Yatağında sırt üstü yatan Ares’ in gözleri öylece
tavanı izliyordu. Kolunu başının altına almış ve sıcak nefesi bedeninden
ayrıldığı ateşinin yüksek olduğunu hissedebiliyordu. Fakat şuan Ares için
öncelik aşağıda olanlardı. Onların nasıl olduğunu son derece merak ediyor ve
kaygılanıyordu. Ne konuştukları, birbirlerine nasıl baktıklarını düşünüp
durduğundan, bir türlü gözleri kapanmıyordu. Malikâne duvarlarında
kardeşlerinin kahkahası yankı bulmadan da, Ares rahat edemeyecekti. O sıra
odasının kapı tıklanmasının ardından kapı aralanmış ve içeri elinde tepsi ile
Selin girmişti.
“Gelebilir miyim?” kapının önünde beklerken, onay
almak için onun yüzüne bakıyordu.
“Gel” sözlerinin ardından yatağında doğrulmuş ve
sırtını yatak başlığına dayamıştı.
“Sana birkaç bitki ile yaptığım çaydan hazırladım.
Hem rahat uyumana, hem de gücünü toplama fayda sağlar” içeri doğru ilerlediği
sıra elindeki onun elindeki tepside olanlara göz gezdirdi Ares.
“Birkaç tane soğuk algınlığına iyi gelebilecek
ilaçlar buldum” yatağında yanına yaklaşan Selin, komodine yönelmiş ve elindeki
tepsiyi komodinin üzerine bıraktı.
“Eğer bir şeyler yemek istersen, hemen
hazırlayabilirim” gözleri Ares’ in yüzüne dönen Selin, o sıra onun kırmızılaşan
yanaklarını gördüğünde, ateşinin yüksek olduğunu fark ediyordu.
“Zahmet etmişsin Selin teşekkür ederim. Ama midem
yemek kaldıracak durumda değil” başını yaka başlığına dayamış olan Ares’ in
güçsüz çıkan sesi göz önündeydi.
“Ateşine bakabilir miyim?” kardeşinin sözlerinin
ardından Ares’ in yüzünü bir gülümseme ele almıştı.
“Ufak bir soğuk algınlığı Selin, bu kadar endişe
etme” onun sözlerini Selin, başı ile onayladı. Ancak aklına takılan ve
kaygılandığı bir konuyu da, açığa kavuşturmak istiyordu.
“Ares... Anıl’ a kızgın mısın?” onun yüzüne merakla
baktı Selin, yüzünden geçen he ifadeyi okuyor ve Ares’ in sevgilisine karşı
kızgın olmamasını umuyordu.
“Değilim. Aklında geçen şeyleri içinde tutup, her
geçen gün büyütmediği için memnun dahi sayılırım” bu sözleri duyan Selin,
içinden şükretmiş ve rahat bir nefes vermişti. Ares’ in, Anıl’ ı affetmemesi
gibi br durumu düşünmek bile istemiyordu. Karşısındaki adama içinde yaşadığı
sevinci yansıtmak istemeyen Selin, dikkatli davranmaya çalışıyordu.
“Önce bitki çayını iç, ardından da ılık bir duş
alırsın. Lütfen ilaçları içmeyi de unutma” Ares onu başı ile onayladığı sıra
Selin’ de adımlarını kapıya yönlendirmiş ve ardından onun dinlenmesine müsaade
ederek odadan ayrılmıştı.
Komodinin üzerine bırakılan tepsideki, içi dolu
fincan öylece baktı bir süre. İçmeli ve güç kazanmalıydı. Kardeşlerinin ona
ihtiyacı vardı. Ares böyle bir hale geldiğinde, kardeşleri de, daha da
dayanamaz bir halde karma karışık bir hale bürünüyordu. Bitkilerin karışımdan
yapılı, güzel kokusunun odayı doldurduğu çayın fincanına uzanmış ve birkaç yudumla, çayı bitirmişti.
Yataktan ayrıldıktan sonra ılık bir suyun altında
atmıştı bedenini. Tüm bedenini kaplayan ter damlarından yavaş yavaş aşağıya
süzülen ılık suyun sayesinde kurtulurken, beynin içinde çıkan bir fırtına vardı
sanki. Beren hayatına girdikten sonra tüm süreç gözlerinin önünde beliriyordu.
Akan su, bedenini kaplayan tüm düşüncelerini, sıkıntılarını, alıp götürsün
istiyordu.
Üzerinden süzülen her su damlası, yere ile
buluşmadan önce siyaha bürünüp, ruhunu temizlesin istedi. Yeni acılar bedeninde
iz bırakırken önce eskilerinden kurtulmak istedi Ares. Ellerini banyosunu
kaplayan gri fayansa dayadığı sıra gözlerinden süzülen, su damlası mı, yoksa
birkaç gözyaşı da aralarına mı, karışmıştı?
Aklında gezinen şey; böyle bir günün tekrarı
olursa… Ya bir gün Beren’ in yaptığı birkaç hatanın ardından gitmesini
isterlerse, hatta Beren’ de onlarla aynı fikri paylaşıyor olursa… Kendinden
habersiz yumruk halini alan elini, fayansın üzerine sertçe vurdu. Kaç kere
olduğunu saymadığı elini öyle kuvvetle vurdu ki, yırtılan eklemlerinin
üzerindeki derisinden sız kan zemindeki suya karışmıştı.
Suyu kapattığı sıra biraz daha sakin olmaya gayret
ederek, beline havlusunu sarılıp, odasına geçmişti. Dolabından kendine uygun
kıyafetler seçip, giyinmesinin adından yeniden uzun adımları sayesinde kısa
zamanda salona ulaşmıştı. Salona girdiği sıra diğerlerinin yemek masasında
olduğunu gördü. Güzel kokusu ile bütün evi kuşatan yemekler öylece tabaklarda
kalmıştı.
Kendini o kadar da iyi hissetmiyor olsa da,
kardeşlerinin daha huzurlu bir ortama sahip olması için çabalıyordu. Kendi yeri
olan masanın başına geçip, ayakta beklediğinde, diğerlerinin de dikkatini
çekmişti.
“Hadi, kabanlarınızı giyinin” ellerini cebine atmış
ve yüzünde keyifli bir gülümseme ile tek tek, kardeşlerinin yüzüne bakmıştı.
“Bir yere mi, gitmemizi istiyorsun?” Egemen
söylediği sıra ayaklanmış diğer erkekler de, onun takip etmişti.
“Bir şeye mi, ihtiyacın var?” Ares onları, başını
iki yana sallayarak yanıtladı.
“Sorun yok. Hepiniz kabanlarınızı giyinip, benimle
bahçeye gelin” sözlerinin ardından Ares, bahçe kapısına doğru ilerledi. Onun
sözlerinden pek bir anlam çıkaramayan aile bireyleri, boş gözlerle
birbirlerinin yüzlerine bakarken, her biri oturduğu sandalyeden ayaklanmıştı.
Onun dediği gibi portmantoya ulaşan her birey üzerlerine kabanlarını giyip,
Ares’ in yanına dönmüşlerdi.
“Kızlar ve erkekler olarak iki gruba
ayrılacaksınız. Ve birbirinizle kartopu savaşı yapıp bir kazanan
belirleyeceksiniz. Ben camın arkasında kalıp, soğuktan daha fazla etkilenmemek
için buradan hakemlik yapacağım. Kaybeden, kazanın isteğini yerine getirecek”
Ares kardeşlerin ile göz göze gelerek, anlatmış ve tepkilerini izlemişti.
Aralarına giren, dışarıdaki hava eş olan soğukluğu def etmek istedi. Bu oyun
ile biraz daha toparlanabilirler diye düşündü.
Diğerleri, Ares’ in bu istediğini ne
sorgulamış, ne de itiraz etmek gibi bir
düşünceleri olmuştu. Ares bunu neden istediği ve bu oyunun amacının elbette
farkında olsalar da, bunun için hiçbir şikâyetleri olmamıştı.
Anıl, bu durum karşında olanlar için daha fazla
utanç duyuyordu. Ares bu kaygılı ve her şeyin normale bir evvel dönmesini
sağlamak için yaptığı şeyler onu daha mahcup ediyordu. Ares, onlar için bu
hasta hali ile rahatça yatıp, dinlenemiyordu bile. Eğer ben biraz daha sabırlı olsaydım, o, bu kadar zorlanmayacaktı
diye düşünüyordu. Öte yandan bu oyunu ve sonundaki kazancı duyan bireylerin
yüzünde kocaman bir gülümseme de, baş göstermişti.
“Hadi, öyleyse” onlara işaret veriri gibi söyleyen
Egemen’in gözleri Ares’ de, onun tebessüm eden yüzünü izliyordu. Her biri
salondaki, bahçe kapısından dışarıya adım atmıştı. Yalnızca Ares’ in yanında
Beren kalmıştı. Ares’ in gözlerine ona dönmüş ve onun küçük bir kız gibi durup,
ellerinin birbirine eziyetini izliyor oluşunu, yüzünde buruk bir tebessüm ile
izliyordu. Os ıra dışarı ulaşan aile bireyleri çoktan bahçeyi beyaz bir örtü
gibi kaplamış olan karın tadını çıkarmaya koyulmuştu. Can ise Anıl’ a seslenmiş
ve salonun cam olan kapısından Ares ve Beren’ in görünen hallerini işaret
etmişti.
“İstediğim tek şey; onun yüzündeki gülümsemenin
daim olması” Anıl elinde, top haline getirmeye çalıştığı bir miktar beyaz karın
yeniden yer ile buluşturduğu sıra söyledi. Karşılarındaki manzara Ares’ in
yüzündeki gülümseme ile Beren’ i izlediğiydi.
“Şey yapabilir mesela; eğer öfkesine engel olamayıp,
dışarı vurmak istiyorsa, işte tam o anda, karşıma geçip, sağlam bir yumruk
atabilir. Belki öfkesi azalırsa, Ares’ e
de, öfke duymaz” bu sözler Anıl’ ın dudaklarından alayla değil, tüm içtenliği
ile dökülüyordu.
“Fena fikir değil, aslında. Üçümüze bir yumruk
atsa, tamamen sakinleşir. O zaman hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden
devam edebilirler” Can, sözlerinin ardından yanında olup, Ares ve Beren’
izleyen Anıl’ ın omzuna elini atmış ve hafifçe omzunu sıkmıştı.
_
Beren söze başlamak için dudaklarını aralasa da, ne
sesi çıktı, ne de bir şeyler söylemeye cesareti vardı. Gözyaşları düşmesin diye
büyük bir çaba sarf ediyordu. Boğazını temizlemiş ve birkaç derin nefes
aldığında söze başlayabildi.
“Yanında, kalabilir miyim?” gözleri, sevgilisinin
üzerine olan kazağın etek ucundan daha yukarı çıkamıyordu.
“Oyuna başlamak için seni bekliyorlar” öyle bir ses
tonu doldu ki, Beren’ in kulaklarına gözlerini kapatsa; kendini bahar çiçekleri
ile renklendirilmiş bir bahçenin ortasında ve o çiçeklerim eşsiz kokusunu içine
çektiğini, sanabilirdi. Ona itiraz etmek istemediği için usulca başı ile
sevgilisinin sözlerini onayladı ve aile bireylerinin çıktığı bahçe kapısından
bahçeye ulaştı.
Egemen ile Ares bir an göz göze geldiğinde, ona
başı ile işaret veren Ares’ in ardından oyunun rekabeti kardeşler arasında
başlamış oldu. Kahkahalar yankılandı bahçede. Birbirleri ile eğlenen
kardeşlerin sesleri ta gökyüzüne kadar uzandı. Kimi, fırlatılan kartoplarının
hedefi olmaktan kaçarken, kimi de; eline aldığı karı top haline getirmeye
çalışırken, gözüne yeni hedefini kestirmeye çalışıyordu. Erkekler hedeflerini
tam isabet vururken, kızlar hem hedef almayı, hem de hedef olmaktan kaçınmayı
aynı anda yürütmekten hayli zorlanıyorlardı.
Çağla, hem kar üzerinde koşmanın zorluğundan, hem
de hedeflerini tutturamadığından tek yapığı, dengesini sağlayamadığı için
düşüp, durmaktı. Selin, sevgilisini ve diğer hedeflerini birkaç kez vurmanın
keyfini yaşıyordu. Beril ve Nilay ise ellerinden geldiğine hedef olmaktan
kaçınıp, uzak bir yer de, hedeflerini vurmaya çalışıyorlardı. İdil kızlar
arasında en başarılı olandı. Hedeflerine arkadan yaklaşıyor ve onları kendi
hedefine odaklandığı sıra gafil avlıyordu.
Tüm bunların yanında, Beren ise onlara katılma
konusunda bir hayli tereddüt yaşamıştı. Ancak başını sevgilisine çevirdiğinde,
onun camın arkasından eğlenen kardeşlerini nasıl keyifle ve yüzündeki
gülümseyerek izlediğini, arasına attığı kahkahasından dolayı bedeninin nasıl
sallandığına şahit olduğu sıra onların arasına karışma konusunda ikna olmuştu.
Elindeki kartopları ile attığı her hedefi tuttursa da, daha fazla hedef olduğu
sıra kaçmayı seçmişti.
Egemen onu hedef aldığı sıra bundan kaçmak için
koşmaya başlayan Beren, karın üzerine koşmak ne kadar mümkün olduğu kadar
dikkatle ilerlese de, yolun yarısında, Cenk’ e de, açıkça hedef olmuştu.
İkisinden de, kaçmak için uğraş verirken, o sıra birinin bedeni ile çarpışmış
ve kendini karların arasında bulmuştu.
“Dikkatli olsana, uzun kulaklı herif, korkaklık
edip, kaçacağına önüne bak biraz” Beren, çarpıştığı kişinin Can olduğunun fark
ettiği sıra onlara yaklaşan Anıl’ da, Can’a söylenip, duruyordu.
“Affedersin Beren, Selin’ den kaçıyordum, önüme
bakamadım. Bir şeyin var mı, iyi misin?” mahcubiyeti sesine yansıyan Can, hala
yerde olan Beren’ e elini uzattı.
“Sorun yok, iyiyim. Ben de önüme bakmıyordum” ona
endişe ile bakan kendinden hayli uzun olan adamı, yüzünde naif bir gülümseme
ile rahatlatmak istedi.
“İyi misin?” bu kez Anıl sorduğunda, Beren onunla
göz göze geldi. En az Can’ ın yüzünde gördüğü endişeyi gördü.
“İyiyim, o kadar sert çarpışmadık. Ben dengemi
kaybettim sadece” Anıl, onun sözlerini başı ile onaylarken, Beren’ de Can’ ın
elinden tutmuş ve kalkmasına yardım etmek isteyen genç adama müsaade etmişti.
Anıl ve Beren’ in birbiri ile konuşmasından ise Can, bir hayli memnun olmuştu.
“Sen bana, az önce uzun kulaklı mı, dedin?” sahte
bir kızgınlık ile Can’ ın gözleri, Anıl’ a dönmüş ve ona hesap soran bir
tavırla, onun yüzüne bakmıştı.
“Evet, kardeşim doğru duymuşsun. Aynen öyle dedim”
ona meydan okuyan bir ifade ile onun bakışlarına karşılık verdi Anıl.
“Sen, şimdi görürsün uzun kulağı” birbirlerini
kovalamaya başlayan iki kardeşe, kahkahaları ile bakıyordu Beren. Kar, onlara
ne kadar müsaade etmişse, kardeşler de, birbirlerini o kadar hızlı kovalıyordu.
Can elinde top haline getirdiği bir miktar karı, Anıl’ ı vurmak için fırlatırken, o esnada Cenk’ in fırlattığı kartopu, zar zor yürümeye çalışan;
Çağla’ ya isabet ettiğinde, Mert’ de Cenk’ i kovalamaya başlamıştı.
Erkekler tüm gayretleri ile birbirlerinin
kovalamaya koyulduğunda, onları haline gülen kızlar, bahçenin köşesinde, kardan
adam yapmaya koyulmuşlardı. Güneş, şehirden yüzünü sakınsa da, soğuk o kadar
da, etkili değildi. Üstelik sürekli hareket halinde olan aile bireyleri, soğuğu
neredeyse yok sayıyor ve gönüllerince eğleniyorlardı. Birkaç saat boyunca hiçbir
şey umursamadan eğlenen aile bireyleri, hiçbir derdin hesabını tutmadan zaman
geçirmişlerdi. Kardan adam yapma işine erkeklerde dâhil olduğu bir zaman, Beren
gözlerini malikâneye çevirip, camdan sevgilisinin yansımasını görmeyi umdu.
Ancak beklediği gibi olmamış ve camın arkasını bomboş görmüştü. Bu yüzden
sevgilisini merak ettiğinden, elini karların üzerinden çekip, ayaklanmıştı.
“Ben, Ares’ e bakayım” onun sözlerinin ardından
diğerleri de, içgüdüsel olarak, başlarını Ares’ in durduğu yere çevirdiğinde,
oradaki boşluk ile karşılaşmışlardı. Ares’ in dinlendiğini düşündüler o sıra ve
Beren’ i başları ile onaylayıp, eğlenceleri geri döndüler.
Malikâneye ulaşan Beren, içeri girdiğinde, bedenini
saran sıcak hava ile rahatladığını hissetmişti. Adımları içeriye doğru
ilerledikçe, gözleri üçlü koltuklardan birinde uyuyor olan sevgilisinin
bedenini görebilmişti. Ona daha da yaklaştığı sıra arkasını dönmüş olması ile
sevgilisinin kazağının yukarı doğru sıyrılmış olduğunu görmüştü. Artık yanına
vardığında, açık olan kazağın gösterdiği kadar ile görünen yara izlerine bakmak
için onun yanına çöktü. Uzun çizgiler de vardı, küçük noktalarda. Ufak bir
açıklıktan dahi görünen birçok yara izi ile karşılaşmak, onun ürpermesine sebep
olmuştu.
Gözleri yara izlerinde gezindiği sıra içlerinden en
dikkatini çekeni; iki derin çizgi olmuştu. Bu iki çizgide kazağının altına
kadar uzanıyordu. Kazağın ucunu dikkatli hareketler ile tutup, kaldırmış ve
yara izlerinin devamı ile karşılaştığında, sırtını kaplayan koca bir çarpı
işareti olduğunu gördü. İzleri üzeri kabarık ve diğer yara izlerinden hayli
belirgin oluşu, Beren’ in korkmasına sebep olmuştu. Bu yara izine kim bakarsa,
baksın; aynı yerde bir ürperti hissediyordu. Kazağı bir eli ile tutup, diğer
eli ile dokunmak istediğinde, uzattığı elinin titrediğini görmüştü. Fakat dokunamadı Beren, sanki yara çok tazeydi de, sevgilisinin canını yakmaktan
korktu.
Ares ise o sıra kardeşlerinin eğlenen ve her şeyi
bir kenara bırakarak, birlikte vakit geçiren görüntüsü ile rahat bir nefes
almış ve bu yüzden artık artan hastalığına kulak verip, bedeninin ihtiyacı olan
uykunun kollarına bırakmıştı kendini.
Beren gözlerini, o yara izinden alamadı. Gözleri
dolup, görüşünü bulanıklaştıran gözyaşlarını önemsemeden öylece bakmaya devam
etmişti. Bu yara, bu bedene işlenirken,
ne kadar acı çekmiştir. Ne kadar çığlık atmıştır? Yara henüz taze ve üzerinden
kanlar süzülürken, nasıl nefes aldı, bu beden? Bu yara, henüz birkaç saat önce
yapılmışken, bedeni acılar içinde kavrulurken, yenilerinin eklendiği yaralara,
bu beden nasıl dayanmıştı…
“O yaradan sızan kanı durdurabilmek için ne çok
çaba gösterdik” arkasından gelen Anıl’ ın sesi ile irkilen Beren, yine de,
gözlerini yara izinden ayırmadı. Anıl ona sakin adımlarla yaklaştı. Ares’ in
kazağını tutan Beren’ in titreyen eline uzanıp, kazağı bırakmasını sağladı. Bu
yaparken, son derece nazikti, Anıl. Elini henüz bırakmamışken, onu yönlendirip,
koltuklardan birine oturmasını sağladı.
“Onun yara izlerine bakmaktan kaçınmalısın Beren,
bundan hiç memnun olmuyor” ses tonu fazlası ile kibar ve gözleri genç kızın
gözyaşlarında geziniyordu.
“O yaralarından utanan bir adam” acı çeken halini
görebiliyordu, Beren onun. Anıl’ ın gözleri önüne döndüğünde, salonun zemininde
geziniyordu.
“Ben, yetimhaneden yaşımı doldurmadan ayrıldım,
aslında kaçtım da denebilir. Can, Mert ve Egemen’ in anlattığı o çocuğu öyle çok
merak etmiştim ki, bir an evvel görmek ve yanında olmak istedim. Onu karşımda
gördüğüm ilk günün ardından birkaç gün geçmişti. Neler olduğunu daha hala
kavrayamamış olsam da, olayların ortasında kalmıştım” derin bir nefes
verdiğinde, Beren pür dikkat onu dinliyordu. Gözlerinin önünde o görüntüleri
canlandırabiliyor ve içini kaplayan sızı ile baş başa kalıyordu.
“Her defasında doktor, onun kriz geçirdiğini söyler
ve bizde o sakinleştirici iğneyi yapana kadar onu sabit tutmaya çalışırdık. O
gün çok krizin şiddeti çok daha fazlaydı. Onu bir türlü tutamıyor ve üstelik
kabuk bağlayan tüm yaralarından yeniden kan sızmaya başlamıştı” Anıl, o güne
dönmüştü sanki. Konuşurken, sesi titriyordu.
“Aslında bu durum her defasında yaşanıyordu. Bir
anda, cam kırıklarından birini eline almıştı. Ona yaklaşmamıza izin vermiyor
olsa da, sonunda birimiz onu arkadan yakaladığında, hep birlikte onun tutmayı
başardık” gözleri bir noktaya dalmış olan, karşısındaki genç adamın yüzündeki
ifadeyi izliyordu Beren. Onun, o günü yeniden yaşadığını görebiliyordu.
“Fakat o an öyle sert bir halde yere düştü ki, o
biraz evvel sırtında gördüğün yara henüz hassas olduğundan yeniden kanamaya
başlamıştı. Şuan ki halini korkutucu buluyorsan, bir de o zamanlar ki görüntüsünü
görmek bile istemezsin. Daha büyük ve daha derindi. Ares düştüğü hali ile öylece
zeminin üzerinde kalmıştı. Beyaz fayansın üzerine kırmızı kan, her saniye
yayılıyorken, biz öylece kalakalmıştık” sözleri devam eden Anıl’ ın ara sıra
gözlerini kuruladığını gördüğünde, o an onun gözyaşları döktüğünü anlayabildi
Beren.
“Doktor gelip, onu sedyeye yatırmamızı istemişti.
Ares’ in gözleri kapalı ve öylece yatıyorken, o an ki akıl ile onun öldüğünü
bile düşünmüştüm. Kan kaybını durdurmak için onu yüz üstü yatırıp, yaraya baskı
yapmıştık” sırtını dikleştirdiği sıra Beren’ de onunla birlikte nefes alır
gibi sessiz kalarak sözlerinin devamını bekliyordu.
“O günün ardından böyle bir günü yeniden yaşamamak
için Doktor Ahmet, Mehmet amcaya onu yatağa kemer ile bağlamamızı söylemişti.
Zorda olsa sonunda Mehmet amca kabul etti. Eğer görme şansın olursa; kolunun
üst kısmına dikkatlice bak, o iz, bir onu yatağa bağladığımız için bundan
kurtulmaya çalıştığı sıra oldu. Onu uzun süre böyle durdurabildik. Bedeninde,
sanki yara az gibi yeni bir yaraya da biz sebep olmuştuk” sözlerinin ardından
başını kaldıran Anıl ile göz göze gelen Beren, bu durumun onu ne kadar
incittiğini fark edebiliyordu.
“Tek istediğim onun artık huzurlu bir hayat sürmesi
Beren, öfkemde bu yüzünden, kavgamda…”
_
Anıl ve Beren’ in ardından diğer aile bireyleri de,
salona ulaşmış ve uyuyan Ares’ in görüntüsünün ardından her biri sessiz olmaya
gayret etmişti. Saatlerdir masada kalması nedeni ile hayli soğumuş ve içeri
ulaşan kızlar, yemekleri yeniden ısıtmışlardı. Sonunda ise Ares, hala
uyuyorken, diğer bireyler masada yerlerini almıştı. Masada yerlerini almış olan
aile bireylerinin, şuan ki ortamları ile saatler önce oturdukları ortamlarından
çok daha farklı bir havaya sahiplerdi. Saatler önce kasvetli ve soğuk rüzgârlar
esen masada, şimdi Ares’ in istediği gibi oyun hakkındaki, kahkahaları evin
duvarları arasında yankı buluyordu.
“İddia ne olacak peki?” Can’ ın sorusu her birinin
aklında olsa da, bunu dile getiren o olmuştu. Sözlerinin ardından masanın
üzerinde duran su ile dolu olan bardağından bir yudum almıştı.
“Hakem uyuduğu için oyun iptal sanırım” onu
yanıtlayan Mert olmuştu.
“Kazananı gördüğü kadarı ile söylese, olmaz mı?”
Cenk’ in gözleri Egemen’ e kaydığında, ondan bir yanıt bekliyordu.
“O halde uyanınca ona sorarız” Egemen’ in gözleri,
hala uyuyor olan Ares’ e kaymıştı.
“İyi de, en çok birbirimiz ile savaştık. Hatta bir
ara kulağıma biri öyle bir isabet ettirdi ki, kar içine kadar girdi sanırım”
Can sözleri ile birlikte elini kulağına götürmüştü.
“Onu yapan, bendim kardeşim. Kusura bakma gerçekten
istemeden yaptım” elini havaya kendini temize çıkarmak için kaldırmış olan
Cenk, daha sonra sözlerine, onu kızdırarak devam etti.
“Aslında ben başına nişan almıştım ama kulağın
fazla uzun olduğu için ister istemez, oraya denk geliyor” kahkahası eşliğinde,
dile getirmiş olan Cenk’ e en sert bakışlarından birini yolluyordu Can.
“Sen, Ares’ e dua et kardeşim. Eğer o, şuan uyuyor
olmasaydı; sana gösterirdim, uzun kulağı” Can’ ın sözlerinin ardından Beren,
gözlerini sevgilisine çevirmişti. Onun uyuyan hali ile karşılaşmayı umarken,
Beren’ in gördüğü; koltukta oturur haldeyken, başını yaslamış ve onları izleyen
hali olmuştu.
“Ares, uyanmışsın” sözlerinin ardından ayaklanmış ve
masa etrafından dolanıp, sevgilisinin yanına ulaşmıştı.
“Daha iyi misin?” onun yanına oturduğunda, gözlerini
onu yüzünde gezdirip, durumunu anlamaya çalışıyordu.
“Evet, iyiyim” ailesi yeniden kahkahalar atarken,
ufak bir soğuk algınlığının Ares için ne önemi vardı… Ares ayaklandığında,
sevgilisi de, onu takip etmiş ve çift masada yerlerini almıştı. Sandalyesine
yerleşmiş olan Ares, onu izleyen kardeşlerine döndü.
“Hakemlik yapmam gerekirken, uyumaya gidip, oyunu
bozdum. Bu yüzden ceza olarak; her iki tarafın isteğini de, ben yerine
getireceğim” sandalyesinde arkasına yaslandığında, diğerleri onun sözlerini
dikkatle dinlemişti. Ares’ den gelen bu ani sözlerin hakkında daha önce
düşünmemiş olan aile bireyleri öylece kalmıştı. Şuan için her iki tarafında,
ondan isteyebileceği şey konusunda; herhangi bir fikri yoktu. O sıra Ares’ in
telefonun zil sesi salonda yankı bulduğunda, oturma bölümündeki sehpanın
üzerinde çalan telefonunu almak için hareketlenen Ares’ i, Cenk durdurmuştu.
“Sen dur kardeşim, ben getiririm” Ares onu başı ile
onayladığında, Cenk sandalyesinden ayaklanmış ve diğerinin gözleri üzerinde
olan Cenk, telefonu almaya gitmişti. Hızlı adımları sayesinde, telefonu kısa
zamanda sahibine ulaştıran Cenk’ in ardından Ares arayanı ekranda okuduktan
sonra aramayı yanıtlamıştı.
“Söyle” onu arayan adamın sözlerini dikkatle
dinlediğinden, gözleri masanın üzerinde örtüsünün desenine takılmıştı.
“Efendim, bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm
ama son dakika değişen ve bilmeniz gereken, mühim bir mesele var” konuşan adam,
gözlerini önünde açık olan bilgisayar ekranından ayırmadan söylemişti.
“Nedir, o?” masadaki tüm gözler, dikkatle telefon
görüşmesi yapan Ares’in üzerindeydi.
“Efendim, iki gün sonra Azerbaycan’ da yapılacak
olan toplantı, yarına alınmış. Bizi de bilgi, şuan ulaştı” kendi hatası olarak
görülmesini istemeyen adam, konuşurken, tereddüt ediyordu.
“Neden?”
gergin bir ses tonu ile soran Ares’ in ardından, adam bundan sorumlu tutulmak
için dileklerde bulunuyordu, o an.
“Adamların bizden sonra Rusya ve İran ile daha
toplantısı varmış. Bildiğiniz gibi yılın son haftasındayız. Bu yüzden gelecek
yıl için yapacakları anlaşmaya karar vermek adına, son kez görüşmek istiyor
olabilirler” elinde tuttuğu kalemi durmaksızın çeviren adam, dizi ile de bir
ritim tutturup, sallayıp, duruyordu.
“Tamam, sen işlemleri hallet” Ares’ in gergin hali
diğerlerinin de, fark ettiği bir durumken, Ares’ in eli alnına gitmiş ve
kaşınan bir yer varmış gibi ileri geri hareket edip, duruyordu.
“Emredersiniz, efendim” görüşme sona erdiğinde,
adam efendisinin isteğini yerine getirmek için işe koyulmuştu. Öte yandan Ares’
in bu halinin ardından endişe kapılan aile bireyleri arasında, Egemen sormak
istemişti.
“Bir sorun mu, var Ares?” onun tavırlarını hoşuna
gitmediği gibi sıkıntıya düşmesine neyin sebep olduğunu da, hayli merak
etmişti.
“Sorun değil. Sadece Azerbaycan’ a gitme işi,
erkene alınmış” elinde tuttuğu telefonunu, masanın altında kalan dizinin
üzerinde, çevirip duruyordu.
“Ne zaman, peki?” Mert, sözlerini elinde kalan
kaşığını tabağının yanına bırakırken, dile getirmişti.
“Yarın” Ares, söylediği sıra sevgilisi ile göz göze
gelmişti. Beren içinden; o kadar erken mi, diye geçirdiği sıra; Are, onun
yüzündeki hoşnutsuzluğu fark edebiliyordu. Yemeğin ardından hoş bir film ile
sinema salonunda vakit geçirmiş olan aile bireyleri, ilerleyen saatin ardından
her biri, odalarına çekilmişti.
Beren, banyoda işlerini halleden sevgilisini,
elinde, tabletten çıkardığı iki ilaç ve su dolu bardak ile öylece bekliyordu.
Kısa süre sonra Ares, banyodan çıkmış ve sevgilisinin yanına ilerlemişti. Onun
yanına oturduğu sıra Ares, onun halindeki durgunluğun farkındaydı.
“İlaçlarını içmelisin, Ares” sözlerinin ardından
elinde tutuklarını, sevgilisine uzattı. Daha sonra Ares’ de onun uzattıklarını
elindeki almış ve suyun yardımı ile ilaçlarını yutmuştu. Ares yanında oturan
sevgilisinin üzerindeki durgunluğun, yemekte gelen telefonun ardından olduğunun
farkındaydı. Söze önce onun başlamasını istediği için öylece bekliyordu.
“Gitmek zorunda mısın?” beklediği şeyi duyduğunda,
dudaklarından henüz su bardağını uzaklaştırıyordu. Daha sonra Ares’in gözleri,
sevgilisini buldu.
“Evet, bu önemli bir iş güzelim” Beren oturduğu
yatakta tamamen sevgilisine dönmüş ve onunla göz göze gelmesini sağlamıştı.
“Ama henüz tam olarak iyileşmedin. Senin yerine
başkası gitse, olmaz mı?” Ares sevgilisinin gözlerine baktığı sıra orada
gördüğü kaygının şuan ki hastalığı ile pekte bağlantılı olmadığını gördü. Zira
sevgilisinin gözlerinde çok daha büyük bir kaygının, endişesinin yeri bulunuyordu.
“Ben sadece belinde silah taşıyan bir adam değilim,
Beren. Mehmet amcanın bana emanet ettiği şirketi, en az onun kadar iyi idare
etmeliyim” gözlerinin odanın zeminine çevirdi Beren. İçinde dolup, taşan
korkuları dile getirse, sevgilisi anlayabilir miydi?
“Bende seninle gelsem, olmaz mı?” onun sözlerinin
ardından Ares’ in yüzünde ufak bir tebessüm belirmişti. Bu sözler keyiflendirmiş
ve fazlası ile hoşuna gitmişti.
“Neden, ne yapacaksın orada?” sevgilisi ile
uğraşmak için soruyordu. Karşısındaki beden küçük bir kız çocuğu gibiydi ve bu
görüntü onun keyfine keyif katıyordu.
“Ben korkuyorum. Belki olanlardan sonra gitmen
ilahi adaletin bana bir cezasıdır” derin nefes alıp, geri bıraktı. Yataktan
ayaklanmış ve odada aynı çizgi üzerinde yürümeye başlamıştı. Ares’ in yüzünde
olan gülümsemesi ise yavaş yavaş kayboldu.
“Belki de, Egemen haklı. Bana olan sevgini, ne
kadar değer verdiğini o kadar iyi hissettiriyorsun ki; yanımda olduğunda, her
ne olursa, olsun; bırakamayacakmışsın gibi hissediyorum. Sadece gözlerine
bakarken bile, kalbinde bana ait olan sevgi ne kadarsa, hepsini görebiliyorum”
ellerini yüzüne örten Beren, saçlarını geriye çekti. Bedeninde hissettiği
huzursuzluk tam olarak ne içindi, bulamıyordu. Sanki ufak bir öksürük ile
sabahtan bu yana her ne yediyse, dışarı çıkacaktı.
“Neden bana, hiç öfkeni göstermiyorsun Ares. Seni
kırdığım zaman neden içindeki öfken ile çıkışmıyorsun. Nasıl
kabullenebiliyorsun, onca olanı?” Beren’ in sözleri sevgilisine karşı olsa da,
aslında kendi kendine konuşur gibiydi.
“Ben bir kız çocuğu gibiyim. Eğer o istediğim
oyuncak bebeği, bana anında alırsan, şımarıklık yapıp, bir dahakine daha büyük
bir bebek isteyeceğim. Bu yüzden uyarıya ihtiyacım var. Ben o bebeği alman için
sana diretirken, senin karşıma geçip, parmağını sallayarak, bana kızışman
gerekiyor” Ares, sevgilisinin gözleri ile denk geldiğinde, içinde biriken
şeyleri boşaltmaya ihtiyacı olduğunu görmüş ve bu yüzden sessiz kalıp, onun
bitirmesini beklemişti.
“Neden sana, nasıl davranmam gerektiğini
öğrenemiyorum? Seni üzmek, seni kırmak, inan bana hiç istemiyorum. Sürekli hata
yapıp, ardından af dilemekten artık utanıyorum. Senin gözlerine bakarak, seni
nasıl kırmaya cüret edebiliyorum? Ne yapmalıyım Ares?” odanın ortasından
dikilmiş, sözleri ile birlikte sevgilisinin gözlerine bakıyordu, Beren.
“Sen tedavi sürecindeyken, Mehmet amcaya; onun bu
halde olmasına sebep olan sizsiniz, demiştim. Ya bugün gerçekten, Doktor Ahmet’
i aramak durumunda kalsaydık. O zaman bunun tek sorumlusu ben olmuş olacaktım
Ares” Beren, sevgilisinin ellerine uzanıp, ellerinin arasına aldı.
“Lütfen sevgilim. Hatalarımı artık sessizce
kabullenme. Beni kırmaktan geri durma. Yaptıklarım ufak hatalar değildi Ares,
hepsini içine nasıl sığdırıp, sessiz kalıyorsun?” gözlerinden yaşlar süzülen
sevgilisinin yüzüne bakmak içini acıttı Ares’ in. Sevgilisinin ellerinden
ayrılan elleri, onun yüzünü avuçları arasına almıştı.
“Sakin ol, güzelim. Bana yaptığın bir şey yok. Her
şey olması gerektiği gibi” onun sözleri ile Beren, birkaç adım kendini ondan
uzaklaştırdı.
“Hayır, Ares, bak yine yapıyorsun. Senin hayatında
olmak için direten bendim Ares ama beni zorla tutan senmiş gibi bir hal var.
Seni gerçekten çok seviyorum Ares. Sana hak ettiğin değeri vermek istiyorum”
Beren’ in gözlerinden düşen birkaç damla yerdeki zemin ile buluşurken, Ares,
bunu gözleri ile takip etmişti. Olanlardan sonra Beren’ in böyle bir durum
yaşayacağını tahmin ediyordu. Bu yüzden bu durumu o kadar da, garipsemeden
tanık oluyordu. İnsanlarla iletişim konusunda o kadar da iyi olmayan Ares, onu
nasıl sakinleştirebilir, bunun yolunu düşünüyordu.
“Ben, aslında sadece bencilce davranıyorum,
güzelim” sevgilisinin gözlerine bakan Ares’ in yüzünde, bir gülümseme baş
gösterdiğinde, bunun amacı sadece sevgilisinin iyi hissetmesini sağlamaktı.
“Öfkem ile kalbini kırdığım zaman, büyük bir vicdan
azabı çekmemek ve sonra suçluluk duygusu ile baş etmemek için sen ya da
kardeşlerim, karşımda olan her kimse, kullandığım sözler ile onu kırmamak için
yanından uzaklaşıyorum. Olanları zamana bırakıyorum” sakin bir ses tonu
kullanan Ares, karşısındaki sevgilisinin sözlerini dikkatle dinlediğinin
farkındaydı.
“Uzaklaşıp, sorguluyorum. Sakince neyin doğru,
neyin yanlış olduğuna karar vermeye çalışıyorum. Olayları kendi kendime çözmek
çok daha kolay geliyor” derin bir nefes bırakan Ares, sözlerine yeniden
sevgilisinin gözlerine bakarak devam etti.
“Bu sınırlı zaman içinde var olduğumuz dünyada,
vaktimi iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Bana samimiyetle kalbini açan aileme
karşılık olarak, her konuda onların asıl maksatları görebiliyor ve bu yüzden
onlara anlayışla yaklaşıyorum. Her şeyin üzerinden biraz zaman geçiyor ve ben
sorunlarımı böyle çok daha kolay çözüme ulaştırıyorum” sözlerinin ardından
sevgilisinin yüzünde, eşsiz bir gülümsemeye tanık oldu Ares.
“Sen ne güçlü bir adamsın” başını sevgilisinin
heybetli omuzların yaslayan Beren, ondan yüzünü saklamıştı.
“Ne büyük
bir kalbin var. Sanki tüm dünyayı içine sığdırabilirmişsin gibi” başını
kaldırdığı sıra onunla göz göze gelen Beren, sevgilisinin yüzünü iki avucu
arasına almıştı.
“Kalbin o kadar güzel ki, bir eşin, benzerin
olduğunu düşünmek bile saçma geliyor. Belki de, anne ve babamın ardından senin
ödüllendiriliyorum” yavaşça başını yaklaştırıp, sevgilisinin dudaklarına
yöneldi. Ares ise onun yapmak istediği şeye müsaade ederken, yüzünde ufak bir
gülümseme vardı. Beren sevgilisinin dudaklarına masum bir öpücük bahşetmişti.
Kapalı gözlerini araladığı sıra Ares’ in gözlerindeki, ışıltıya şahit olmuştu.
“Peki, sen ne yaptın da, benimle
cezalandırılıyorsun” Ares tanıdık gelen bu sözlerin ardından gözleri kısılana
kadar gülümsemiş ve sevgilisine ayak uydurmuştu.
“Benim gözüm ile kendini görseydin. O zaman belki,
kimin ödüllendirildiğini bir kez daha düşünürdün” bu kez Ares, sevgilisinin
dudaklarına yaklaşıp, öpücük bahşetmişti.
Yaaaaaaa yerim sizii❤️❤️
YanıtlaSildevamı gelicek mi
YanıtlaSil