Araba malikâneye ulaşmış ve Ares, kendi park
alanına arabasını bırakmıştı. Aralarından geçen o eğlenceli sohbetin ardından
kendini daha iyi hisseden çift, yüzünde hoş bir gülümseme ile arabadan inip,
elleri buluşmuştu.
Malikânenin ziline uzanan Beren’ in ardından
kapının aralanmasını bekleyen çift, genişleyen bir gülümseme ile birbirlerinin
gözlerine bakıyordu. Kısa süren beklemenin ardından kapıyı onlar için aralayan
Beril olmuştu.
“Hoş geldiniz” neşeli sesi ve yüzündeki derin
gülümseme ile çifti karşılamıştı.
“Hoş bulduk” onun bu hali ile daha da neşelenen
Beren, kollarını iki yana açıp, onunla sıkı sıkıya sarılmıştı. Daha sonra tüm
aile bireyleri kapının girişine ulaşmış ve gelen çifti karşılamıştı. Her
birinin yüzündeki gülümseme gerçek ve huzurun kanıtı olarak orada baş
gösteriyordu. Her birinin gözleri ışıl ışıl ediyordu.
Şükrederek, kollarının arasında kabul ettiler,
çifti. Ares’ in dönüşüne, Beren ile aralarındaki bağa ve bozulmayan ailenin
sıcaklığı her birinin dilinde, şükür vardı. Tüm bunların yanında, Beren’ in
parmağındaki yüzüğü ilk fark eden Beril olmuştu. Sağ elini hızla kavradığında,
yüzüğe yakından bakmak için göz hizasına çıkarmış ve diğerlerinin gözlerinin
önüne de sermişti.
“Aman Allah’ ım. Yoksa bu düşündüğüm şey mi?” bu
sözler dudaklarından sevinç nidası olarak ayrılıyordu.
“Evet, öyle” Beren bunu söylediğinde, Meliha hanım
için olmasa da, Mehmet Beyin varlığından çekinerek söylemişti. O bu ailenin en
büyüğü ve Ares’ in babası konumdaydı ve bu da çekincesini kendi içinde haklı
kılıyordu. Ancak onun sözlerinin ardından Beril’ den duyulan sevinç nidaları
tüm ailede içine alarak büyümüş ve her biri çocuk gibi bu habere sevinmişti.
“Tebrik ederim. İnan bana bunun olacağını tahmin
etmiştim” Beril, kollarının arasından tuttuğu Beren’ i sevincinden sıkarken,
bir yandan da, ayaklarını yere vuruyordu.
Aile bireyleri çifte uzun uzun sarılıp, tek tek tebrik
etmişlerdi. Bir bayram havasına büründü o saat malikânenin havası. Beren’ in
Mehmet Bey ile aralarından bir sorun olduğunu bilen Ares, Mehmet Beyin bu
haberi nasıl karşıladığını görmek için onun tepkisini izlemişti.
Mehmet Beyin ifadesinde, bu durum karşısında en
ufak bir hoşnutsuzluk olduğunu sezmiş olsaydı, Ares çok farklı bir yol da,
izleyebilirdi. Elbette bu teklifin yeri ve zamanı değişmeyecekti, fakat Ares’
in tam anlamı ile içinin rahat etmesi için bu mesele hallolana kadar da öylece
bırakmayacaktı.
Ancak Mehmet Bey, oğlunun bu güzel haberine
karşılık olarak, öyle bir ifade ile gülümsemişti ki, onu izleyen Ares’ in
yüzüne bile bu gülümseme sıçramış ve ona hoş bir gülümseme kazandırmıştı.
“Hadi, salona geçelim atık. Kapının önünde kaldık”
Meliha hanımın sözlerinin ardından kızlar Meliha Hanım ve Mehmet Bey ile
birlikte salona geçerken, erkekler önemli bir meseleden ötürü kapının önünde
kalmıştı. Ares ile konuşması gereken önemli bir mesele olan Anıl, diğerlerinin
de, onlara eşlik etmesini istemişti. Diğerleri ise salona ilerlemek üzere olan
Ares, Anıl’ ın sesi ile olduğu yerde kalmıştı.
“Ares, ben olanlar için özür dil” Ares onun
sözlerini elini kaldırarak, yarıda kesti.
“Özüre gerek yok. Sadece bir daha tekrarlama benim
için bu yeterli” dediğinin ardından gülümseyen Ares, sözlerinin gerçekliğine
ayna tutuyordu sanki.
“Ama yaptığım bu şeyi hiçbir zaman unutmayacaksın
değil mi?” sözlerinin içinde acı ve hüzün buram buram kokuyor, ses ton
pişmanlığını haykırıyordu adeta. Diğerleri ise bu iki kardeşin konuşmasının
gözlerini kırpmadan dinliyordu. Buradan sorunsuz ayrılmayı diliyor ve salona
geçmek için sabırsızlanıyorlardı.
“Unutmayacağım. Hatta her yüzüne baktığımda, tetiği
çekmeyen elinin nasıl titrediğini anımsayacağım. Sesini her duyduğumda, yapamam
diyen sesin kulaklarımda uzun zaman çınlayacak. Ama tüm bunlarla birlikte ben,
olanları yok sayacağım”
Ares’ in sözlerinin ardından midesinin kasıldığını
hissetti Anıl. Midesinde her ne varsa, dışarı çıkarmak üzereydi. Ares’ i
tanıyordu. O olanları hiçbir zaman unutmayan bir adamken, kendi yaptığını nasıl
unutabilsin ki? O, olan iyi veya kötü her ne varsa, aklında tutan bir adamdı.
“Ares, ben yemin ederim ki, amacım sana ka-“
konuşmasına devam eden Anıl’ ın sözlerini yine elini kaldırarak durdurdu Ares.
Böyle ortalık yerde, böyle bir meselesinin konuşulması onu rahatsız etmiş ve
kardeşinin sözlerini daha müsait bir yerde dinlemek istemişti.
“Eğer konuşmak seni daha iyi hissettirecekse, bunu
aşağıya inip konuşalım” o an nefesini tuttu her biri. Bu konuşmanın oraya
gideceğini ve başka bir felakete kapı açacağı, o an hiçbirinin aklına
gelmemişti.
“Ares, bu konuyu kapatalım ve diğerlerini
bekletmemek için salona geçelim” konuşurken, acele eden ve sesi titreyen Mert,
o an birçok şeyi açık etmişti. Ares’ in gözleri her birinin ifadesinde
gezinirken, saklamak istedikleri bir şeyin varlığını sezmişti.
“Bence öğrenmem gereken bir mesele var. Haksız
mıyım?” ses tonun değişimi bile bunu bir an evvel açıklamaları gerektiğini
gözler önüne seriyordu. Diğerleri ise bu işin içinden nasıl çıkacaklarını
düşünüyordu.
“Ares, önce bizi dinlemen gerek. Biz bunu yapmak
zorundaydık. Biz seni-“ Egemen Ares’ in duyacakları karşısında, büyük bir
öfkeye kapılmaması için uğraşırken, asılında o an yaptığı ile bunun tam tersi
gerçekleşiyor ve Ares öğrenmediği her saniye daha da, öfkeleniyordu.
“Egemen!” bu bi an evvel söyle, deme şekliydi.
“Biz aşağıyı Mehmet amcanın emri ile boşalttık”
önce sözleri idrak etmek için bir süre öylece bekledi Ares. Bedenini saran
normal bir insanın öfkesine karşılık olarak, kat be kat yüksekti, zira o normal
bir adam değildi.
İfadesine
ilişen, katı bir ifade ile baktı kardeşlerinin yüzüne. Ancak o an karşısında
olan kişilerin bir anlamı bile yoktu onun için. Tüm bedeni öfkeden titrerken,
gözlerinin bile bir odağı yoktu o an. Adımları oyun odasına ulaştığında, Ares’
in bedenini, fırtınalı havada savrulan bir yelken gibiydi.
Bedeninde gezen gerilim ile ilerlemeye devam eden,
Ares merdivenlerin ardından toplantı odasının kapısını aralamış ve bomboş bir
oda ile karşılaşmıştı. O sıra diğerleri de ona yetişmeyi başarmıştı. Nefes
nefese bir hale gelen erkeklerin bedenini bir korku sarmıştı.
Bu boş oda yüzünden neler yaşayacaklardı? Ares bu
oda için en çok kime hesap soracaktı. Bu oda için en çok kimin canı yanacaktı?
Ares’ in gözlerini ele geçiren karanlık bir perde
ile görüş açısı yok gibiydi. Taşıdığı beden, attığı adımlar kendi bedenine ait
değildi sanki. Ares o an, dışarıdaki insanların Azrail diye adlandırdığı haline
bürünmüştü.
Onun öfkesinden haberdar olan bulutlar, kaçışmak
için yollarını şaşırmış, birbirlerine çarpıyorlardı. Kaç kez aydınlatmıştı
gökyüzü, dağları titreten kızgın yıldırımlarla, kaç yere eli değmişti, o
yıldırımların.
Adımları odanın köşesinde olan silah odasına
yönelmiş ve şiddetle açmıştı kapıyı. Ares artık kriz geçirmenin eşiğinde
duruyordu. Kendine engel olmak ya da sakinleşmek adın en ufak bir çabası bile
olmadan, bedenini ele geçiren bu akımı öylece kabul ediyordu.
Şimşeğin saldığı bir korku gibi göz göze geldi,
arkasında kalan, kardeşleri ile. Koca koca adamlar onun karşısında, duruyor
olmanın altında ezliyorlardı. Kardeşlerine bakan bir adam değildi Ares o an.
Odadan çıkmak için ilerledi, kızgın adımları. Ancak birkaç adım sonrası onu
durdurmak için Egemen, önüne çıkmıştı.
“Ares, lütfen önce biraz sakinleş” sözlerinin
ardından, Ares’ in tüm öfkesinin hedefi haline geldi. Onu geçip, ilerlemek
üzere olan Ares’ in önüne çıkıp, Egemen’ e yardım eden, Can ve Mert olmuştu.
“Yukarıda kızlar var Ares. Onların yanında bunun
hakkında konuşmak istemezsin, öyle değil mi? Hadi, şimdi biraz sakinleş” onu
durdurabilmek için bir dolu dil döküp, en azıdan yuarı çıkmasına mani olmaya
çalışıyorlardı. Zira şuan ki öfke ile yukarı çıkarsa, öfkesi dindikten sonra
kızların karşısında, öyle bir halde çıktığı için büyük bir utanç duyacağını
gayet iyi biliyorlardı.
“Cenk, Mehmet amcayı hemen buraya çağır!” Egemen,
gür sesi ile boş odayı doldururken, Ares’ in sessiz kalışından güç alıyordu.
Cenk, onun sözlerinin ardından gergin bir yaydan çıkan bir ok misali fırlamıştı
yerinden.
Ancak oyun odasına ulaştığında, Mehmet Bey ile
karşılaşmıştı. Belki de, o da bir şeyler tahmin etmiş ve salona gelmeyen
erkeklerin burada olacağını hissetmişti.
“Mehmet amca aşağıya gelmen gerekiyor” basamakları
birkaç saniyede çıkmış olduğundan derin derin soluk alıp verirken söyleyen
Cenk’ in gözlerine bakıp, onu onayladı Mehmet Bey. Onun yüzünde sahip olduğu
ifade sanki aşağıda olanları bilir gibiydi. Dudaklarında beliren bir gülümseme
vardı ki, kenarlarından bir kızıllık akıyordu sanki.
Basamakları aşıp, aşağı kata yaklaşan adımlarının
yanında, orada yaşanacaklara hazırlanır gibi bir hali vardı Mehmet Beyin.
Odanın kapısı aralanmış ve öfkeli oğlu ile karşı karşı gelmişti Mehmet Bey.
Ares’ in krize ne kadar yakın olduğunu, yıllarını onunla geçirmiş biri olarak
gayet iyi biliyordu Mehmet Bey.
Ona verilen sözlerde durulmamış ve şimdi hesabını
sorarken, onun canını yakmak için acele davranmak istediğini görebiliyordu.
Karşısındaki oğlunun bedenini ele geçiren karanlığı bizzat gözleri ile görüyordu.
Bunu yapan her kimse, ona misli ile hesap sormak için yanıp, tutuştuğunu
biliyordu.
“Bana söz vermiştin!” bir gökgürültüsünden
farksızdı sesi. Mehmet Beyin tek yaptığı, ona şefkat dolu gözlerle bakarken,
oğlunun hala bir hastalık gibi yakasından düşmeyen bu haline yanıyordu.
“Ares, be-“ onun sözlerinin Ares için hiçbir anlamı
yoktu o an.
“Yine hiçbiriniz sözünüzde durmadınız” Egemen, Can
ve Mert Ares’ i bir kalkanın içinde tutuyor, olabilecek şey için önlem almaya
çalışıyorlardı. O an sadece Mehmet Bey değil, diğer erkeklerde, Ares’ in içine
çekildiği durumun elbette farkındaydı.
Eğer bu öfke ile karşısında, saygı duyduğu adama
zarar verirse tüm bu öfkesi kaybolduğunda, kendine olan nefreti daha da,
katlanacaktı. Bundan dolayı Ares’ i ellerinden geldiği kadar kontrol altında
tutmaya çalışıyorlardı.
“Hayatım karşılığında, bana karışmayacağına dair
söz vermiştin” boş bir odada, kulakları zorlayan bir gürültü ile yankı
buluyordu Ares’ in öfke ile gürleyen sesi.
“Yapmak zorundaydım oğlum. Beni anlamaya çalış,
canım yanmıştı Ares, korkmuştum. Seni kaybetmekten korktum. Bu yüzden burayı
da, depoyu da, ellerimle yerle bir etmek istedim” Mehmet Bey o an bir mayının
üzerine basmıştı.
Ares bu odanın haline bakarken, deponun da aynı
akıbeti yaşamış olduğunu hiç ama hiç aklından geçirmemişti. Aç bir aslanın
önünden yemeğini almak isteyenlerin, neler yaşayabileceğini herkes tahmin
edebilir. Aslan onu kendine yemek olarak seçer bu kez. Ve bundan asla
vazgeçmez.
Ares’ de o an Mehmet Beye saldırmak için ileri
atılmıştı. Gözleri bir ejderhanın ağzından çıkan alevlere sahip gibi Mehmet
Beyi kül etmek ister gibi bakıyordu ona. Ancak ona kalkan olan kardeşleri onu
sıkı sıkıya iki kolundan da, yaklaşmıştı.
“Yokluğumu fırsat mı bildiniz?” kardeşlerinin
elinden kurtulup, hedefine ulaşmak için çırpınan bedeni, zor zapt ediyorlardı.
Tüm oda onun haykırışları ile yankı buluyordu.
“Ares” sesi titreyen Mehmet Beyin artık bu görüntü
karşısında gözyaşları da, şahitlik ediyordu. Onu bu hale getiren şeyin kendi
olduğunu bilmek, onun için daha zorlu bir sınavdı.
“O depo bana
aitti. Ben yakıp yıkmalıydım. Siz değil” sözleri ile birlikte öfkesi de katlanır
gibiydi. Artık onu durdurabilmek için tüm kardeşler seferber olmuştu. Odanın
ortasında durup, az ilerisinde kopan kıyameti öyle izlemekten başka bir şey
yapamıyordu Mehmet Bey.
“Beni biraz anlamaya çalış Ares” sözleri ile daha
da körüklüyordu onu. Daha da korkunç bir hal alıyordu bu durum. Eğer Ares bir
anda kardeşlerinin elinden kurtulup, Mehmet Beyi ulaşmayı başarsa, o an neler
yaşanacağını kimse tahmin etmek istemezdi.
Ares o sancılı tedavi sürecinden sonra böyle bir an
yaşamamalıydı. Henüz tam anlamı ile öfkesini, sinirini kontrol altında tutmayı
biraz biraz başarmışken, böyle bir öfke ile asla başa çıkmazdı. Tedaviden
döneli kaç gün olmuştu? Ya da o tedavinin şuan da, ne hükmü kalmıştı?
“Mehmet amca sen bizi oyun odasında bekle. Kriz
geçirmek üzere artık” Anıl, Ares’ in sesinin arasında, Mehmet Beye sesinin
duyurmaya gayret etmek durumunda kalmıştı. El mahkûm olarak, sebebi olduğu şeyi
ardından bırakıp, odadan ayrıldı Mehmet Bey.
Ares için söz vermenin önemini bilen Mehmet Bey,
şuan yaptığı şeyin nereye sığacağını bilmiyordu. Bir hata ya da bir yanlış
diyerek üzerini kapatamayacağı kadr büyük bir sorun yaratmıştı kendi elleri
ile.
Mehmet beyin odadan çıktığını gören Ares, Cenk’ in
tutuşundan kurtulup, onu kendinden uzaklaştırmıştı. İleriye gitmek için
çabalıyor ve dudaklarının arasından koca haykırışlar odada yankı buluyordu. Onu
zapt etmeye kardeşler arasında bir savaş vardı sanki.
“Egemen, onu böyle tutmak neye yarayacak. Baksana
kriz geçiriyor. Bırakalım da, bitene kadar ne yapmak istiyorsa, izin verelim”
Mert sözleri sırasında, Ares’ in, onu zorlayan kolunu ellerinin arasında
tutmaya çalışırken, çelik bir demire dokunuyor hissi ile aynı hissediyordu.
“Her şey bittikten sonra yüzümüzde açtığı yaralara
bakıp pişmanlık duyacağını bilmiyor musun, Mert? Ona vicdan azabı mı çeksin
istiyorsun?” derin bir nefes alıp, devam etti.
“Ne kadar gerekiyorsa, o kadar bekleyip, o
sakinleşinceye kadar böyle tutacağız” sanki uzun bir dağı aşındırmışçasına
yorgun hissediyor olsalar da, kardeşlerinin üzerinden ellerini bir an olsun
çekmemişlerdi.
Odada koca bir kargaşa yaşanıyordu. Sesler hiç
susmuyor ve hareketlilik hiç durmuyordu. Deli bir güce karşılık beş erkek zor
dayanıyor ve onun enerjisinin bitmesini bekliyorlardı.
“Tedavi
sürecinden sonra bu olmamalıydı. Biz buna izin vermemeliydik. Nasıl tutacağız
Egemen, peki kriz bittikten sonra ne olacak?” ne olacağını hepsi de, adı gibi
bilirken, onca tedavinin ardından Ares’ in yeniden elindeki yarayı tazeleyecek
olmasını nasıl engel olabilirlerdi?
_
Tüm bunlar yaşanırken, uzun süre ortamda olmayan
erkeklerin yokluğunun sebebini merak eden Beren, salondan ayrılıp, onlara
ulaşmak için oyun odasına girmişti. Aşağının boşaltılmasının Ares’ i
öfkelendireceğini tahmin ettiğinden dolayı biraz da bundan dolayı
meraklanmıştı. Oyun odasının içinde olan bodrum katına inen merdivenlere
yaklaştığında, Mehmet Bey ile karşılaştı.
“Ares’ in sana ihtiyacı var kızım. Git ve yardım et
ona” kendi elleri ile sebep olduğu kasırgaya belki Beren bir çare olabilirdi.
Beren bu sözlerin ardından hızla aşağı kata ulaştı. Sevgilisinin sesleri kulağına
doldukça, Mehmet Beyin sözlerinin bu kadar derin sebebi olacağını tahmin
edemiyordu.
Odanın kapısını aralamış ve koca heybetli bir
ağacın nasıl yere devrildiğine şahit olmuştu. Bir çatırtı ile tüm toprak
altında kalan kökleri ile öylece yan devrilmişti. Beren tüm bunların neden
yaşandığını o an bir anlama sığdıramasa da, o tedavi sürecinden sonra böyle bir
ana şahitlik etmemeliydi. Ares bu halde olmamalıydı.
İleriye doğru adım atmaya başlasa da, korkuyordu.
Aklı sürekli sevgilisinin neden bu halde olduğunu soruyor ve bunun olmaması
gerektiğini söylüyordu. Kardeşler ile yaşadığı arbedenin içinde Beren ilk fark
eden Can olmuştu.
“Beren” Can’ ın şiddetli çıkan sesi ile tüm
kardeşler bir an da afallamış ve gevşeyen ellerinin arasından Ares’ i az daha
kaçırmak üzereydiler. Onu sabit tutabilmek adına dizlerinin üzerine çökmesini
sağladıklarında, Beren bu görüntüyü gözleri dolarken, izlemişti.
“Beren burada olmamalısın” Egemen’ in sözleri o an
Beren’ in kulaklarına ulaşmamıştı bile. Acımasız bir canavarı sabit tutmak için
direnen kardeşlere bakıyordu sanki. Onlara yaklaşıp, o canavar hali ile
karşısında olan sevgilisinin yüzüne baktı.
Göz kenarlarına biriken yaşlar ince bir çizgi hali
ile süzüldü yanaklarından. Onun kriz geçirdiği gün gibi ortadayken, karşısında ki
görüntü onun aklını yitirmesine ön ayak olmak ister gibiydi. Kriz geçirdiği
vakit, bu hale mi geliyordu? Dün yüzüne pamuk şekeri sakal ve bıyık yapan adam
ile şuan karşısındaki bu adam aynı kişi miydi?
“Ares”ağlayan sesi bu gözlerinin odağı bile olmadan
zapt edilmeye çalışılan bu adamın, kulaklarına ulaşıyor muydu? Sevgilisinin
gözlerine bakabilmek için onlar gibi dizlerinin üzerine çöktü.
“Sevgilim” onun yüzünün avuçları arasına aldığında,
bundan kurtulmak için direten sevgilisini umursamadan onunla göz göze gelmeye
çalıştı.
“Hadi, biraz sakinleş Ares. Lütfen sevgilim, sakin
ol” kendi canının hiçbir önemi olmadan sevgilisini iyi etmenin derdine düşmüştü
Beren. Hıçkırıkları sözlerine karışsa da, gözyaşları yüzünden görüşü
bulanıklaşsa da, sevgilisinin iyi olması sağlamaya çalışıyordu.
Ellerinin arasında çırpınan bedeni sıkı sıkıya
tutan kardeşler, belki işe yara umudu ile Beren’ e müsaade etmiş ve öylece
çifti izlemeye koyulmuşlardı.
“Mehmet amcanın bu senin iyiliğin için yaptığını
biliyorsun Ares. İçindeki bu öfkeden kurtulup, onunla konuşabilirsin. Ona zarar
vermeyi hiç istemiyorsun. Ona saygısızlık yapmak istemiyorsun sevgilim. Hadi,
şimdi benimle birlikte nefes al” Ares sessizleşip, Beren’ i dinliyordu. Onun
ses tonunda sanki onun bedenine gönderilen bir sinyal var gibi o koca
haykırışları bitmiş, öylece sevgilisini dinliyordu.
“Hadi, Ares. Benimle birlikte nefes alıp ver” beyni
uymuş bir hale gelmiş gibi sadece onun söylediklerini dinleyen Ares, daha sonra
dediği gibi ufak ufak nefes alıp vermeye başlamıştı. Çırpınması bitmiş olsa da,
Beren birkaç gündür sevgilisinin gözlerinde gördüğü ışığı henüz görememişti.
“Senin daha iyi olman için yaptı Ares. Bizim için
yaptı. Seninle güzel bir geleceğimiz olsun diye yaptı. Biliyorsun değil mi?”
bir ilahi nasıl bir insanın içine işleyip, onun bedeninde gezerken, dokunduğu
yere huzur bırakırsa; Ares’ de sevgilisinin sesinden aynı şifayı bulmuştu.
Gözleri önce güzel sevgilisinin gözleri ile denk
gelmiş ve onun güzel yüzüne bakmıştı. Etrafına ip dolanmış haldeyken, bir anda
yere atıp, süratli bir hızla dönen bir topacı beyninde konuk ediyor gibi dönen
başı yavaş yavaş normale dönüyordu.
“Biliyorum, bizim için yaptı” konuşmayı yeni
öğrenmiş bir bebeğin kelimleri gibi aralıklı ve anlaşılması zordu Ares’ in
sözleri ancak zorlanarak kurduğu bu birkaç cümle ile odadaki herkesi fazlası
ile mutlu etmişti.
“Onun senin için uğraştığını biliyorsun sevgilim.
Lütfen öfkene yenilip, pişman olacağın şeyler yapmak için çabalama”
sevgilisinin alnına, alınını yasladı Beren. Gözyaşları teker teker süzülüyor
olsa da, onların şu için hiçbir kıymeti yoktu.
“İyi olacaksın. Birlikte iyi olacağız. Lütfen
öfkenin seni yönetmesine izin verme” Beren’ in nefesi kendi ciğerlerine nufüs
ettikçe, sanki öfke ondan biraz daha uzaklaşmış ve kabuğuna çekilmişti.
Kardeşlerine direnmeyi bırakmış ve bedenini saran titreme yavaş yavaş
kaybolmuştu. Bundan güç olan kardeşler, onun kollarını serbest bıraktığında,
Ares’ in kolları öylece iki yanına düşmüştü.
“Başardın güzelim, yine başardın” yorgun sesi ile
daha kahroldu Beren. Kollarının arasına aldığı yorgun bedenin sanki nefes
almaya bile dermanı kalmamış gibiydi. Tüm bu olanlara seyirci kalan diğerleri
ise olan şeyleri hayretler içerisinde izlemişti. Ancak sonucu hepsini memnun
etti.
Ares, zorlanarak da olsa ayaklanabildiğinde,
diğerlerini orada bırakarak, duyulmayan adımları ile odadan ayrılmıştı. Yalnız
kalma isteğine saygı gösteren diğerleri ise onun gidişini izlemekle yetinmişti.
Beren de dail olmak üzere, o an odadaki herkesin aklında Ares’ in sol eline zarar
verip, vermeyeceği sorusu olsa da, bu konuda ona güvenmek zorunda olduklarını
da, biliyorlardı.
Ares, kendini bir enkazın altından çıkmış, her toz
toprak içinde olan bir adam gibi hissediyordu. Ayakta duruyor olması bile
şaşılacak şeyken, onun adımları ta odasına kadar devam etmişti. Mehmet Bey o
sıralarda kendini kütüphaneye kapatmış ve oğluna yaşattığı bu durumun geçmesini
bekliyordu.
Canı yanıyor ve tüm bu yaşanlar için pişmanlığın
içinde kulaç atıyordu. Oğlunun bu durumundan kendini sorumlu tuttuğu için
elbette ki ona karşı herhangi bir öfkesi söz konusu bile değildi. Bu durumun
bir an evvel normale dönmesi için birçok kez dualarda bulundu Mehmet Bey.
Odasına ulaşmış olan Ares, tüm sıkıntıların altında
kalır gibi çöktü yatağa. Bedeninde hüküm süren sulh vardı ki, bu onun daha
rahat nefes almasını sebep oluyordu. Ares yeniden kriz geçirmişti. Onun şuan
yapması gereken bir şey vardı. Ancak bunun için tereddüt ediyordu.
Sol avucunu öyle bir sıkıyordu ki, sanki bandajı
delip, parmakları ile yarasını parçalamak üzereydi. Yatağının yanında olan
komodine uzandığında, çekmeceden bu iş için görevlendiren, emri yerine getiren
bir asker gibi işini sadık olan keskin aleti, ellerinin arsına aldı.
Kendine soruyor ve doğru bir yanıt arıyordu. Bandajı
açtığında, yapıp yamamak ile ilgili hala bir sonuca ulaşmamıştı. Dikiş izleri
ile dolu olan avucuna baktı Ares, yarası iyileşmiş ancak dikiş izleri hala gün
gibi ortadaydı.
Bu görüntüye öylece baktı. Bu görüntü neşe
vermediği kadar da, acı vermiyordu. Hiçbir his vermiyordu bu yaranın izi ona.
Boş gözlerle baktığı sıra odasının kapısına tıklatılmış daha sonra kapıyı
yavaşça aralandığında, içeri Meliha hanım girmişti.
“Yalnız kalmak istediğini biliyorum oğlum. Ama
seninle biraz konuşabilir miyiz?” kapının eşiğinde durup onay bekleyen,
annesine kız kardeş olan kadının yüzüne baktı Ares. Başını usulca salladığında,
onun onayını alan Meliha hanım odada varlığını hissettirmek istemez gibi sessiz
adımlarla, oğlum diyerek sevdiği Ares’ in yanına oturdu.
“Olanlar için onlara öfkelisin değil mi?” ona
doğurganlık özelliği bahşedilmeden, dünyaya gönderilmişti. Bu için en ufak bir
isyanı hiç olmamıştı, Meliha hanım. Kocası ona son derece sadık bir adamdı ki,
başka bir kadından kendi çocuğunun olması için herhangi bir düşünceyi aklından
geçirmemişti.
Meliha Hanım, Ares’ in annesi olan Nermin ile küçük
yaşlardan beri arkadaşlardı. Onun bebeğinin oluşuna, kendine bahşedilmiş bir
evlat kadar mutlu olmuş ve arkadaşının bu mutluluğunu, en samimi duyguları ile
benimsemişti. Bu yüzden Ares onun için çok kıymetliydi.
“Affedemiyorsun ve sözlerinde durmadıkları için
onlara öfken daha da arttıyor. Öyle değil mi?” gözleri Ares’ in yandan
görünüşünü izliyordu. Onu bir şeye ikna etmek ister gibi bir hali olsa da, daha
çok derdini azaltmak istiyordu.
“Doktor bize senin hakkın hiçbir ailenin
kaldıramayacağı şeyler söyledi Ares. İş işten geçmiş olsa da, pişmanlık içinde
çırpınan bedenlerimizle bir şeyler yapmaya, durumu toparlamaya çalışıyorduk. O
sözleri duyan sen olsan, belki çok daha fazla şey yapardın oğlum. Lütfen öfkeli
gözlerini ailene çevirme Ares” onu
sessizce dinleyen Ares, yanında oturan bu kadına büyük bir saygı duyuyordu.
Onun sözlerinin öylece kulak arkası yapmak
istemeyeceği gibi onu sözlerinde, hak veriyordu. Bu yüzden onu bu ılımlı
sözlerinin ardından bedeninde gezen ılık bir esinti ile daha da rahatladığını
hissediyordu.
“Bana o adamın anneme neler yaşattığını, neler
hissettirdiğini, sen anlatmıştın. Söz verip, arkasında durmadığında, annemin ne
kadar yıkıldığını anlattın. Söz vermenin benim için ne kadar ne önemli olduğunu
biliyorsun.
Depoda, bu evin bodrumundan ta çatısına kadar bana
ait. Benim olan hiçbir şeye karışmayacağınıza dair bana yıllar önce söz
vermiştiniz. Buna hayatımda dâhil. Onların bu yaptığını nasıl öylece kabul
edilir?”
Konuşurken, oğlunun kullandığı ses tonundan korktu
Meliha Hanım. Ares yaşadıklarından sonra keskin kararlar almış ve her daim de,
bunun arkasında durmuştu. Tüm bu olanların ardından Ares’ in yine böyle bir
kararı ile aile bireyleri yeni bir yıkım ile karşılaşır mıydı?
Meliha hanım ayaklandığında, Ares onun gideceğini
düşünmüştü. Ancak oğlu ile göz göze gelebilmek adına, önünde dizlerinin üzerine
çöken Meliha hanım, onun soğuk ellerini sıcak avuçları arasına almıştı.
“Doktor bize ömrünün birkaç yıllık olduğunu söyledi
Ares. Ne yapsaydık oğlum, nasıl davransaydık? Hepimizin gözlerinin içine baka
baka söyledi bunu. Sen bizim için ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu
bilmiyor musun Ares? Senin kaybetmenin ihtimaline bile lanet ettiğimizi
bilmiyor musun?”
Sözlerine gözyaşları eşlik etti, Meliha Hanımın.
Onun tüm öfkesinin nedenini biliyordu. Durumu ona sakince anlattığında, bu
yaptıkları şeyin sadece kafaları estiği içinde değilde, bir çırpınış içinde
yaptıklarını anlattığında, onun makul olacağını biliyordu.
Önünde dizlerinin üzerinde duran gözyaşları ile
narin yanakları ıslanan Meliha teyzesinin bu halde olmasına dayanamayan Ares,
onun kalkmasına önayak olduğunda, onun birlikte ayaklanmıştı. Onu bu duruma
getirdiği için kendi kendine hayıflanmıştı. Ellerini ondan ayırmış ve iki
kolundan nazikçe kavramıştı.
“Aileme ne kadar kıymet verdiğimi biliyorsun Meliha
teyze. Onların bana duyduğu saygıyı ve hoşgörüyü öylece yok saymayacağımı da
biliyorsun. Sadece bu durumu atlatabilmem için biraz zamana ihtiyacım var” onun
sözlerinden daha çok onun yatağın üzerine bıraktığı keskin alete dikkat
kesilmişti Meliha Hanım.
Odadan çıktıktan sonra olacak şeyler gözlerinin
önüne gelirken, bunun yaşanmaması için dua etmekten başka elinden gelen bir şey
yoktu o an. Oğlunun sözlerini başını belli belirsiz sallayıp, onayladığında,
adımları da kapıya doğru yol almıştı.
Güvenmek gerekiyordu bazen. Sebebi olmadan, kanıtı
olmadan, bedenine dolan bir hissiyat ile bazen peşin yükümlü olmak yerine,
sessizce olanları beklemekte gerekiyordu. Meliha Hanımda o an bunu düşünüyor ve
oğluna o keskin alet ile herhangi bir şey yapmayacağına dair inanmak istiyordu.
Meliha teyzesi odadan ayrıldıktan sonra yatağın
üzerinde olan alet ile göz göze geldi Ares. Eğer bunu yaparsa tüm ailesinin
bundan etkileneceğini ve hiçbir şeyin düzelmediğini düşünmelerine sebep
olacağını biliyordu.
Peki, ya Beren, parmağında evlilik yüzüğünü
taşıdığı sevgilisinin, elinin yine eski hali ile karşılaştığında neler
hissedecekti? Acısı ne kadar olurdu, kaç damla gözyaşı süzülürdü güzel
yanaklarından?
Aklından geçen düşünceler böyle olsa da,
hareketleri farklılık göstererek, yatağın üzerinde olan aleti alıp, yeniden
yatağının üzerine oturdu. Avucunun içine, aletin keskin tarafını bastırıp, tek
bir hareket ile yine aşağıya doğru kırmızı bir şelale akarak, zeminin
üzerinde ufak bir göl oluşturacaktı.
Beren’ in yüzü gözlerinin önünde belirdiğinde, onun
gülümseyen yüzünü yapacağı tek bir hamle ile soldurmaya kıyabilir miydi?
Yıldızlara meydan okuyan parlak gözlerinin yansıttığı ışığın kaybolmasına
müsaade edebilir miydi? Bu ona karşı bir haksızlık sayılmaz mıydı?
Aklına dolan görüntülere dayanamayan Ares, oturduğu
yerden hışımla ayaklanmıştı. Ailesine karşı hissettiği hislerin artık bu kadar
yeterli geldiğini düşünüyor ve içinde biriken tüm şeylerin yavaşça kaybolmasını
sağlıyordu.
Odadan ayrılmak için adımları ilerlediğinde, elinde
hala o aleti taşıyordu. Aşağı kata ulastığında, anki Mehmet Beyin nerede
olduğunu bilir gibi adımları kütüphaneye ilerlemişti. Burada olmasına yüksek
ihtimal vermişti zira evin en sessiz odası burasıydı.
Odanın kapısının önüne vardığında, kapıyı yavaşça,
yumruk yaptığı ile birkaç kez tıklatmış ve daha sonra kapıyı aralamıştı.
Tahmininde haklı olduğunu gördü Ares. Mehmet Bey, odadaki koltukların birine
oturmuş, başı yere eğik hali ile fazla düşünce görünüyordu. Birkaç dakika sonra
göz göze gelmişlerdi. Ayaklandığında, karşısında gerçekten Ares’ in durduğuna
inanamadığı için yüzünde şaşkınlık izleri vardı.
“Yaptıklarınızı hangi şartlar altına
gerçekleştirdiğinizi anlayabiliyorum. Meliha teyze haklı; eğer size zarar veren
herhangi bir şeyin varlığını biliyor olsam, onu anında yok ederdim. Ben de bu
yüzden yaptıklarınızı olduğu gibi kabul ediyorum. Bunun üzerinde durmayıp, anlayış
göstermeye çalışacağım. Ve bu hayatıma karışmanıza müsaade ettiğim ilk ve son an
olacak”
Ares’ in kendi hayatı konusunda katı ve aşılmaz
kuralları vardı. O annesinin katledildiğine şahit olduğunda, hayata dair olan
tüm bağlantısını koparmıştı. Yaşamak istemediği bir vakit, Mehmet bey sayesinde
gözlerini yeniden açtığında, Ares hayatta olup, kurtulduğuna sevinmek yerine,
bunun için lanet etmişti.
Onca şeye maruz kalıp, annesini en acı şekilde
kaybetmiş olan bu adamın ne gibi yaşamak için bir sebebi ya da bir istediği
olabilir ki? Ares’ in hayatta olması hep başkalarının isteği üzerineydi.
Annesinin intikamını almak için iyileşmişti. Kardeşleri ve Arslan çifti için
uçurumdan geri dönmüştü. Şakağına dayalı olan silahı güzel sevgilisini ardında
bırakmamak için indirmişti.
Başka için nefes alıyorken, bir de buna
karışılmasına hiçbir zaman müsaade etmemişti. İntihar etmek için uçurum
kenarına giden bir adam, aşağı asarken hali ile elnden sıkı sıkıya tutuyor ve
yukarı çıkması için ikna ediyorsun.
O da kabul ediyor ve bu durumdan kurtulmak istiyor
ve o anda adam elinden kayıp, uçurumdan aşağıya düşüyor. Sert kayalara çarpan
bedeni ise paramparça oluyor. İşte Ares’ iyaşamaya ikna edip, bir hayatına
karışmaları da, bun gibi bir şeydi. Bu yüzden bu konuda Ares asla yumuşak
davranmıyordu.
“Az önce olanlar için ise; üzgünüm. Karşımda sen
vardın ve ben saygısızlık yaptım. Kriz geçireceğimi bile bile, öfkemi
bastırmayı hiç denedim bile. Bunun için bana biz ceza vermelisin. Ben
yapacaktım ama diğerlerini düşünüp, bundan vazgeçtim.
Bunu tek bir sefer olduğunu kimseye ikna edemem.
Hepsi hiçbir şeyin düzelmediğini düşünecek ve ben bunu istemiyorum. Ama sen
yaparsan, bunu sorgulamalarına dahi müsaade etmem”elinde tuttuğu keskin aleti
uzattığında, korkan gözleri ile oğlunun yüzüne baktı.
Oğlunun sözlerinden sonra içi yandı Mehmet Beyin.
Tüm bu olanlardan sonra cezayı yine kendine bulan oğluna içi paramparça oldu.
Oğluna yaklaştığında, gözlerinden gözleri bir an olsun ayrılmıyordu.
“Bunu söylemeye dilin nasıl vardı, oğlum. Ben sana
nasıl kıyarım Ares. Kendi ellerimle sana zarar vermem kime ceza olur sence?
Eğer olanlara karşı öfken bittiyse, beni ve kardeşlerini affettiysen, konu
kapanmıştır, oğlum”
Mehmet beyin gözlerinde gördüğü ifadenin bir gün
olsun değişmediğini gören Ares, bunu için şükürlerini sunmuştu. Bir babanın
sevgisini, yıllardır Mehmet Beyin sevgisinde buluyordu Ares.
“Bağışla beni, Mehmet amca” kollarını onun bedenine
saran Ares, hiç beklemeden aynı karşılığı almıştı.
“Asıl sen beni bağışla oğlum”
Ares elinde tuttuğu aleti, eski sahibine yani
Mehmet Beye, artık onunla işi bittiği için geri iade etmişti. Sırada ise
kardeşleri vardı. Onlarla da konuşup, aralarında olan durumu çözmeli ve her şey
normale dönmeliydi artık. Kütüphaneden ayrıldıkları sıra Beren ile koridorda
karşılaştı Ares ve Mehmet Bey.
“Diğerleri içeride mi?” sevgilisine bakarak
sorduğunda, onun başı ile onayladığını gördü Ares. Daha sonra adımlar oyun
odasına ilerlediğinde, ardında sevgilisi ve Mehmet Bey kalmıştı.
“Ben geçen gün olanlar için özür dilerim” Beren,
Mehmet bey ile aralarında yaşanan sorunu çözmesi gerektiğini bildiğinden, söze
başlamıştı. Tüm heybeti ile karşısında olan bu adamın, o an gözlerine doğrudan
bakamamıştı bile.
“Ares’ e bir şey olacak korkusu vardı aklımda,
sözleri beni fazlası ile etkilemişti. Amacım size saygısızlık yapmak değildi.
Sizi böyle bir durum ile asla karşılaştırmayacağım” karşısındaki bu genç kızdan
hayat tecrübesi kat be kat olan Mehmet Bey, onun bu sözlerini elbette naif bir
ifade ile dinlemişti.
“Sözlerinin sebebinin acından kaynaklandığını
biliyorum, güzel kızım. Eğer bir daha yaşanmayacağını söylüyorsan, sana hiçbir
kuşku duymadan inanıyorum”
Yorumlar
Yorum Gönder