Ertesi sabah güneş gökyüzünü aydınlatıp, insanoğlunun koşuşturması başladığı sıra, aile bireyleri de, güne çoktan başlamıştı.
Ares, Egemen ve Mert; Azerbaycan’ daki iş için hazırlıklarını tamamlamış ve
diğer aile bireyleri ile gitmek için vedalaşma zamanı gelmişti.
Dün Ares’ in emir verdiği adam onun isteğini yerine
getirmiş ve onları uçak biletleri ve görüşme randevularını almıştı. Üç gençte
bu iki günlük seyahat için yanlarına ufak bir valiz hazırladı. Henüz
kahvaltılarını yapmamış olan aile bireyleri, uçağa yetişmek için evden ayrılmak
üzereydi.
“Lütfen, kendine dikkat et Ares. Oraya vardıktan
sonra beni ara, olur mu?” evinin kapının önünde, kardeşleri ile vedalaşan üç
genç, sona sevgililerini bırakmıştı.
“Ararım. Sen de kendine dikkat et” sevgilisini
kolları arasına alan Ares, onun saçları arasında dudaklarını gezdirmiş ve ona
öpücük bahşetmişti.
“Çabuk dön, lütfen. Söz veriyorum, döndüğünde daha
dikkatli bir Beren olacağım” kollarını sevgilisinden ayırmadan onun göz göze
gelen Beren, ardından dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı.
“Şeref sözü” Ares’in ufak kahkahasını duydu Beren.
Kollarını sevgilisinden ayırdığında, bir gözlerine bakarak, hoş bir gülümseme
sundu ona. Daha sonra ise kolundaki saatini kontrol ettiğinde, artık gitmeleri
gerektiğini görmüştü. Onları havaalanına Can, bırakacağı için arabaya yerleşen
bireyler daha sonra evden ayrılmıştı. Beren, araba gözden kayboluncaya kadar
ardından baktı. Soğuk artık yeterince rahat ettiğinde, içeri girmeyi akıl
edebildi.
Kalbi, bir savaş alanıydı sanki. Keskin kılıçların
birbirine değen seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Her asker kan revan
içinde zemin üzerine düşerken, onları acı dolu çığlıkları arşa uzanıyordu.
Beren, bedeninde bunlara şahit oluyordu. Sevgilisi gitmiş ve Beren o savaş
alanının ortasında kalmıştı. Yaptıkları yüzünden böyle bir cezanın bile az
kaldığını düşünürken bu ilahı gücün gönderdiği ayrılığı bedeni kabul
edemiyordu. Sanki onu kaybetmiş gibi hissediyor ve işin içinden çıkamıyordu.
Gözleri Nilay ve Çağla’ nın üzerinde gezindiğinde, onların da, kendi
ile aynı hisleri paylaşıyorlar mı, merak etti. Ancak öyle değildi. Kardeşleri
ile salonda öylece oturmuş sohbet içinde olan kızlar, son derece keyifli
görünüyordu. Neden olsunlardı ki, onlar sevgililerini kırmamış, yaralamamış ve
onları incitmemişlerdi. Sadece onları dönmeleri sabırla bekliyorlardı. Bir
şeyin acısını taşımıyor ya da vicdanları ile baş etmeleri gerekmiyordu. Beren
yaptığı tüm o şeyler için vicdan azabı çekiyordu. Bu yüzden bunlarla baş
etmesinin de, şuan sevgilisinin gitmiş olmasını kendine kesilen bir ceza olarak
algılıyordu.
“Beren?” omuzunda hissettiği el ile düşüncelerinden
biraz olsun sıyrılarak, eli sahibi ile göz göze geldi.
“Birkaç seslendim sana, iyi misin?” onun yanında
oturan Beril, ağlamaya hazır bir görünüm ile aralarında, sessizce oturan Beren’
in hali dikkatini çekmişti.
“Şey, ben-“ sözlerinin devamı yoktu. İçinde devam
eden savaşı hangi kelimeler karşılayarak dile getirmesini sağlayabilirdi?
“Sadece iki gün Beren, bu kadar endişe etme” Beril,
sözlerinin ardından ona biraz daha yaklaşmış ve kolunu omzuna dolayarak, ona
destek olmak istemişti. Onun sözleri ona pek bir fayda sağlamış olmasa da,
Beren onu başı ile onaylamıştı. Sadece iki gün sonra Ares, gelecek ve her şeyin
kaldığı yerden devam edecek düşüncesine kendini inandırmaya çalıştı.
“Hadi, kahvaltı hazırlayalım” Selin, sözlerinin
ardından ayaklandı ve salonun kapısına doğru ilerlemeye başladığı sıra diğer
kızlarda ona yardım edebilmek için onu takip etmişlerdi. Kahvaltı hazırlıkları
yavaş yavaş sona gelirken, zilin sesi yankılandığında, geleni karşılamak için
Cenk, ayaklanmıştı.
“Yolda gelirken, kaplumbağalar ile mi, yarıştın
kardeşim. Bu ne yavaşlık” Can, dışarıdaki keskin soğuktan kurtulmak için acele
ile içeri girmek istersen, Cenk’ de, bir yandan ona geciktiği için
söyleniyordu.
“Kurusa bakma, kardeşlerim fırından yeni çıkmış
sıcak simitler, poğaçalar yiyebilsin diye, pastaneye uğramak istedim”
sözlerinin ardından kapıyı örten Cenk’ e elindeki torbaları gözüne sokmak
istermişçesine, elini havalandırıp, ona göstermişti.
“Simit pizza da, aldın mı?” Can’ ın elinde
torbalara yöneldi.
“Yarıştan sonra kaplumbağalar ile paylaştım,
kardeşim” kinaye ile onun yüzünde bakan kardeşine sözlerini duyuran Can, onun
almak istediği torbaları kendine çekip, mutfağın yolunu tutmuştu. Ardından ise
Cenk’ de onu takip etti.
“Beril’ den örendiğin tripleri, kardeşlerine mi,
satıyorsun. Bu ne hava?” onu sahte bir kızgınlık gösteren Cenk, onun peşi sıra
arkasından ilerliyordu.
“Ya, neler çekiyorum ben, anlayın işte” sözlerinin
ardından mutfağa ulaşmış olan iki kardeş, Can’ ın bu sözleri onu tehlikeli bir
durum ile karşı karşıya bırakmıştı.
“Neler çekiyormuşsun, sen bakalım?” Beril,
sevgilisinin sözlerini işittikten sonra ellerini belinin iki yanına koyup,
tehditkâr bir ifade ile ona hesap soruyordu.
“Konunun hiçbir ehemmiyeti yok, sevgilim” elindeki
torbaları kahvaltı masasına bıraktığı sıra gözlerini olabildiğince
sevgilisinden kaçırmaya çalışıyordu.
“Öyle olsun bakalım” Beril’ in bu sözleri ile
yeniden işine odaklanmasının ardından Can’ a rahat bir nefes bahşetmişti. Her
iki genç adamında adımları, kahvaltı masasında yerini almış olan Anıl gibi sandalyelerine
ilerlemişlerdi.
“İyi yırttın” Anıl, masaya oturan iki kardeşinin
ardından yanındaki sandalyeye yerleşmiş olan Can’ ın kulağına eğilerek söyledi.
Yüzünde alaylı bir ifade varken, kardeşinin yüzüne bakıyordu.
“Farkındayım” sözleriyle birlikte elini kalbinin
üzerine götüren Can, rahatladığını belli ediyordu. Kahvaltı hazırlıkları
tamamlanmış ve masa da, kızlar tarafından yer bulurken, üç kafadar da, iş
hakkında derin bir sohbete dalmışlardı.
“Umarım, Azerbaycan’ da ki toplantı iyi geçer. Bu
iş, bizim açımızdan gelecek sene için büyük bir kazanç demek” arkasına yaslanan
Cenk, kardeşlerinin de kendi ile aynı fikirde olduğunu biliyordu.
“İran faktörünü de, atlamamak gerek. Şirketlerin
arasındaki bağ bayağın kuvvetli olduğunu duydum. Şirket başkanı eminim onlarla
anlaşmak isteyecek” Anıl’ ın kaygılı hali ile elini masa üzerinde tutup, bir
ritim ile vurup duruyordu.
“Unuttuğun bir detay var kardeşim. Sonay Hanım,
kesinlikle buna itiraz edecektir. Amcasının İran şirketi ile arası ne kadar iyi
olursa olsun, Sonay Hanım; kararını bizden yana kullanacaktır” sandalyesinde
arkasına yaslanan Can, ellerini birleştirip, başının arkasına aldığı sıra
yüzünde muzur bir ifade ile kardeşlerine bakıyordu.
“Bu söylediğin ile Sonay Hanımın Ares’ e olan
ilgisinden dolayı mı, bizden yana olacağını söylüyorsun?” Anıl’ ın bu sözleri
kahvaltılıkları masaya taşıyan Beren’ in de, kulağına ulaşmıştı. Hareketleri
yavaşlamış ve üç kafadarın sözlerine odaklanmıştı.
“Aynen öyle kardeşim. Bence Ares ile birlikte
çalışma fırsatı yakalamışken, amcasını da bu konuda ikna etmek için elinden
geleni yapacağına eminim” üç kafadar kendi aralarında sohbete öyle çok
dalmışlardı ki, Beren’ in de, orada olduğunu ve sözleri onun da, duyduğunu fark
edemiyorlardı.
“Bilemiyorum, bu çok farklı bir konu. Sonay Hanımın
önceliği şirketin çıkarları olabilir ve ona sunulan üç teklif var. Sonay Hanım,
tanıdığım kadarı ile son derece profesyonel biri, bu işe dediğiniz gibi
bakacağına ihtimal vermiyorum”
“Geçen sene buraya toplantı için geldiklerinde,
nasıl biri olduğunu hepimiz gördük, Anıl.
Bu iki şeyi de, aleyhine kullanacak zekâya sahip biri” Can’ ın
sözlerini, Cenk’ de başı ile onaylıyordu.
“Rusya’ nın pek şansı olduğunu düşünmüyorum. İran
ile aralarının da iyi olması, bence de o kadar önemli değil. Can haklı, eğer
şirket başkanı İran ile anlaşma yapmak için diretse dahi onu bu işe profesyonel
bakması konusunda baskı yapıp, iki işi de, aleyhine kullanacaktır” Cenk’ in
sözlerinin ardından Anıl’ da anlaşma yapacakları konusunda olumlu düşünmeye
başlamıştı. Geçen sene toplantı için buraya gelen Sonay Hanımın, ne kadar zeki
bir kadın olduğunu ve zekâsı ile amcasının üzerinde, nasıl kolayca hâkimiyet
kurduğuna şahit olmuşlardı.
“Eğer gerçekten dediğiniz gibi olur da, anlaşma
yapılırsa, bu bizim için çok büyük bir şans olur. Aslında Ares’ i arayıp, Sonay
Hanım ile ar-“ onun sözleri devam ederken, yanına oturan Can, onun hızla
başının arkasına vurdu. Ardından ise Anıl eli ile acıyan başını tuttu.
“Yapamayacağın şeyler hakkında atıp, tutma. Ares’ i
arasan bile, onun sesini duyduktan sonra korkudan suratına kapatacağına, her
iddiasına girerim” ona bakan Can’ ın yüzünde, gerçek olmayan kızgın bir ifade
hâkimdi.
“Beni gerçekten iyi tanıyorsun, kardeşim” o sıra,
sertçe masaya bırakılan ekmek sepeti ile duydukları sesten korkan üç kafadar
başlarını kaldırıp, sesin nedenine baktıklarında, iri gözleri ile onlara öfke
ile bakan Selin ile karşılaştılar. Onun gözlerinin sağ tarafı işaret ettiğini
gördüklerinde, gözleri oraya dönüş ve bu kez de, Beren’ in görüntüsünü
gördüler. Cenk’ in gözleri korku ile kocaman açılırken, Anıl, konuşmalarını
duyduğu için dudağını dişlemiş ve Can ise sıkıntı ile elini ensesine düşürmüş ve
orada oyalamıştı. Beren’ in onların sohbetini işittiğini o an üçü de fark
edememişti.
“Beyler, yemek masasındasınız. Artık rica ediyorum,
iş hakkındaki sohbetinizi noktalasanız” sesindeki ve yüzündeki ifade bir
ricadan çok uyarı niteliğindeydi. Her biri bu yüzden mahcubiyet yaşıyordu.
“Affedersen hayatım, haklısın” üç kafadar da,
sessizliğe bürünmüş ve gözleri masa örtüsünün deseninde gezinmeye başlamıştı.
Kahvaltı masasına yerleşen kızların ardından kahvaltıya başlayan aile
bireyleri sessizliğin içinde kalırken, bunun sebebi hakkında üç kafadarda
suçluluk duyuyordu. Herkes kahvaltısını ederken, Beren, sadece çayını yudumluyordu.
Bu Can’ ın dikkatini çekmişti. Pastaneden aldığı şeylerin konulduğu sepete
uzanıp, Beren’ e yakın olan masa üzerine bıraktı. Bunu fark eden Beren ile o an
göz göze gelmişti.
“Dereotu poğaçayı sevdiğini sanıyordum”
“Evet, öyle teşekkür ederim” yüzünde zorlama bir
gülümseme ile onun yaptığı bu nazik harekete karşılık olarak nezakette bulunup,
sıcak yemeyi sevdiği dereotu poğaçalardan birine uzanmıştı.
_
Saatler ilerlemiş ve artık öğleden sonraki zaman
dilimine girilmişti. Kar yağışı şehri terk etmiş olsa da, gürültülü rüzgârlar
şehre nefes aldırmıyordu. Üç kafadar kahvaltının ardından şirkete doğru yola
koyulmuşken, kızlarda restorana gitmek için evden ayrılmıştı. Beren ise gelecek
hafta gireceği sınava çalışmak için kızlardan evde kalmak için müsaade
istemişti.
Kütüphaneye kapanıp, çalışma masasında oturan
Beren, bir türlü önündeki kitaba yoğunlaşamıyor ve ders çalışamıyordu. Aklından
üç kafadarın kahvaltı masasında konuştuğu konu vardı. Böyle rahatça
konuştuklarından rahatız olmuş ve durum hakkında kaygılanmaya başlamıştı.
Sonay Hanım dedikleri bu kadının, hislerinden Ares’
de haberdar mıydı? Birbirlerine nasıl davranıyor ve konuşma şekilleri,
birbirlerine karşı nasıldı? Nasıl bir kadındı, bu Sonay Hanım. Güzel ve alımlı
mıydı? Gösterişli kıyafetleri ile erkeklerin dikkatini kolayca çekebilen biri
miydi? Onun için zeki demişlerdi. Peki, hırslı ve cesur biri miydi? İstediği
şeyi elde etmek uğruna gözünü karartabilir miydi?
Dirseklerini ders çalıştığı masanın üzerine dayadı.
Elleri ile yüzünü örttüğünde, ister istemez gözlerinin dolduğunu fark ediyordu.
Önünde saatlerdir açık olan kitabın tek satırı bile aklında yer edinmiyordu.
Beyninde gezinen şeyler, tüm her yeri istila etmiş gibiydi.
Belki de, bu son yaşanan şeylerden dolayı, bu kadar
etkileniyordu. Sonay Hanım ve kendini kıyaslamadan edemedi. Kendi ayakları
üzerinde duran ve büyük şirketler ile imzaya oturan Sonay Hanıma karşılık
olarak; bir çocuk gibi yaptığı hatalardan bir türlü uslanmaya kendisi…
Kim hayatında bu kadar sorun çıkaran birini,
barındırmak ister ki? Beren, onun daha iyi bir hayatı olması için ve geleceği
güzelce birlikte inşa etmek için Ares’ in hayatına girmişti. Ancak onun
hayatına sorundan başka bir şey getirmemişti, henüz. Ares, hayatında kimi isterdi?
Onu kırmaktan, yormaktan, yaralamaktan bir adım
öteye gidememişti. Ares neden daha fazla buna dayanmak istesin ki? Ya Ares
döndüğünde, her şey daha farklı olursa? Tüm bunlar aklında derin bir yer
edinirken, kendini boğulacak gibi hissediyordu Beren.
Belki de, bu da ilahi adaletin bir cezasıydı. Onca
yaptığı şeylere karşılık Ares’ in sessiz kalmasının bedeli olarak, bunları
yaşıyordu. Ama bunun çok fazla olduğunu hissediyordu Beren. Öyle garip bir ruh
haline girmişti ki, üzerine düşündükçe aklını yitirebileceğini hissediyordu.
Ellerini yüzünde indirip, sandalyeden ayaklandı ve odadaki pencerenin yanına
gidip, perdeyi araladı.
Rüzgardan dolayı, bir sağa, bir sola sallanan
ağaçları seyre daldı bir süre. Göğüz kafesinin üzerine büyük bir taş
bırakılmıştı sanki. Her derin nefes almaya çalıştıkça, ağırlık yapan o büyük
taş, canını yakıyordu. Ağlamak istiyor ancak gerçek bir sebep bulamıyordu.
Duyduğu birkaç kelime ile gözyaşlarını düşürmek şuan için hiçte oldun bir
davranış gibi görünmüyordu. Zaten tüm bunların sebebi de, gösteremediği
olgunluktan kaynaklanmıyor muydu?
Beren, gözlerini kapattı ve için şunları
söyleyerek, dua etmeye başladı; lütfen,
lütfen her ne olursa olsun, Ares beni bugünkü kadar sevmeye devam etsin. Söz
veriyorum, bir daha asla çocukça davranmayacağım. Onu anlamadan, dinlemeden
asla peşin hükümlü olmayacağım. Ona karşı söylediği her sözü önce aklımda
tartacağım. Yaptığı şeyler için önce hesap sormak yerine sebebini bulacağım.
Lütfen izin ver, Ares bugün yanımdan gittiği gibi bana geri dönsün. Bunları
istemeye hakkım var mı, bilmiyorum. Ama lütfen, izin ver. Bana bahşettiğin o
adam için daha uygun biri olup, kardeşlerinin yüzünde görmek istediği o
gülümsemenin sebebi olayım…
Odada telefonun zil sesi yankı bulduğunda, gözleri
pencerenin ardında görünen dışarının manzarasından ayrılmış ve çalışma
masasının üzerinde bıraktığı telefonuna dönmüştü. Yanına varıp, telefonunu
parmaklarının arasına aldığında, ekranda sevgilisinin adına gördü Beren.
Göğüsünde, geçmeyen o ağırlığa rağmen derin bir nefes alıp, sakin olmaya
çalıştı. Aramayı yanıtladığı sıra aklını meşgul eden bir dolu sorunu ise geriye
itmeye gayret etti.
“Efendim” sesi titremediği için o içinden şükretti
Beren.
“Nasılsın, güzelim?” Beren’ in gözyaşları onun sesi
ile birden bire düşüvermişti. Ares’ in sesi onu daha önce bu kadar etkilemiş
miydi, bilemedi. Endişeye düşen kalbine, onun sesi ile su serpildi sanki.
“İyiyim” durup, derin bir nefes aldı ve
gözyaşlarını kurulayıp, sözlerine devam etti.
“Sen nasılsın, yolculuk nasıldı?” Beren, bunu
soruyordu fakat aslından Sonay Hanım ile karşılaşıp, karşılaşmadığını daha çok
merak ediyordu.
“Havaalanında ufak tefek aksaklıklar olsa da,
sonunda Azerbaycan’ a vardık” sevgilisinin sözlerini dinleyen Beren’ in bedeninde
bir korku dolanıyordu o an. Oradan
dönüşün, bizim sonumuz olabilir mi? Beren o sıra sevgilisinden güçlü bir
öksürük sesi duydu. Ares telefonu kendinden uzaklaştırıp, öksürmeye devam etse
de, boyutunun ne kadar hasarlı olduğu böyle bile anlaşılabiliyordu.
“Ares, lütfen dikkatli ol. İlaçlarını aksatma”
öksürük sesi durulduğunda, hemen onu uyarmak istedi Beren.
“Endişelenme
güzelim, büyütülecek bir şey değil. Bir kaç gün sonra tamamen kaybolacaktır
zaten” bir kaç gün sonra bana, yine
güzelim diyecek misin?
“Beren, sesin pekiyi gelmiyor. Bir sorun mu, var?”
onun bu sorusunun ardından sandalyeye oturdu ve biraz olsun sakinleşmeye
çalıştı. Onu kaygılandırmaktan endişe etti o an.
“Şuan tek sorun ettiğim şey; benden uzak olman
sevgilim. Sana bunu fark ettirmemeye çalışsam da, yapamadım galiba” sesinden
anladığı şeyin bu olduğuna, onun ikna olması umdu Beren. Elbette bu durum da,
Beren için zor bir durumda fakat göğsünün üzerindeki taş her saniye
ağırlaşıyordu sanki.
“Sadece iki gün güzelim. Sonunda, yine yanında
olacağım” umarım dedi Beren içinden.
Korkusu, Ares’ i usandırmış olmaktandı. Karşısına çıkan onu seven ve daha olgun
biri varken Beren’in, onun için pekte bir anlamı kalmamasından endişe etti. Ve
üstelik kendi de, bu düşünceye hak verdiği için daha çok korkuyordu.
“Evet, sadece iki gün” neler değişirdi, bu koca iki günde…
“Azerbaycan’ da fazlası ile yoğun olacağım. Ama
elimden geldiği kadar seni ihmal etmemeye çalışırım, güzelim. Beni aradığın
zaman telefona hemen bakamam, bu yüzden endişeye kapılma”
“Sen iyi olduğun sürece, benim için hiçbir sıkıntı
yok, sevgilim” durup, derin bir nefes aldı. Aklında bir şeylere çözüm bulmak,
bir yanıt almak istiyordu.
“Ares” Sonay Hanımı, sevgilisine sormalı mıydı? O kadın sana her ne söylerse söylesin,
lütfen beni sevmekten vazgeçme, demeli miydi?
“Efendim?” durup, biraz bekledi Beren. Aklıselim
bir şekilde, sevgilisinin dönüşünü beklemek için ondan kesin bir yanıt
almalıydı. Ares, bu Sonay Hanım hakkında ne düşünüyordu?
“Şey, ben diyecektim ki-“ cümleler bir olup, bir
türlü ağzından çıkmıyordu. Sıkıntılı hali ile yeniden kalktı, sandalyesinden.
“Söyle güzelim, ne oldu?” onu endişelendirmeye
başladığını sesinden anlayabiliyordu. Bu yüzden yapmaktan vazgeçti.
“Sadece iki günün sonunda, eve erken gelsen, olur
mu?” onun ufak kahkahasını duydu Beren. Gözyaşları düşünürken, güğsündeki
ağırlık ise daha da hissettiriyordu kendini.
Azerbaycan şirketine ait olan araç, havaalanında
bekleyen üç genci almış ve yola koyulmuştu. Gelen misafirlerini iyi karşılamak
ve onları rahat ettirmek isteyen şirket başkanı Sencer Bey, şirket sahibi olan Ares’ e özel araç
gönderirken, diğerleri aynı arabayı paylaşıyordu.
“Önce otele mi, gitmek istersiniz, efendim?”
misafirine şoförlük yapma görevi alan çalışan, dikiz aynasından Ares ile göz
göz gelerek sormuştu.
“Hayır, önce Sencer Bey ile görüşmek istiyorum” onun
sözlerini başı ile onaylayan adam, arabanın istikametini şirkete çevirmiş ve
uygun bir hızda ilerlemeye devam etmişti. Araba şirkete vardığında, arabadan
ayrılan kardeşler, bu kez başka bir çalışan karşılamış ve onları şirketin içine
buyur etmişti. Çalışanlar son derece kibar ve güler yüzlü, misafirlerini iyi
ağılama görevi almışlardı.
Onların rehberi olan adamın önderliğinde, şirket
koridorlarında ilerleyen kardeşler, kendi ayaklarının altından çıkan tok sesin
eşliğinde, ilerliyorlardı. Birkaç katı asansör eşliğinde, çıkmış olan
kardeşler daha sonra asansörden ayrılıp, yeniden koridor boyunca ilerlemeye
devam etmişlerdi. Sonunda bir odanın önünde oturan sekreter, gelen misafirleri
fark ettiği sıra, masasının üzerindeki telefon ile işverenine onların geldiğini
bildirdi.
“Algül Hanım, Sencer Bey, müsait mi acaba?” onlara
rehberlik eden adamın, sekreterin masası önünde durması ile üç gençte onunla
birlikte durmuştu. Kızıl saçlı sekreter, naif bir gülümseme ile ayağa kalkıp,
misafirlerini karşılamıştı.
“Evet, Sencer Bey de, misafirlerimizi bekliyordu,
odasında. Buyurun lütfen” eli ile kapıyı işaret etmiş ve rehber onu onaylayıp,
adımlarına devam edip, kapıya ulaştı.
Kapıyı yumruk yaptığı eli ile birkaç kez tıklatmış olan adam ardından
kapıyı aralamış ve üç genci içeri buyur etti. Sonunda ise Sencer Bünyatzede,
kardeşlerin karşısındaydı.
“Ülkeme de, şirketime de, hoş geldiniz gençler”
Sencer Bey, sandalyesinden kalktığında, elini uzatarak yöneldiği kişi Ares’
olmuştu.
“Hoş bulduk, Sencer Bey” kendine uzatılan eli
kavrayıp, resmi bir şekilde sıkmıştı. Ares daha sonra Sencer Beyin
kardeşlerinin elini sıkmasını izledi.
“Ayakta kalmayın, oturun şöyle” onlara rehberlik
eden adam odadan ayrılırken, üç gençte Sencer Beyin masasının önündeki
koltuklara yerleşmişti.
“Ne içmek istersiniz, size, ne ikram edeyim?”
şirket başkanı konumunda olan Sencer Bey, masasının üzerinde ofis telefonuna
uzanarak sormuştu.
“Hiç zahmet etmeyin” Ares nezaketen söylediğinde,
adam anında itiraz etmiş ve misafirlerine bir şeyler ikram etmek için ısrarcı
olmuştu.
“O halde, Türk kahvesi içelim. Nasıl olsun
kahveleriniz?”
“Orta olsun, lütfen” Mert, onu yanıtladığında, adam
başı ile onaylamış ve birazdan gelecek olan yeğeni Sonay’ da onlara katılacağı
için onun içinde kahve istemişti. Biri sade, dört orta kahve getirmelerini rica
etti, Sencer Bey.
“Sonay’ da birazdan aramızda olacak. Onun gelmesini
beklemek daha uygun olur” Ares adamın sözlerini başı ile onaylamıştı.
İstedikleri kahveler henüz gelmemişken, kadın ayakkabısına ait olduğu belli
olan tok sesler, odadakilerinin kulaklarına ulaştı. Ardından kapı birkaç kez
tıklatılmış ve sonra aralanmıştı. İçeriye bekledikleri Sonay Hanım girmişti.
Kahverengi olan uzun saçlarını, omuzlarına
dökmüştü. Siyah kazağının etek uçlarını, bej rengindeki kalem eteğinin içine
koyarak şık bir hava katmıştı. Eteğinin altına kadar uzanan siyah çizmeleri ile
fazlası ile göz alıcı bir görünüme sahipti, Sonay Hanım.
Onun odada ilerlemesinin ardından üç gençte onu
karşılamak için ayağa kalkmıştı. Sonay Hanımın yüzünde hoş bir gülümseme yer
edinmişken, misafirlerine yaklaşırken, ayakkabısının çıkardığı o tok ses bu kez
odadan yankı bulmuştu. Elini havalandırmış ve elini ilk olarak, Mert'’e
uzatmıştı.
“Hoş geldiniz, Mert Bey” onun elini kavrayan Mert,
onun gösterdiği nezakete karşılık olarak, onu gülümseyerek karşılamıştı.
“Siz de öyle Egemen Bey, şeref verdiniz” Egemen’e
de, aynı nezaket dolu karşılamayı sunan Sonay Hanım ardından Ares ile karşı
karşıya gelmişti. Kalp atışlarının sesi, ta kulaklarına kadar ulaşıyor olsa da,
bunu görmezden gelerek bu kez elini, Ares’ e uzatmıştı.
“Sizleri burada görmek, şirketimiz adına büyük
bir mutluluk” solak olmasından dolayı sol elini uzatan Sonay Hanımın elini sol
eli ile kavradı Ares. Gözleri Ares’ in yüzünde bakıyorken, Egemen ve Mert’ e
olan bakışlarından çok daha farklı olduğu anlaşılması hiçte güç değildi. Sonay
Hanımın sözlerinin ardından Egemen ve Mert göz göze gelmişti.
Öte yandan, Sonay Hanım; Ares’ in sol elini
kavradığında, diğer karşılaşmalarında, elinde hissettiği sargıyı şuan
hissedemiyor oluşunu garipsese de, bundan memnun da, olmuştu. Yüzünde olması
gerektiği için orada olan bir gülümseme ile onu karşıladı Ares.
“Sonay’ da aramıza katıldığına göre artık
başlayabiliriz sanırım” masasında yerine alan Sencer Beyin ardından diğerleri
de, onu onaylayıp uygun gördükleri koltuklara yerleşmişlerdi.
“Açık konuşmak gerekirse sana büyük bir hayranlık
duyduğumu bilmeniz istiyorum, Ares. Arslan Holdingi yıllar önceden beri
bilirim, Mehmet Arslan son derece güvenilir ve başarılı bir iş adamıydı” Sencer
Bey, ellerini masasının üzerinde birleştirmiş ve tüm ciddiyeti ile dile
getirdiği sözleri ile tüm dikkati üzerinde toplamıştı. Sonay Hanım amcasının
sözleri en az misafirleri kadar dikkatle dinliyor ve sözlerin gidişatı hakkında
kaygı duyuyordu.
“Sen ondan devraldığın, o koca şirketi bu yaşına
rağmen en az onun kadar başarıyla idare ediyorsun. Sana tüm bunları geçen seneki
ziyaretim sırasında da, söyledim. Sen ve ekibin yıllarca birçok başarılı işe
imzanızı attınız. Sizi gerçekten takdir ediyorum” Sencer Bey, sözlerine ara
vermişken, kapı önce tıklanmış ve ardından elinde istedikleri kahveleri taşıdığı
tepsi ile kapıyı aralayan çalışan içeri girmişti.
Kahveler
servis edildiği sıra Sonay Hanım amcası ile son kez özel olarak toplantı
yapamadıkları için telaşa düştü. Onun kararından emin olamamak onu geriyor ve
bu sayede, tabiri caizse; diken üstünde, onun sözlerini dinliyordu. Çalışan her
birine kahveleri servis edip, odadan ayrıldıktan sonra Sencer Bey, sözlerine
devam etmişti.
“Tabii, bunun yanında, Türkiye’ de artışa geçen
inşaat sektörde son derece önemli. Bu konuya büyük bir özen gösteriyorlar.
Yapılan birçok yapı, başyapıt değerinde”
“Bu sözlerinizin ardından bizimle çalışmayacağınızı
dile getireceğiniz, hissine kapıldım” Mert’ in yüzünde kinayeli bir gülümseme
ile dile getirdiği bu sözlerinden sonra Sonay Hanımın üzerinden bir ürperti
geçmişti.
“Doğruyu söylemek gerekirse; henüz bu konuda; ne
olumlu, ne de olumsu bir karara varabildim” durumun gidişatına el atmanın
zamanının geldiğini düşünen Sonay Hanım, boğazını temizleyerek, cümlelerine
başladı.
“Amcacığım, Arslan şirketinin başarılarını benden
daha iyi bildiğine eminim. Risk almak ve yeni bir şeye adım atmanın seni endişelendirdiğini anlıyorum. Fakat biz işimizi büyük riskler alarak büyük
kazançlar elde edebiliriz” oturduğu koltukta, öne doğru gelen Sonay Hanım onu
ikna etmeye çabalayan bir tavır sergiliyordu. Sencer Beyin odasında başlamış
olan bu sohbet daha sonra toplantı odasına kadar taşınmıştı.
Sencer Bünyatzede, uzun yıllar birlikte çalıştığı,
aralarında ailevi bir bağ olan İranlı şirket ile mi yoksa başarılı olmasının
yanında, ilk kez birlikte çalışacakları Arslan Holding ile mi, anlaşmaya
varsınlar; bir tülü karar veremiyor ve bu konuda zorluk yaşıyordu.
Egemen ve Mert, çalışmalarının nasıl ilerleyeceğini
ve anlaşmaya varılmasının ardından ne gibi kazançlar elde edecekleri konusunda, Sencer Bey ile sohbet ederken, Ares bu konuda çoğu zaman sessiz
kalmıştı. Karşısında oturan genç kadının gözlerini, birkaç kez kendi üzerinde
yakalamıştı. Ancak onun dikkatini çeken asıl şey; karşısındaki bu genç kadının,
Sencer Beyi ikna etme konusunda, Egemen ve Mert’ ten daha da gayret gösteriyor
olmasıydı. Anlaşma yapacağı her iki şirketten de, hayli kazanç sağlayacakları
için neden amcasının, Arslan Holdingi seçmesi konusunda, bu kadar baskı
yaptığının sebebini düşünüyordu. Sonay Hanım, Sencer Beyi, bazen öyle bir
köşeye sıkıştırıyordu ki, yılların getirdiği tecrübesi bile Sonay Hanımın
karşısında, yetersiz kalıyordu.
Bu yüzden geri planda kalmak isteyen Ares’ i,
karşısındaki, bu genç kadın rahatsız etmişti. Onun bu gayretinin sadece iş
kazancı için olmadığını hissedebiliyordu. Gözleri, Sonay Hanıma doğru döndüğü
sıra her defasında, onunla göz göze gelmek, birlikte çalışma isteğini
köreltiyordu.
Yazarcım bekliyoruuuzzzzzz çok güzell
YanıtlaSil