Akşam saatleri pansiyona geri dönmeye karar veren
çift, akşam yemeğini Beren’ in istediği üzerine, dışarıdan kızarmış çıtır çıtır
tavuk almayı tercih etmişlerdi
“Eğer Anıl, o olmadan çıtır kova tavuk yediğimizi öğrenir irse, bizimle uzun süre konuşmayacaktır” yüzünde keyifli bir gülümseme
ile söyledi Ares. Masanın üzerinde duran bir kova dolusu tavuğa bakarak
söylüyordu.
“Neden ki?” bu konuda hayli meraklanmış ve sebebini
öğrenebilmek için gözlerini sevgilisinin yüzüne çevirmişti.
“Çünkü benim güzel sevgilim, Anıl’ ın yeni neslin
gözde yemek tarzlarına karşı zaafı var. Özellikle de bu kocaman kovaların
içinde satılan çıtır tavuklara. Hatta Selin ile aralarında bu konu yüzünde
ciddi bir tartışma dahi geçmişti” onun bu sözlerini inanmakta güçlük çektiği
bir ifade ile dinliyordu Beren. Çünkü böyle bir konun Selin ile aralarının
bozulmuş olması fazla uçuk bir düşünce gibiydi onun için.
“Selin onun bu tür şeylerden uzak durmasını
söyleyip, ona bu konuda yasak koydu. Ama birkaç gün açlık grevine giren
sevgilisine kıyamayıp, sözlerini geri çekti. Grevi bittiği an Can, ona yıldırım
hızı ile büyük boy kovayı önüne sunmuştu”
“Her sabah kahvaltıda o yüzden mi, nugget oluyor?”
Anıl böyle bir konu için bu kadar büyük tepki verip olaylara neden olacağı
Beren’ in hiç ama hiç aklına gelmezdi. Bu yüzden sevgilisinin sözlerini
hayretler içerisinde dinlemişti.
“Genelde sürekli dışarıdan yemesi sağlıksız olduğu
için arada Selin hazırlasa da, o yinede öğlen bu işin ehli olan restoranlara
gidiyordu. Yemek yemeyi fazlası ile seven Can bile onunla bu konuda yarışamıyor.
Çok aç olduğu bir gün üçüncü kovanın bile dibini gördüğüne şahit olmuştum” üç
kovanın yan yana hali ile başında duran Anıl canlandı gözlerinin önünde.
Üç kovayı da bitirdikten sonra onun nasıl rahat
nefes alabildiğini sorguladı aklında. Yemeklerini yemeğe odaklanmış olan çift
bir süre sessizliği misafir etmişti. Beren bu kez önünde ki yemeğe kendini
fazla kaptırmamak için karşısında oturan sevgilisinin varlığını hatırlatıyordu
her daim. Daha sonra sessizliği ilk bölen Beren olmuştu.
“Sahilde bana kötü adam olduğunu anlatıyordun ama
unuttuğun bir şey var; kötü adamların dudak kenarlarında, yarıya gelmiş ya
sigara ya da puro bulunur. Tıpkı Tony Montana gibi ama ben senin hiç bu halini
görmedim” elinde kalan tavuğun kemiğini, diğer kemik yığınının arasında
bıraktığı sıra sorduğunda, dudaklarında muzur bir gülümseme baş göstermişti.
“Üzgünüm ama karşındaki bu kötü adam sigara
içmiyor, alkol kullanmıyor. Hatta malikânede bununla ilgili bir kural var”
gözlerine baktığı sevgilisinin yüzündeki gülümsemeyi izledi Ares. Düz bir tonda
yanıtladı onu ve bu soruların bu gece devamının da geleceğini düşündü.
“Neden peki?” Ares ailesine baskı uygulayan ve
boyunduruğu altına alan bir adam değildi. O herkese yaşamak istediği hayat
şekline müsaade edecek bie adamdı. Onun malikâneye böyle bir kural koymuş
olmasının bir nedeni olduğunu düşünüyordu. Bu konunda tıpkı şahane omlet
yapabilmesi gibi bir hikâyesi olduğunu hissediyordu.
“Cüneyt Karal evimize arada uğruyor olsa da, hiçbir
zaman ayık gelmemişti. Üzerindeki sigara kokusu ise belki kilometrelerce
uzaktan bile duyulabilirdi. Bir sağa bir sola giden bedeni ile ağzını her
açtığında, onun o ağzındaki leş koku tüm eve yayılıyordu sanki.
Annem bundan haklı olarak şikâyet ettiğinde, esip
gürler, ortalığı birbirine katardı. O adam paraya, içkiye, kumara ve günlük
kadınlara taparak hayatını geçiriyordu. Sırf o bu kadar sevdiği için bile tüm
bunlardan nefret etmek için iyi bir sebep var aslında” sevgilisinin gözleri
masa üzerinde bir yere takılmış ve içinden gelen her sözü sakınmadan onunla
paylaşırken, Beren gözlerini ondan alamadan onu dinliyordu.
“On dört, on beş yaşlarındayken, bir gün okulda
bana her koşulda bana zorbalık yapan tayfa, okul çıkışı yine yakalamıştı beni.
Önce biraz alay edip, sonra sigara uzatmışlardı. Onların gözünde anne kuzusu,
onun sözünden çıkmayan, ödleyin tekiydim.
Al içte
biraz erkek ol, dediler. Bu söze çok kızdım ve uzattıkları sigaradan bir tane çekip,
ağzıma aldım. Annemin bundan ne kadar nefret ettiğini, bu kokuyu o adamın
üzerinde solurken, midemin nasıl bulandığını yok sayıp, yaktıkları sigaramı
içmeye başladım.
Her içime çekişimde, ciğerlerime dolan hava canımı
yaktı. Nefesim kesiliyor ve ben devamlı öksürüyordum. Onlar benim halime güldükçe,
ben de onlara erkek olduğumu kanıtlamak için sigaramı sonuna kadar içmeye devam
ettim. Değişen bir şey olmadı. Ben sigarayı bitirdim ama onlar hala bana
gülüyordu” Beren sevgilisinin yüzünü izlediği sıra tüm bunları anlatırken,
tekrar o anlara döndüğünü okudu, yüzünde. Öyle bir ifade ile anlatıyordu ki,
Beren, canının yandığını hissediyordu.
“Eve vardığımda, annem beni karşılamış ve her daim
yaptığı gibi okuldan gelen oğlunu kollarının arasına almıştı. Üzerime sinen
sigara kokusunu hemen fark etmişti. Annemin gözleri bana döndüğünde, gözlerinde
öyle bir ifade vardı ki, şimdi bile hala hatırlıyorum.
Öyle canımı yakmış, beni öyle utandırmıştı ki, daha
önce annemin karşısında kendimi hiç böyle hissetmemiştim. Gözlerinde hayal
kırıklığı vardı ve ben o an için kendimi bile öldürmeyi tercih ederdim. Onun
bana söylediği tek şey; baban gibi mi,
olmak istiyorsun, sözüydü.
Gözyaşlarım, buna hiç hakları yokken, süzülmüştü
yanaklarımdan. Ağlayan halime bakan annem, o iğrendiği sigara kokusuna rağmen
sarılıp, saçlarımı öpmüştü. Özür diledi benden, hatalı olanın ben olmama rağmen
benden özür dileyen o oldu” gözlerinin dolduğunu gördüğünde, belki bunun ona
iyi geldiğini düşündü Beren.
“O günü hiç unutmadım. Onu bana verdiği değere
karşılık bu yaptığım şey için kendimi ona karşı hep mahcup hissettim. O günden
sonra anneme söz verdim. Bir daha bu tür şeylerin bulunduğu ortamdan dahi uzak
duracağıma, onun gözlerinin içine bakarak, söz verdim. O gün, bugündür de
sözümü tutuyorum”Beren sevgilisinin sıkıntılı ile nefes verdiği sıra arkasına
yaslandığını gördü.
“Malikâneye böyle bir kural koyduğumda bu konu da
kimsenin itrazı olmadı. İçlerinde böyle şeylere meyil eden de, yoktu zaten”
onun hakkında bir şeyler öğreniyor olmak, onu biraz daha tanımak Beren büyük
bir memnuniyete sürükledi. Bu yüzden dahasını da istedi.
“Her verdiğin sözün arkasında sağlam bir kale gibi
duruyorsun. Verdiğin hiçbir sözü boş geçtiğini görmedim Ares. Sana bu konuda
hayranlık duymadan edemiyorum. Senin için bununda bir sebebi var değil mi?” çok
kıymet verdiği annesinin ona öğrettiği şeyler ile hayatına yön veren Ares’ in
her adımının dahi bir sebebe bağlı oldu hissi ile doldu Beren. Aslında haksız da
sayılmazdı.
“Annem o adamla evlendikten bir yıl sonra Cüneyt
Karal’ ın babası olan Davut Bey, oğlundan bir torun istemiş. Başına bela almak
istemeyen Cüneyt ise babasını geçiştirip dursa da, Davut Bey sonunda oğluna
şart koşmuş.
Sakın
torun haberi ile gelmeden karşıma çıkma yoksa tüm servetim başkasının
elindeyken, sen sadece uzaktan izlersin… Oğluna sözünü geçirebilmek için bu yola başvuran
kaç baba vardır, dünya üzerinde?” yüzünde acı bir gülümseme belirdiğinde,
ifadesine alayda karışmıştı Ares’ in
“Babasının sözlerinden korkan Cüneyt annemi çocuk
yapmaya ikan etmeye çalışmış. Zira annem böyle bir adamdan babalık
beklenmeyeceğini adı gibi biliyordu. Onu zorlayıp, istemeden hamile kalmasının
annemin bebeğe zarar vereceğini düşenen Cüneyt, tatlı dil kullanarak, annemi
ikna etmeye çalışmış.
Anneme; eğer bir çocuk sahibi olursa, her şeyi
düzeltip, iyi bir eş, iyi bir baba olacağına dair şerefi ve namusu üzerinde
yemin etmiş. Anneme; söz verip, bir daha onu asla ağlatmayacağını söylemiş. Ama
tabi hiçbir şey dediği gibi olmamış ve annem bunu hamileliğinin birinci ayında
anlamış” yıllar önce Meliha teyzesinin anlattığı şeyleri, şimdi o da
sevgilisine anlatıyor ve sanki şuan yaşanıyor gibi için kaplayan öfkeye engel
olamıyordu.
“Hiçbir şeyin değişmediğini gören annem, o adamın
karşısında geçip sadece; söz vermiştin,
neden hala değişmiyorsun? Diye sormuş. Anneme verdiği yanıt onun ne kadar
aşağılık bir adam olduğunu kanıtlıyor aslında.
Ona; benim
gibi bir adamın sözünde duracağını düşünmen, senin ahmaklığın… Sonra
arkasına bakmadan çekip, gitmiş. Annem beni aldırmayı hiç düşünmemiş. Gün
geçtikçe karnı büyürken, her gece elini karnına koyup, beni Cüneyt Karal’ ın
yaşadığı hayattan uzak tutup, yalnızca saf sevgi ile büyüteceğine dair sözler
vermiş.
Annem son nefesine kadar sözünü hiç bozmadı Beren.
Söz vermek şeref meselesidir. Eğer ağzından söz kelimesi çıkıyorsa, arkasında
durmak senin şerefindendir” gözleri yeniden dolarken, takıldığı yerden bir
türlü kopamıyordu.
Her anne kelimesi dudaklarından dökülürken, Ares’
in bedeninin tamamında yer alan yara izleri sızlıyordu. Bu kelimeyi özenle
söylüyordu Ares, kutsal bir kelimeydi ve diğer kelimelerden daha farklı
yansıyordu kulağa.
Beren oturduğu yerden kalktı ve masa etrafında
dolanıp, Ares’in sandalyesinin sağ tarafına, dizlerinin üzerine çöktü. Yüzünde
gözyaşları ince bir çizgi gibi süzüldü yanaklarından. Sevgilisinin bandajlı olan
sol elini kavrayıp, dudaklarına götürdüğünde, Ares olanları o an fark edebildi.
“Sen kötü bir adam değilsin Ares. Senin kadar güçlü
olan başka hiç kimseye rastlamadım. Her şeye rağmen yaşamaya devam eden,
ayakları yere sağlam basan bir adamsın. Aileni, beni ardında bırakıp, öylece
gitmeyecek kadar onurlu bir adamsın.
Sana söz veriyorum, hayatının her anını
güzelleştirmek için canla başla çabalayacağım. Yüzünde ki, o kıymetli
gülümsenin yüzünden kaybolmamasını sağlayacağım” sevgilisinin ses tonu bile
onun canının ne kadar yandığına ışık tutuyordu sanki. Beren onu bu halde
görmekten son derece mutsuz olsa da, kendine değil, sevgilisine odaklanmak
zorunda olduğunu biliyordu.
Onca anlatılan şeyle Beren’ in canı bu kadar yara
alıyorsa, bunları bizzat yaşamış olan Ares’ in canı ne kadar acıyordur?
“Ben güçlü değil, korkağın tekiyim sadece. Ailemi
kaybetmekten, benim yüzümden senin ya da diğerlerinin başına bir şey
gelmesinden korkuyorum” oturduğu sandalyeden ayaklanan Ares, tıpkı sevgilisi
gibi dizlerinin üzerine çöktü.
Ares’ in yanaklarının ıslandığında şahit olan Beren
için o an kendi gözyaşlarının hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ares’ in gözyaşları
Beren’ in gözyaşları ile birlikte süzülürken, saklanmadan, gocunmadan, mani
olmadan yavaş yavaş aşağıya süzülüyordu.
“Onlarca
kural ile birlikte yaşatıyorum onları. Bana haber vermeden ne malikâneden, ne de şirketten ayrılamıyorlar. Onların
hayatlarını kısıtlıyorum çünkü korkuyorum. Ailemi de, annem gibi kaybetmekten
korkuyorum Beren. Yaşadığım şeyleri tekrar yaşamaktan korkuyorum” Ares sözleri
ile aynı ağırlıkta düşüyordu gözyaşları.
Acının, hüznün rengini almış gibi süzülen
gözyaşları sanki onun yüzünü kirletiyor gibiydi. Ares ilk ve son kes böyle bir
haldeyken, buna yalnızca bugün için müsaade ediyordu.
Beren sevgilisinin bu halini izlerken, ayaklarının
altında ezilen köz parçalarının canına nasıl acı çektirdiğini hissediyordu
sanki. Ancak o sıra Ares’ in doktoru olan Ahmet Beyin sözlerini hatırladı.
Ares
acılarını hiç tüketmiyor, hiçbir şeyi dışa vurmuyor. Hangi gün onun bağıra
çağıra ağladığına şahit oldunuz. Ben on altı yaşındaki Ares’ in bile böyle bir
anında şahit olmadım, hem de hiç. Hâlbuki o annesini kaybetmiş bir çocuk, bunu
nasıl olur da içinde tutmayı başarır, bunu nasıl kaldırır? Böyle bir ağlamanın
bile onu ne kadar rahatlatacağından haberiniz var mı?
Doktorun sözlerine kulak veren Beren, içinde kopan
fırtınayı önemsemeden sevgilisinin gözyaşlarının düşüyor olmasını öylece
izledi. İçini boşaltıyor, yükünün hafifletiyor diye düşünüyordu.
“Annem böyle bir sonu hak etmedi Beren. Onun nasıl elektrikli bir sandalyede katlettiler? Böyle bir başına gelmesini bırak,
bunların dünya üzerinde bile yaşanıyor olmasını bilmemeliydi. Anneme hiçbir
yabancı el dokunmamalıydı. Onun sonu sıradan bir ölümle olmalıydı. Onu ziyaret
edeceğim bir mezarı olmalıydı” hıçkırıklarının arasında dile getirdiği şey ile
paramparça oldu Beren. Kendi ailesinin ölüm sebebine bile şükretti. Her kayıp,
acı verse de, bazen hayata olan vedasının da bir öneminin olduğunu o an anladı
Beren.
“O iyi bir kadındı Beren, sana yemin ederim melek
gibiydi benim annem. Öyle ki, penceremizin önüne yuva yapan kuşları rahatsız
etmemek için pencereyi açmayıp temizlemek istemezdi. Dedikoducu bir kaç kadının,
kirli penceremiz yüzünden anneme pis kadın muamelesi yapmasını bile umursamadı.
Her hafta sonu bahçemizde, tüm komşularına yemek
yapıp onları ağırlardı. Kalabalığı severdi benim annem Beren, kalabalık aile
muhabbetlerini, her zaman yüzünde gülümseme ile dinlerdi. Çok acıttılar onun
canını, onun canını çok yaktılar Beren. Hak etmedi hiçbirini hak etmedi, bunun
özrü yok, tekrarı yok kısa ömrüne neler sığdırdı benim annem.
Düşündükçe insanın nefesi kesiliyor sanki. Yaşamak
için tek bir şans verilmişken, sonunun böyle olması… Benim annemin canının iç
mi kıymeti, değeri yoktu? Bir mezarı bile yok”
Uzun zaman boyunca Ares gözyaşları durmadı. İçindeki
yangını, acısı kadar ağladı. Güzel sevgilisine o gece kalbini açtı Ares. Al
bak, acılarım bu kadar, canımı yakan bunlar, yüküm bu kadar; diye gösterdi
sevgilisine.
Beren bu gecenin ardından Ares’ i bir daha böyle
bir halde görmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden sevgilisinin elini tutup,
gözyaşlarını silmek dışında hiçbir şey yapmamış, ona müsaade etmişti.
Ares’ in bu hali uzun bir gece boyunca devam
etmişti. Yemekler yarım kalmış olsa da, bunu ikisi de umursayacak halde
değildi. Sevgilisinin dizlerine yatıp, annesi için gözyaşlarının intiharını
izletmişti ona. Ares Beren’ in gözlerine bakarak, annesine ne kadar ihtiyacı
olduğunu, ona bir kez olsun sarılabilmek için nelerden vazgeçebileceğini
anlatıp durmuştu.
Beren dizlerinde yatan, kıymet verdiği bu adam için
elinden hiçbir şey gelmemesine, onun sözleri karşısında paramparça olmuştu.
Ölümün önüne hiçbir şey geçemezdi. Bu bir kural, bu bir gerçek, bu hayatın ta
kendisiyken, böyle bir ölümün altından nasıl kalkar insanoğlu?
Onun sözleri ile kızgın ateşte ısınan bir hançer
gibi değiyordu bedenine. Sevgilisinin sesinin önüne geçen hıçkırıklarını
bastırabilmek için bir eli ile dudaklarını örterken, diğer elini sevgilisinin
saçları arasında gezdirip durmuştu.
Güneş yüzünü göstermeye başladığında, çiftte biraz
olsun artık sakinleşmiş ve sessizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda öylece oturup,
güneşi karşılamıştı. Beren böyle gecenin ardından artık malikâneye dönmelerinin
daha iyi olacağını düşündüğü için aralarından geçen tek konuşma bu olmuş ve
çift arabada yerlerini almıştı.
Arabanın sürati normal halinde ilerlerken, çiftin
arasına giren sessizliğin, akıl sağlığı ile oynamak gibiydi. Dün gece yeterince
konuşmuş olan Ares artık kendini fazlası ile yorgun hissediyordu. Beren ise
bunu bildiğinden sevgilisine, kendisini toparlayabilmek için zaman tanıyordu.
“Sence Anıl dün gece yarım bıraktığımız tavukları
duysa, ne tepki verirdi?” Beren’ in bu sorusunun tek amacı ortama farklı bir
hava katmak içindi. Sevgilisi yeterince bitkin haldeyken, böyle bir konu onun
aklını dağıtmasına, bir olsun ruh halinin değişmesine yardım edebilir diye
düşünüyordu.
Yanında oturan sevgilisinin sesini duyan Ares, bu
beklenmedik soru karşısında, birkaç saniye öylece kalmıştı. Ardından bir
gülümseme belirdi yüzünde. Neşeden uzak, gülümsüyor olmak için kondurulmuştu
oraya.
“Belki ikimizde, sağlam bir yumruk atardı” ufak
kahkahası ile sevgilisinin kulaklarını doldurdu Beren. Ares onu bu haline
karşılık olarak, gözleri yol ile sevgilisinin arasından mekik dokumaya
başlamıştı. Derin bir nefes alıp, geri bıraktığında, nefesine bir parça huzur
karışmış ve yüzündeki gülümsemenin gerçeği ile ödüllendirilmişti.
Aralarında geçen bu kısa sohbetin neden
gerçekleştiğinin elbette farkındaydı Ares. Ona bir armağan gibi gönderilmiş
olan bu meleği, ne kadar sevse yeterli geleceğini, ona daha fazla nasıl mutlu
edebileceğini sorguluyordu?
seviliyorsunuz aras beren koccccccccccccaman kalp
YanıtlaSilYeni Bölüm ❤
YanıtlaSilYENİİ BÖLÜMM 😍
YanıtlaSilYENİİİİ BÖLÜÜÜM
YanıtlaSil