudaklarına, dudakları ile yavaşça
dokundu. Beren’ in alt dudağında yıllar öncesine ait olan yara izinde
oyalanmıştı, dudakları. Çiftin burunları sürekli olarak birbirine temas
ederken, Ares bundan son derece eğleniyor gibiydi. Öyle ki; artık kahkahası
dışa vurduğunda, Beren’ in gözleri yavaş yavaş, aralanmaya başlamıştı.
Saniyenin yarısı kadar bir süre durup, bilincinin yerine gelmesini bekledi.
“O da, burada mı?” uyku sersemliği henüz
geçmemişken, farkında olmadan soruyordu.
“Kim?” yeni uyandığından dolayı, sözlerinin bir
anlamı olmadığını düşünüyordu Ares, o an. Sevgilisinin nefesini hissedecek
kadar yakın olmanın huzuru ile bakıyordu onun yüzüne.
“Rüya mı?” titreyen sesi ile soran Beren’ i, başını
iki yana sallayarak yanıtladı Ares. Onun bu tatlı, uykulu halini keyifli bir
ifade ile izliyordu. Beren o an, elini sevgilisinin yanağına dayadı ve sanki
gerçek olduğuna inanmak için kanıt arar gibi dudaklarını sevgilisinin dudakları
ile örttü.
Saniyeler geçti ve Beren öyle kaldı. Onun bu
hareketleri ise Ares’ in keyfine keyif katıyor ve kahkaha atmamak için kendini
zorluyordu. Dudakları birbirlerinden yavaşça ayrıldığında, ikisi de, yatakta
doğrulmuş ve göz göze kalmıştı, çift. Kollarını sıkıca sevgilisine sardı Beren.
“Lütfen, bir daha gitme sevgilim. Sensizken, bitmek
bilmeyen gecelerin ortasında, bırakma beni” kollarını gevşettiğinde, onunla göz
göze geldi.
“Eğer gerçekten gitmen gerekiyorsa, o zaman beni
de, yanında götür” alınları birleştiğinde, ikisinin de, farkında olmadan
gözleri kapanmıştı.
“Buradayım güzelim. Artık bir nefes kadar yakınım
sana” nefessiz kalmış bir insana yeniden nefes bahşedilmiş gibi dökülüyordu, bu
sözler dudaklarından. Kolları sevgilisine yeniden sardı Beren. Etraflarına dizilen surları teker teker,
dizildiğini fark ediyordu. Bunun getirdiği rahatlık ile sevgilisine daha çok
sokuldu.
“Artık yanımdasın Ares. Bana geri döndün” onun
sözlerini bir anlama sığdıramadı o an. Alnı kırıştı ve onun davranışlarına
dikkat baktı. Sanki aklından geçen bir şeyler varken, bunun onu pekte iyi
hissettirmediğini düşündü. Zira Beren; O
da mı, burada? Diye sorduğunda, bunun gerçek bir soru olduğunu yeni yeni,
idrak ediyordu. Sormak istiyor ve sevgilisinin aklından geçen şeyi öğrenmek
istiyordu fakat bunun zamanının şuan olmadığı düşünüyordu.
Sarıldığı sıra sevgilisinin bedeni daha ince
gelmişti, Ares’e, o burada yokken, Beren hiçbir şey yemediğine neredeyse
emindi. Elini sevgilisinin karnına koymuş ve onun karnının ne kadar içeride
olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“Sanırım ben gittiğimden beri, çilek reçeli
sürülmüş ekmek ile bir anlaşmazlık yaşıyorsun?” bu sözlerinin ardından Beren’
de onun karnının üzerine elini koymuş ve aynını yapıp, karnını kontrol etmişti.
“Görünen o ki, benden çokta iyi durumda değilsin
sevgilim” elleri birbirlerinin karnının üzerindeyken, göz göze geldiler. Birkaç
saniye öylece kalan çift, Ares’ in onun karnından elini çekmesi ile birlikte
sevgilisinin alnına dudaklarını değdirmişti.
“Hadi gel, reçel sürülmüş ekmekler, zeytin ve
peynirler ile barışma için anlaşma sağlayalım” Ares’ in cümlelerinde geçen; anlaşma sağlamak, sözünün ardından olan
her şey bir flaştan patlarmışçasına gözlerinin önünde belirmişti.
Ares,
Sonay Hanımın şirketi ile anlaşmaya varmış mıydı? Bu Sonay Hanım denilen
kadının gölgesi daha ne kadar onları güneşten mahrum edecekti?
Sevgilisinin uzattığı elini kavrayarak yataktan
kalkan Beren’ in ifadesi zorlama bir gülümseme ile kaplanmıştı. Ares buna
gözleri ile şahit olduğunda, konuşmak için hala zamanın doğru olmadığını,
sevgilisine yeni kavuşmuşken, hemen olumsuz şeylerden bahsetmek istememişti.
“Sana kendine iyi bakmanı söyledim ama sözümü hiç
dinlememişsin. Fazla yorgun görünüyorsun, güzelim” parlak gözleri ile onun
yüzüne bakan sevgilisinin bir kız çocuğunun annesi tarafından azarlanıyormuş
gibi baktı ona.
“İyiyim ben. Sadece dün gece iyi uyuyamadım, Ares”
ne kadar kötü bir durumda olduğu ses tonundan bile anlaşılıyordu. Kollarını sevgilisinin
kollarının altında ellerini yerleştiren Ares, onu kucağına almak için harekette
bulunduğunda, Beren birkaç adım geri gitmişti.
“Ares, ne yapıyorsun?”
“Gerçekten iyi olduğuna emin olana kadar sana hizmet
ediyorum” Beren, onun bu sözünün ardından geniş bir gülümseme ile ona yapmak
istediği şey için müsaade etmişti. Bacaklarını, yerden yükselerek, sevgilisinin
bedenini iyi yanına sardı. Ve anında düşmemek için kollarını sevgilisinin
boynuna doladı.
“Hayatının geri kalanına kadar bunu yapman gerekse
bile mi?” odanın çıkışına ilerleyen sevgilisinin omzuna başını dayadı. Onun kokusu
burnuna doldukça, Beren’ in bedeni direnç kazanıyordu. Kızların hazırladığı
çaylar ya da içtiği ilaçlardan daha etkiliydi.
“Tek amacım buymuşçasına, hiç şikâyet etmeden”
basamaklardan teker teker inmeye başlamamış olan Ares, sevgilisinin kucağında
taşırken, hiçte zorluk yaşamıyordu.
“Güneş tanrısı Apollon’ un, Troya’nın surlarını
koruduğu gibi bizi öyle koru. Surların en tepesine çık ve aşağıya bak. Surlara
yaklaşan ya da tırmanmaya çalışan her kimse; parmağının tek hareket ile onu
aşağıya düşür” onun sözlerini dinleyen
Ares, onun durumunun ne kadar ciddi ve önemli olduğunu bir kez daha anlıyordu.
“Kimse bize ulaşamasın” Beren, başının onun
omzundan kaldırmış ve gözlerine bakmıştı. Burnunu sevgilisinin burnuna
dokundurup, onun nefesi ile ihya olmuştu. Son basamakları inmiş olan Ares’ in
adımları, mutfağa ilerledi.
“Troya, uzun süren savaşın ardından kurnazca
yapılan bir oyun sonrası yer ile yeksan edildi, güzelim” sözleri ile
sevgilisinin ifadesinin değiştiğini gören Ares, gülme isteğini bastırmak
durumunda kalmıştı.
“Ares!” ufak sesi ile ona itiraz etti. Bir ürperdi
geçti üzerinden. Kurnazca yapılan bir oyun sonrası yerle bir edilen Troya’ nın
hali gözlerinin önünde geldiğinde; aklında bir de bir isim belirmişti. Sonay Hanım.
“Affedersin, öyle söylememeliydim” onun sözlerini
başını iki yana sallayarak, yanıtladı Beren. Yüzünde gerçeği yansıtmayan bir
gülümseme varken, buna kendini hayli zorlamak durumundaydı. Mutfak kapısından
giren Ares, sevgilisini de, tezgâhın üzerine oturmasını sağlamıştı.
“Söyle bakalım, güzel sevgilim. Ne yemek istersin?”
kollarını birbirine dolayan Ares, onun yüzüne merakla bakıyor ve yanıtını
bekliyordu.
“Şefin, bugün bizim için önereceği neler var?”
ellerini, bacaklarının yanına tezgâha yaslayan Beren, bacaklarını sallıyordu.
Ares düşünür bir hale bürüdüğünde, parmağını burnun üzerine dayamış ve orada
sessiz bir ritim tutmuştu.
“Omlete, ne dersin?” onun sözlerini başı ile
onayladı Beren. Daha sonra ise sevgilisinin işe koyulduğunu gördü. Sevgilisi
omletli hazırlayana kadar kendinde, tezgâhtan inmiş ve geriye kalan işler için
yardım etmeye başlamıştı. Beren’ in şuan yapacağı kahvaltı ailesi ile mutlu
mesut yaptığı kahvaltılara eş değerdi. Şimşeklerin çaktığı, kulak tırmalayan,
kara bulutların esir aldığı ve korkunç sesler ile gürleyen gökyüzünde, aniden
görülen güneş görülmesi gibi.
Sebepsiz ve nedensiz olarak huzuru soluyordu insan.
Ormanda dolaşıyormuş gibi bir histi. Ağaçların arasından güneş ışınlarına
şahitlik ederken, kulaklarına dolan kuş cıvıltıları gibi. Ya da ciğerlerinin
düğün bayram ettiği, ağaçların ve toprağın kokusunu solumak gibiydi.
Ares omlet ile ilgilenirken Beren, dolaptan hazırda
bulanan birçok kahvaltılığı masaya bırakırken, dolaptan aldığı küçük
domatesleri ve salatalıkları da, doğramaya koyulmuştu. Doğradığı domates ve
salatalıklardan birkaç tane dayanamayıp, ağzına götürmüşken, sevgilisini de,
kıyamamış ve ona da, uzatmıştı. Onun uzattığı şey ile dikkati dağılan Ares,
önce elindekine bir göz atmış ve daha sonra karşılaştığı domatesi ağzına kabul
etmişti. Onun tüm ciddiyeti ile çalıştığını gören Beren, fazlası ile keyiflenmiş
ve aklında dolaşan şeylerin biraz olsun uzaklaşmasını sağlamıştı.
Sonunda kahvaltı hazırlıkları bitmiş ve çift masada
yerini almıştı. Birbirleri için özenle kahvaltı masasını hazırladıktan sonra
yan yana oturmuşlardı. Sevgilisinin yanında oturmasının avantajı ile Beren’ in
bir elini kavramıştı Ares. Parmaklarının iç içe geçtiğini izleyen Beren, ufak
bir kahkaha ile bakıyordu.
“Bu şekilde, kahvaltı yapabilmem pek mümkün değil,
Ares” ikisinin arasında kalan ellerini işaret ettiğinde, Ares’ in gözleri de,
oraya dönmüş ve ardından sevgilisinin elinin üzerine dudaklarını değdirmişti.
“Sana, bu konu yardımcı olacağım güzelim” Beren’ in
önündeki tabağın yanında duran çatalı kavrayıp, su yeşili kâsenin içindeki
zeytinlerden birine kolayca isabet ettirmişti. Çatalı sevgilisinin dudaklarına
yaklaştırıp, onun kabul etmesi için bekledi. Beren sevgilisinin kulaklarını
kahkahası ile çınlatmış ve ardından onun uzattığı zeytini ağzına kabul etmişti.
Zeytini çiğnediği sıra sevgilisinin bir şey yemiyor oluşu dikkatini çekmiş ve
alnı kırışarak onun yüzüne bakmıştı.
“Sen neden yemiyorsun?” ağzındakini yutup,
sorduğunda, sevgilisinin gözleri ile denk geldi.
“Çünkü daha önemli işlerim var” sevgilisinin
sebebini soran gözleri ile karşılaşan Ares, ufak kahkaha bırakmıştı, dudaklarından.
“Seni, yemek yerken izlemek benim için daha
yararlı. Özellikle de o an, yediğin çilek reçeli ise...” çatalı uzatıp, bu kez
çilek reçeline uzandı ve çatalın altına elini koyarak, sevgilisine uzattı.
Beren o an yüzünün doğradığı domateslerden daha kırmızı olduğunun farkında
olarak, bu kez çilek reçelini ağzın almıştı.
“Bazen farkında olmadan gözlerin kapanıyor ve sağa
sola sallanıyorsun. Bu görüntü benim için paha biçilemez” Beren, şuan da, tam
da sevgilisinin söylediği gibi yapıyor oluşundan o anda, gözlerini açtı.
Yanında kahkaha ile haline gülen sevgilisine ise mahcup bir ifade ile
bakıyordu. Sevgilisinin eşsiz kahkahası devam ederken, midesine gönderdiği
çilek reçelinin ardından kahkahasına eşlik etmişti. Beren, Ares’ in durmayan kahkahası
ile daha da keyiflenen Beren, elini onun yanaklarına yasladı ve başını kendine
çekip onu gülüşünden öptü. Kısa ve huzurlu öpücüğü ardından biraz mesafe ile
birbirlerinden ayrılmış olsalar da, Beren elini, Ares’ in yanaklarından
indirmemişti.
“Çilek reçelinin tadı, daha hiç bu kadar güzel
gelmemişti” onun sözlerinin ardından artık daha kırmızı bir hale bürünen
yüzünü, ondan saklamak isteyen Beren, başını sevgilisinin omzuna yaslanmıştı.
“İyi ki, geldin Ares. İyi ki, buradasın” konuşmak
için doğru zamanın bu olduğuna emin olamasa da, onun bir an evvel iyi olmasını
sağmak istediğinden, yapacak başka bir yolu yoktu.
“Sanki acı çekiyor gibisin Beren, neden? Canını
yakan, aklını yoran ne var, güzelim?” bu kez Ares, onun gözlerine yakından
bakıp, acısına ortak olmak için sevgilisinin başını kendine çevirmişti. O
gözlere bakarken, şuan hiçte haksız olmadığını görüyordu.
“O da, burada mı; diye sorduğun kimdi, güzelim?”
sanki bunu duymayı bekliyor gibi parlak gözleri, dolu dolu baktı, sevgilisine.
“Sadece kötü bir rüya gördüm, çok etkiledi beni.
Gece bir daha da uyuyamadım”
“Ne gördün?” Beren sevgilisinden o anda, gözlerini
kaçırdı. Onunla bu mesafede iken bunu dile getirmek istemiyordu. Daha da
çıkmazda hissettiriyordu, kendini.
“Annem, kötü rüyaları başkasına anlatmanın,
sakıncalı olduğunu söylerdi” bu bir gerçekti fakat ona söylememesinin asıl
nedeni kesinlikle bu değildi.
“Eğer
anlatmasan canını yakan, seni üzen şeyin ne olduğunu, nasıl bilebilirim. Seni
rahatsız eden şey her ne ise; onunla hayatın boyunca karşılaşmaya diye onu
nasıl yok edebilirim?” Ares, sözlerinin ardından sevgilisini kolları arasına
aldı. İyi olsun, kendi güvende hissetsin, istiyordu. Onu rahat eden şeyleri def
etmek için mücadele ediyordu.
“Beni rahat eden şey ile karşılaşma ihtimalim, var
mı?” başını sevgilisinin omzuna yaslayan Beren’ in sesi boğuk çıkıyor olsa da,
acısını hissettiği gibi sözlerini de, anlıyordu.
“Ancak anlattığın zaman sana bu konuda kesin bir
yanıt verebilirim, güzelim”
“Zilin sesi ile uyanmıştım. Sanki savaş çanı gibi
öyle korkunç duyuluyordu ki, ses sanki beynim içinden geliyor gibiydi. Kapıyı
açmak için odadan çıktığımda diğerlerinin evde olmadığını anladım ve nerede
olduklarını düşünüyordum” Ares, rüyasını anlatmaya başlamış olan sevgilisini
dikkatle dinliyor ve olan şeyleri gözlerinin önünde canlandırıyordu.
“Kapıyı açtığımda, gelenin sen olduğunu gördüm.
Dönmüştün. Yüzünde öyle bir gülümseme vardı ki, hala çok net hatırlıyorum.
Başını yana çevirdin. O an elini tutan birinin varlığını daha hissettim.
Yanında senin boyuna yakın olan bir kadın vardı. Elleriniz birleşmişken, onun
parmağımda yüzüğümü gördüm. Benim parmağım boşken, yüzüğüm onun parmağındaydı”
gözlerinden düşen yaşları izledi Ares. Sevgilisinin titreyen sesi ile birlikte
o da titredi.
“Sana sesimi duyurmak için öyle çok bağırdım, öyle
çok sesimi sana duyurmaya çalıştım ki, boğazımdaki damarların nasıl gerilip,
patlama noktasına geldiğini hissedebiliyordum. Uyandığımda kötü bir rüya
olduğunu anladım ama hala etkisinden kurtulamıyorum” sevgilisinin gözlerinden
ayrılmayan Beren’ in gözleri orada değişen her hareyi teker teker, okuyordu.
Ares, onun sözlerini idrak etmekte hayli zorlanmıştı. Beren’ e ayan olur gibi
nasıl olurda, böyle bir rüya görebilirdi, anlamakta zorlandı.
“Böyle lanet bir rüya görmene, ne sebep oldu
acaba?” dudaklarını sevgilisinin alnına bastırdığında, hala daha böyle durumun
nasıl olabileceğini sorguluyordu. Ancak sevgilinin sözleri ile o an nefes
almayı bıraktı.
“Sonay Hanım ile anlaşma yaptınız mı?” gözleri
sevgilisinin gözler ile denk geldiğinde, bir filmin korkunç bir sahnesine denk
gelmiş gibiydi. Alnı kırıştı, Ares o an afallamıştı.
“Sen, onu nereden biliyorsun?” Beren, o an Ares’ in
büründüğü ciddi ifade karşısında, gözlerini kaçırdı. Üzerine yüklenen bir
yük vardı sanki.
“Gittiğiniz gün, kahvaltıda Can ve diğerleri kendi
aralarında konuşuyordu. Onun teklif için amcasını nasıl zekâsını kullanarak
ikna edeceğini ve…” sözleri boğazında takılı kalıyor ya da çıkmak istemiyordu
sanki.
“Sana olan hislerinden dolayı, anlaşmayı kesin
olarak sizin şirketinizle yapmak istediğinden bahsediyorlardı” Beren
sevgilisinin yüzünü izlerken, onun gözbebeklerinin büyüdüğüne şahit oldu.
Yüzünün her kası, bu durum karşısında nasıl geriliyor, bunu görebiliyordu.
Devamlı oynayan çene hattı ile dişlerini sıktığın anladı. Ares gözleri örtüp,
bir süre öylece sakinleşmeyi bekledi. Yutkunduğunda, hareket eden
âdemelmasından sonra Beren onun, sakinleşmeye çalıştığını anlıyordu. Ares’ in bu
koca iki gün; o an gözlerinin önünden geçti. Beren’ in o kahvaltı masasında duyduğu
şeylerin ardından neler hissettiği ve onunla yaptığı tüm o telefon görüşmeleri;
hepsi teker teker, gözlerinin önünden geçmişti. O an en çok canını yakan ise
sevgilisinin titreyen sesinden duyduğu;
gittiğin gibi bana geri dön… Sözü olmuştu.
“Anlaşma, oldu mu Ares?” onun yeniden titreyen
sesini duydu. Bu canını yakıyordu. Kanayan bir yarasının üzerine acımasızca tuz
basan biri vardı sanki. Beren’ i bu halde getiren; Sonay Hanımın hisleri olsa
da, Beren’ i bundan haberdar eden o üç kafadara bunun ödetmek istedi. Ares,
onların bu yaptığı şey için elbette uygun bir ceza düşünüyordu.
“Anlaşma yapılmadığı zaman her iki firmanın da bir
kaybı olmayacaktı. Her iki tarafında önceliği önce huzurdu, bu yüzden daha
fazla para yerine ailemizin mutluluğuna öncelik verdik” Beren içinden tekrar
etti; anlaşma olmamıştı. Sonay Hanımın
adını artık duymayacağım. Ares onunla belki de, bir daha görüşmek durumunda
kalmayacak…
O anda, hızlı davranıp, sevgilisinin boynuna
kollarını dayadı. Beren o an; günlerce karanlık ve küçük kozada yaşamak zorunda
kalan bir kozaydı. Ancak sevgilisinin sıcak nefesinden kulaklarına ulaşan bu
sözlerinin ardından o kozadan kurtulmanın zamanı gelmişti. Önce kanatlarını
açıp, o eşsiz renkleri ile görenleri büyüleyen kanatları dalgalandırdı. Uçmaya
başladığında, bir çiçek bir çiçek daha güzel kokulu bahçelerde, dolaştı durdu.
Kelebeğin üç günlük ömrünü değil, o üç günlük ömrüne neler sığdırdığını
anlatın…
“Sana, nasıl olduğumu sorduğumda, her ne olursa
olsun; gerçeği söyle bana güzelim. Güzel kirpiklerinden biri, o parlak
gözlerini rahatsız etse dahi o an, bana bunu bildirmekten çekinme” nefesini
içine çekmek için başını sevgilisinin alnına yasladı Ares.
“Üstün yetenekleri olan bir adam değilim.
Hissettiğin, düşündüğün her ne varsa eğer bana söylemezsen bilemem. Keşke bu
aciz gücüm olmasaydı. Bunu benim için sen yap, güzelim” gözyaşları iki
yanağından da, bir yol çizdi kendine. Ardı ardına aynı yoldan da, düşmeye devam
etti.
“Beni sevginden mahrum etme Ares. Eğer gülün, seni
yeniden kızdırıp, incitirse; gezegenini yeniden terk etmek zorunda kalırsan;
evrendeki tüm gezegenleri dolaşman gerekse bile senin bulmak için arkadan
geleceğim” dudaklarından çıkan nefesi, kendi dudaklarına çarpan Ares, huzurun
başka bir adının da, sevgilisinin nefesi olduğunu biliyordu.
“Toprağından ayrılan gül, yaprak döker güzelim. Ve
ben buna asla müsaade etmeyeceğim” Ares, aralarından kısa mesafeyi kapatmış ve
uzanıp sevgilisinin alt dudağındaki, yara izine dudakları ile dokunmuştu.
“Soğumuş olsa da, omletleri daha fazla
bekletmeyelim” kahvaltısına devam eden çift, ortamdaki havanın değişmeye
başladığını hissediyordu. El ele ve dikkatlice masada olanları birbirlerine
sunuyorlardı. Beren, Ares’ in söylediği gibi bazen farkında olmuyor ve
gözlerini kapayıp, bedeni yediği şeyin lezzetinin keyfini çıkarmak için sağa
sola hareket ediyordu.
Gökyüzünden, yeryüzüne ulaşan her kar tanesi,
amacını yerine getiriyormuşçasına, hızlı ve de temkinliydi. Yerini alan her kar
tanesi, görevini tamamlamış ve bulutların izin verdiği sıra güneş ışınları ile
erimemek adına yanında arkadaşına sağlamca tutunup, bir bütün oluyordu.
Rüzgârlar, ağaçların arasında, onları yormadan dolaşıyordu. Öyle ki naziklik taşıyordu
ki; narin kar taneleri bile sarılmadan, incinmeden ulaşıyordu, yeryüzüne.
Havanın güzelliği çifti ihya etmek için miydi,
bilinmez ama diğer günlere nazaran daha huzurlu bir havaya sahipti şehir. Kısa
zaman içinde yolları kesişmiş olan bu çift, her geçen gün biraz daha sağlam bir
bağ ile birbirlerine tutunuyorlardı. Birbirlerine bakan gözleri daha anlamlı ve
birbirlerine daha çok alışıyorlardı. Artık birbirlerinin kalplerine daha muhtaç
hissediyorlardı. Şuan kalpleri birbiri ile dolmuş olan bu çift, daha önceki
hayatlarını çoktan unutmuşlardı.
Aralarında olan şey; sevmek daha güçlü, aşktan daha
kutsaldı. Öyle bir hisse sahiplerdi ki; doğduğu günden ta ki, bu güne kadar
sanki birbirlerine sahiplerdi. Gözü gibi, eli gibi, kulağı ya da kalbi gibi...
Birbirlerinin bedeninin bir parçası gibi olmuşlardı. Gözü yoksa kör, eli
olmasa, yarım olmak gibi. Kulağı yoksa sağır ve kalbi durduğunda ölür gibiydi.
Eğer birbirlerinin hayatlarından bir gün giderlerse; bedenleri tüm bunlara ev
sahipliği yapacaktı. Birbirlerine kenetlenmiş olan elleri, her buluşmalarında
söz veriyordu; bir daha ayrılmamak için. Gözleri denk geldiğinde; bakmıyor, onu
bütünü ile görüyordu. Dudakları birleştiğinde ise; onları birbirlerine daha çok
muhtaç edip, birbirlerine mühürlüyordu. Kalpleri tek başına bir hiçken, tek el
ile yapılamayan alkış gibi ilerlemek için diğerini bekliyordu.
Sanki birbirlerinden başka çareleri yokmuş gibi
hayatlarına yerleşiyorlardı. Ares, yıllardır taşıdığını yara izlerini, Beren’ in
yanındayken yok saymayı öğreniyordu. Beren’ in gözlerine karşı tekimkinli
davranıyordu aslında. Zira sanki gömleği üzerindeyken bile altında olanları
görebiliyormuş gibi hissediyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder