“Buraya
daha önce gelmiş miydin?” aralarında geçen o durumu atlatıp, atlamadıklarını öğrenmek için sorsa da, aslında sorunun yanıtını da hayli merak ediyordu,
Beren.
“Geçen mart
ayında, İdil’ in doğum gününde. Cenk ona bu semtte doğum günü hazırlamak
istemişti” sevgilisinin sözlerinin ardından aralarının normale dönmesinin
rahatlığı sardı bedenini. Aklını kurcalayan yeni sorular varken, sorup,
sormamak arasında kalmıştı.
“Aslında
sana sormak istediğim birkaç soru var ama bundan emin olamıyorum” sesine
yansıyan endişesinin fark ettiğinde, Ares aslında onun sormak istediği şeyi
merak etti.
“Aklını
kurcalamasındansa, benimle paylaşmanı tercih ederim”
“İnsanlara
karşı farklı ve geçilmez bir mesafen var. Peki, bu kadar bir ailede olmak seni
rahatsız etmedi mi? Bunca insanla aynı evde yaşamayı nasıl kabul ettin?”
sözlerinin sıralarken bile hala çekince taşıyan Beren, onun tepkisini izlemek
için gözlerini sevgilisinin üzerinden çekmemişti.
“Onlarla
aynı çatı altında olmayı hiç istemedim” derin bir nefes alan Ares’ in o günler
yavaş yavaş gözlerinin önüne geliyordu sanki.
“Egemen’
ler ile tanışmadan birkaç gün önce başımda, beni iyi etmek için bekleyen
Doktora izin vermem karşılığında, Mehmet amcanın da, intikam alabilmem için
bana, yardım edeceğine dair bir söz istedim. Aradan uzun bir zaman geçmiş olsa
da, intikamımı almıştım. Artık dünya ile işim bitmişti diye düşünüyordum.
Bir
uçurumda buldum kendimi sonra bir sesle arkamı döndüğümde, uzun zamandır
hayatımda yer edinmeye çalışan ve her adımımda bana eşlik eden o beş erkekle
yani Egemen’ ler ile karşılaştım. Engel olmaya değil de, benim birlikte
atlamaya geldiklerini söylemişlerdi.
Sonra ben
de vazgeçtim ve onların tüm yaptıklarına karşılık olarak, onlardan ayrı kalmak
istemedim. İyi bir hayat sürdüklerinden, hatta ne yeyip, ne içtiklerinden bile
ben sorumlu olmak istedim. Malikâneye taşındık ve benim için kutsal bir aile
oldular”
Aslında bu
anlatılanların dahası da vardı…
8 yıl önce
Aradan
geçen uzun bir zamanın ardından Mehmet Bey ve Ares’in, o yaptığı konuşmanın
üzerinden de, hayli zaman geçmişti. Ares Mehmet amcasından bir söz istemiş ve
Mehmet Beyde el mahkûm hali ile bunu kabul etmişti. Ares intikamını alacağı
güne kadar başında bekleyen doktora izin verecekti. Mehmet beyde fabrikada
annesini katleden adamları tek tek önüne serecekti.
Bu sözün
üzerinden yaklaşık iki yıl geçmiş ve Ares tüm bu zaman boyunca kabul ettiği bu
tedavi ile daha iyi olurken, Mehmet Beyde oğlunun intikam alması için adamların
her birinin toplamıştı. Ares o fabrikadaki adamların yanında bir de tüm bu
olanlara asıl sebep olan Cüneyt Karal’ ı bulup, karşısına getirmesini istese
de, o sıralar onun intihar haberi gelmişti.
Ares’ in
düşüncesi bu iki yılın ardından aldığı intikamının hemen sonrası artık bu
yaşamak zorunda bırakıldığı dünyaya veda edip, annesine kavuşmaktı. Daha önce
Mehmet Beye de, bu konu hakkında bir şeyler söylemiş olsa da, Mehmet Bey o gün
geldiğinde oğlunu bu fikrinden vazgeçireceğinden emin olarak hareket etmişti.
Ares Mehmet
Beyin araması ile bugün için hazırlattığı depoya varmıştı. Arabasını öyle bir
yerde bırakıp, kurbanlarının yanına ulaşmak için aceleci adımları ile depoya
doğru ilerliyordu. Kapıdan içeri girdiğinde, bugünün gelişi ile korkmaya
başlayan Mehmet Bey, onun bu aceleci tavırları ile daha çok endişeye
kapılıyordu.
“Ares,
oğlum bekle biraz” koridorda oğlunu beklerken, onun gelişi ile oturduğu yerden
ayaklanıp, onun konuşmak için fısat kolluyordu. Kurbanları öylece Azrail'lerini
bekledikleri odaya yönelen oğlunu, seslenişi ile durdurmayı başarmıştı.
“Mehmet
amca, sonra konuşsak” ses tonundan bile korktu Mehmet Bey. Katil olacaktı, Ares
birazdan şu ilerideki kapıyı açıp, on sekiz adamı hiçbir tereddüt olmadan
öldürüp, eli kanlı bir katil olacaktı. Mehmet Bey bunun olması istemiyordu.
Ares’ in böyle bir hayat yaşamasına kesinlikle razı değildi.
“Ares,
bırak bunu adamların halletsin. Sen sadece birine emir ver ve her nasıl
istiyorsan bu adamları o yok etsin oğlum. Bu adamlar için elini kana bulama
oğlum” bir baba olarak söyleyen Mehmet Beyi o an Ares, sözlerine pekte önem
vermeden dinlemişti.
Keskin gözlerine
inen öfkeyi karşısındaki adamdan sakınmadan, ondan bunu gizlemeden gözüne
sokmak ister gibi baktı, o an Ares. Mehmet amcasının dilinden dökülen bu
sözleri kendine yapılmış bir hakaret gibi algılıyordu.
Onun bu
sözleri yanıtlamak için bile değer almayan Ares, arkasını dönüp, kurbanları
ile karşılaşmak için harekete geçtiği sıra Mehmet Bey onun kolundan tutarak
gitmesine engel olmuştu.
“Yapma
Ares, kendine buna yapma oğlum. Bana bırak, bunu ben halledeyim, böyle bir
hayata bulaşma oğlum. Dinle beni” onun sözleri Ares’ in üzerinde, kesinlikle
iyi anlamda bir etki yapmıyordu. Öfkesini körüklüyor ve sert gözleri ile
karşısında konuşanın bir düşmanın sözleri gibi dinliyordu.
Karşısında
yalvaran bu adamın elinden kolunu kurtardığı sıra dişlerinin arasından bir
ejderhanın ağzından çıkan, düşmanını geri çekmek için harlanan bir aleve benzer
cümleler kuruyordu.
“Ben iki
yıldır bu günü bekliyorum. Sen bana bugün için söz verdin” duruşunu düzeltip, omuzlarını
dik konuma getirdiği sıra karşısındaki adama meydan okuyordu sanki.
“Ben bu
sözlerini hiç duymadım. Sen de hiç söylemedin” arkasını dönüp, o karanlık
dünyaya kapı açar gibi girdi odaya. Eli kolu bağlı öylece kapıda kaldı Mehmet
Bey. Gözü gibi koruyup, canı gibi sevdiği oğlunun nasıl bir adama dönüştüğü
görmek istemiyordu.
Kendi eli
ile bunu ona yapan kişi olurken, belki da o an dünya üzerinde en nefret ettiği
kişi de, ta kendisiydi. Ares bu karanlık dünyaya ilk adımını o zaman atmış ve
Mehmet Arslan buna şahit olmak istemiyordu.
Ares
girdiği o karanlık dünyanın kapısına öncülük eden bu odadan günler sonra
çıkmıştı. Yemeden, içmeden ve hatta uyumadan birkaç gün boyunca o odada, on
sekiz canını alırken, hiçbir tereddüt olmadan yapmıştı bunu. Bu adamlar annesi
ile onlara günlerce acı çektirmişken, Ares’ in tek intikamı annesinin hazin
sonu içindi.
Onunla
birlikte Mehmet Arslan’ da öylece kapının önünde, oğlunun çıkışını beklemişti.
İçeri girmeye ve Ares’ in o hallerini görmeye cesareti yoktu. Odadan Ares ile
birlikte birkaç adam varken, bunların yanı sıra birkaç sene önce Mehmet Beyin
Ares ile tanıştırdığı beş genç, her zaman olduğu gibi yine Ares’ in yanındaydı.
Gözü dönmüş
bir adam olarak, kurbanlarını katleden Ares Karal’a mani olmaya kimse cesaret
edemiyor ve öylece izlemekten başka yapabildikleri hiçbir şey yoktu. Beş genç
ile birlikte Ares’ in yanında emri altında çalışanlar öyle şeylere, öyle
görüntülere şahit oldular ki, dayanamayıp, istifra edende vardı, odadan çıkıp
bir daha girmeye korkanda…
Kurbanların
çığlıkları yeri de, göğü de inletmişti. Daha önce bir karıncaya bile zarar
vermekten korkan Nermin’ in oğlu Ares Karal, o gece acımasız bir yaratığın
kafesinden kurtulup, etrafa saldırması gibi darmaduman etmişti, kurbanlarını.
Günler
sonra gecenin bir vakti, artık hayatta kalan hiçbir kurbanı kalmadığı zaman
odadan ayrılmıştı, Ares. Odadan çıktığı o ilk an Mehmet amcası ile göz göze
geldi. Oğlunun bu halini tanıyamamış ve ondan gerçek anlamda korkmuştu Mehmet
Bey.
Pantolonun
paçasından, saç tellerine, yüzünün her noktasına kadar kan lekelerine
bulanmıştı. On sekiz canı alırken, hiç zorlanmadığı gibi dahasını da ister gibi
bir ifade ile bakıyordu. Ayaklarına kapanıp, yapmasına engel olmadığı için
pişmanlığın bir bedeni nasıl ele geçirdiğinin şahiti gibiydi o an.
“Artık işim
bitti. Ben gidiyorum” onun yanına geldiğinde, sözlerinden daha çok korktu.
Oğlunun kaybetmek üzere olan bir adam olarak, buna engel olmanın mantığını o an
nasıl bulabilir, bunu nasıl bir mantığa uydurabilirdi.
“Annem
belki şuan beni bekliyor” yumruk yemek, hatta yaka paça dayak yemek gibiydi,
duyduğu bu sözler. Koca haykırışlarla, avuç avuç akıttığı gözyaşları ile baksa
fikrinden cayar mıydı, Mehmet Arslan’ ın bu kıymetli oğlu…
“Ares, bunu
yapma oğl-“ onun ifadesinde, onun sözlerinde, onun sesinde itirazları
duyabiliyor ve daha fazlasını istemiyordu Ares. Onlar yıllar önce her konuda
anlaşmıştı, şuan Mehmet Beyin söyleyeceği hiçbir söz onu fikrinden
caydıramayacaktı.
“İki yıldır
bunun için nefes aldım ben. Artık bittiğine göre nefes almamında, hiçbir nedeni
yok”
“Buna izin
vermeyeceğim. Seni kaybetme-“ bu kez sözlerini bölen kendi hıçkırıkları
olmuştu. Bacaklarında derman kalmamış ve bu öfke ile bir bir cümlelerini
sıralayan oğlunun kollarının arasına düşüp, kalacaktı.
“Kendimi
gözlerine bakarak mı, öldürmemi istiyorsun” keskin bir alet, bir bıçak ya da
belki bir hançer onun acısına eş değerdi, maruz kaldığı bu sözlerin acısı.
“Benim
yanımda kalıp, hayatını yaşa istiyorum” koca adam, kaç yaşına gelmiş olmasına
rağmen, bu gencin sözleri ile hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
“Bu beni
son görüşün Mehmet amca. Benim için çok şey yaptın. Meliha teyze iyi bak”
karanlık gökyüzünü aydınlatan, ansızın bir anda parlayan yıldırımları andıran
adımlarla ayrıldı Ares depodan. Arkasından giden Mehmet Bey, yığılıp
kalmadığına şaşırarak, ilerliyordu.
“Yapma
Oğlum, ne olur. Bunun için ayaklarına kapanırım ama ne olur gitme Ares” kolunu
yakaladığı oğlunun sıkı sıkıya tutup, gitmesine engel olmaya çalışıyordu.
Oğlunu elinden kaçırmamaya, onu yanı başında tutmaya gayret ediyordu.
“Eğer bir
daha engel olursan, belimdeki silahı şakağıma dayar, gözlerinin içine bakarak,
tetiği çekerim. Ama bunu yapmak istemiyorum. Engel olamazsın, o yüzden bırak”
kolunu kurtardığında, arkasında nasıl bir enkaz bıraktığının farkında olarak,
arabasına doğru ilerledi.
“Efendim,
Ares Bey nerede?” Egemen, odadan ayrılan Ares’ in ardından diğerleri ile odadan
çıktığında, hizmetinde olduğu efendisini görememişti. Ares süratle ilerleyip,
çoktan karanlık gece gözden kaybolmuştu.
“Oğlum annesine
gidiyor” konuşmuyor, kan kusuyordu adeta. Korkulan olmuş ve Ares yine sözünde
durup, intikamını aldıktan sonra dediği gibi hayatına son vermeye gidiyordu.
Korkuya baktılar birbirlerine. İki yıldır yanlarında oldukları Ares, başlarda
mesafeli bir işveren olsa da, zamanla onunla arkada olmayı, hatta kardeş kadar
yakın olmayı, beş erkekte başarmıştı.
Bedenleri
saran korku da tam olarak bu yüzdendi. Kardeşlerine kaybediyor olmanın
korkusuydu bu. Savsak adımlarla arabaya atlayıp, kardeşlerinin aklına koyduğu
şeyi yok etmeye, ona engel olamayı başarmalılardı.
Önde
ilerleyen Ares’ e fark ettirmeden onu bulmuş ve uçurumun kenarına gelene kadar
dikkatini çekmeden takip etmişlerdi. Ares arabasını park edip, indiğinde,
adımları direkt olarak uçurumun kenarını bulmuştu.
Yalnızca ay
ışığının aydınlattığı bu gecede olan şeylerden daha çok korkar haldeydi beş
erkek. Arabadan indiklerinde, hepsinin aklında, arabada yaptıkları planı iyi
bir şekilde sonuca ulaştırmak, vardı.
“Ares”
uçurumdan aşağıya baktığı sıra rüzgârın kulaklarına ulaştırdığı bu sesi tanıyan
Ares, anında arkasını döndüğünde, aylardır nefes gibi bedenine yakın olan beş
erkek ile karşılaşmıştı.
“Hemen
kızların yanına dönün” öfke ile çıkıştığında, söylediği şeyi yapmaları için
bekledi. Ancak herhangi bir hareketlilik görmediğinde, daha da harlandı öfkesi.
“Hemen
dediğimi yapın”
“Biz
yanında işe başlarken, senin yanından ayrılmamaza dair emir aldık. Biz şuan
sadece görevimizi yerine getiriyoruz” sakin ve normal bir durum karşısındaymış
gibi yanıtlıyordu Can, onu.
“Engel
olmaya değil, seninle atlamaya geldik” Mert duruşunu dikleştirerek söylerken,
hiçbir tereddüttü olmadığını ona göstermek ister gibiydi.
“Size
verdiğim emrime karşı mı, geliyorsunuz?” yüksek sesi yanında durduğu uçurumdan
aşağıya atlayıp, tüm civarda yankılanmıştı. Karanlık geceyi bile aydınlatmaya
gücü yeten bir şimşek gibiydi.
“Senin
emrine karşı gelmemek için arabaya geri dönelim ve sen aşağıya atladığında,
tekrar gelip, bize senin arkadan atlayalım olur, mu?” ay ışığını etrafı
aydınlatmaya yeten ışığı altında, onun öfkeli gözlerine bakarak söyledi Egemen.
Sözlerinin onu ne kadar kızdırdığını, öfkelendirdiğini biliyor, ancak yinede
planlarını uygulamaktan geri durmuyorlardı.
“Sabrımı
zorluyorsunuz”
“İlk kim
atlayacak. Ya da durun ilk ben yapayım” Anıl söylediğinin ardından birkaç adım
daha gerileyerek, atlamak için uygun bir hız için kendine açı ayarlıyordu.
“Olduğun
yerde kal Anıl” onun bu sözüne aldırış etmeyen Anıl, hızla koşmaya başlamış ve
uçurum ile arasında olan mesafeyi hızla kapatmaya başlamıştı. Uçurum kenarına
bir adım kala hala durmayan Anıl’ ın önüne geçen Ares, onca sözü, onca
uyarısını boşa çıkaran arkadaşını durdurmak istemişti.
Ancak Ares
bir anda kendini; Uçurumdan aşağıya sarkan Anıl’ ın kolunu uçurumun kenarında
yerde yatarak, sıkı sıkıya tutarken bulmuştu.
“Anıl, dayan. Sakın korkma, seni asla
bırakmayacağım” sol elin ile onun elinin sıkı sıkya tutarken, aslında uçurumdan
sarkan Anıl olmasına rağmen ondan daha fazla korkuyordu Ares.
“Yardım
etsenize!” koca bir haykırış ile arkasında kalan diğerlerine seslendiğinde,
onların hala orada dikiliyor oluşuna anlam veremese de, öfkesi daha da
büyüyordu.
“Seni asla
bırakmayacağım kardeşim. Sadece dayan, seni oradan çıkaracağım” onu rahatlatmak
için devamlı bir şeyler söyleyen Ares, sol eli ile onun elini tutuyor olması
nedeni ile elindeki yarasından sızan kırmızılığın ikisinin elini kirlettiğini
görmüştü. Onun bu haline dayanamayan Cenk, ona yardım etmek için harekete
geçtiği sıra Egemen onu eli ile durdurmuştu. Eğer planın işe yaramasını
istiyorlarsa, Ares’ in söz vermesini beklemelilerdi.
“Hadi ama
Ares, benden sonra sen de atlayacaksın, bırak elimi” onunla birleşmiş olan
elini gevşeten Anıl ile daha korktu Ares. Anıl’ ın tüm bu rahatlığı Ares’ in
her ne pahasına olursa olsun, onu oradan sağ çıkarmak uğraşacak olmasıydı.
“Anıl,
saçmala hemen yukarı çek kendini” onu daha sıkı tutmaya çalıştıkça, Anıl’ ın
gevşek tutuşu ve ellerinin ardında karışan kan ile daha da zorlanmaya başladı
Ares.
“Ne
bekliyorsunuz, hadi yardım edin” artık emirden çok yalvarır gibiydi Ares.
Arkasına olabildiğince dönüp onun çırpınışını öylece izleyen kardeşlerine öfke
ile bakıyordu.
“Tut elimi
hadi Anıl, hadi kardeşim. Daha gidip Selin’ e açılacaksın” korkuyu soluyan
Ares, titriyordu adeta. Hatta ellerinin bir andan kayıp, ayrılacağından dolayı
ödü kopuyordu. Anıl’ ın bu uçurumdan düşecek olmasının ihtimalinden dolayı
gözleri dolu dolu, aşağıya sarkık olan kardeşinin yüzüne bakıyordu.
“Bizim
görevimiz senden emir alıp, her an yanında olmak. Senin doğrun bizim doğrumuz.
Senin yolun bizim yolumuz. Atık yaşamak için bir sebebin yoksa bizim de yok
demektir. Sen atlarsan bizde atlarız Ares” Egemen’ in sözleri kulağına
ulaştığında, öylece durup dinlemekten daha ileri gidemedi Ares.
“Şimdi
bırak elimi” biraz daha elini gevşeten Anıl o an fazla cesur davranıyordu. Bu
da Ares’ e olan güveninden kaynaklıydı.
“Dur, dur
eşek herif tamam. Atlamayacağım” Ares bu sözü ile Cenk hemen atılıp, ona yardım
için harekete geçtiğinde Egemen, yine onu durdurmuştu. Ares önce bunun için söz
vermeliydi.
Ares’ in ağzından söz kelimesini duymaları son derece önemliydi zira Ares sözlerine son derece bağlı ve bunu her ne olursa olsun yerine getiren bir adamadı. Bu yüzden kardeşlerde onun ağzından söz kelimelerini duymayı bekliyorlardı.
“Beni
yukarı çekmek için söylüyorsun” Anıl şuan oldukça zorlanıyor ve ufak ufak kendi
de, aşağıya düşme korkusu yaşıyordu. Aslında ölecek olmanın yanı sıra kendini
bildi bileli gözlerini Selin ile açmışken, ona olan sevgilisini ona anlatamadan
bu dünyadan göçecek olmak daha çok korkutuyordu.
“Siz daha
önce hiç yalan söyledin mi?” Ares’ in bu sözünün ardından hep bir ağızdan
konuştu kardeşler.
“Hayır”
“Yine de,
söz veriyorum. Yapmayacağım” dediği sıra her biri anında eğilmiş ve ona yardım
etmişti. Anıl’ ı yukarı çekip, kardeşlerini bu durumdan el birliği ile hızla
kurtarmışlardı.
Ares
korkusu ve titreyen bedeni ile birlikte kendini uçurumun kenarına atıp, kendini
toparlamaya çalışıyordu. Gözleri beş erkeğe döndüğünde, onların gülümseyen
yüzlerini görmek öfkesini körüklemiş ve anında kalkıp, üzerine bulaşan tozu
çırpan Anıl’ a sert bir yumruk atmıştı.
“Bu
yaptığınıza sizi pişman edeceğim” dediği sıra bu kez yumruğunun hedefi Egemen
olmuştu. Böyle böyle tüm öfkesinin ve kriz anını geçene kadar her birine
yumrukların savurmuştu. Elini kaldırıp de, hiçbiri ona karşı gelmemişti.
Onun
öfkesinin ve geçirdiği krizin son bulmasını beklemiş ve ardından her biri
kendini yere atıp, bir elmas gibi karanlık gecede parlayan yıldızları izlemeye
koyulmuştu. Yüzlerine bulaşan kan izlerini umursamadan yüzlerini aydınlatan
dudaklarında, koca bir gülümseme ile yatıyordu beş erkek.
O günün
ardından Ares emir vermiş ve hepsinin sığabileceği bir ev bulup,
yerleşmişlerdi. O günden sonra büyük ve birbirine bağlı bir aile olmuşlardı.
Ares o günün ardından arar vermişti; Karanlığa efendilik yapmaya…
Ailesinin
istediği gibi ölüm onu kendi bulana kadar hayatta kalacak ancak illegal işlere
kalkışan, insanlara zulüm eden tüm adamları bu dünya üzerinden silmeye, onların
Azrailleri olmaya, o gün karar vermişti.
Ailesi ile
bir anlaşma yapmış ve hayatta kaldığı süre boyunca kimse onu sorgulamayacak ve
onun hayatına asla karışmayacaktı.
O yaşana gece kardeşler arasında bir sır
olarak kalmıştı. Kimse hatırlamıyor, hatırlamak istemiyordu. O gece her biri
kaybetme duygusunu iliklerine kadar yaşamış ve bunun korkusu ile korkunç
dakikalar geçirmişti. Bu yüzden o günü akıllarından silmek istiyorlardı…
Hatırladığı geçmişi ile bir süre ortamdan kopmuş
olsa da, daha sonra kendine gelip, başını iki yana sallayarak, aklına dolan
anıları defetmek istemişti. Dikkati sevgilisine kaydığı sıra onun çoktan
ilgisinin konu üzerinden dağıldığını ve gözlerinin kafenin içinde gezindiğini
gördü.
Kurabiye tabağı ile uzun zamandır bakışıyor olan
Beren, ona hüzünlü bakışlar yolluyordu. Daha önceki üç parçayı kendi yediği
için bu son kalan parçayı sevgilisinin yemesi gerektiğini düşünüyor ve bu
yüzden onu yiyememenin acısı yaşıyordu.
Zira bol çikolatalı olan bu kurabiye onun için son
derece lezzetliydi. Masanın ortasında durun kurabiye tabağını kendine doğru
sevgilisi tarafından sürüklediğini gördüğünde, başını kaldırıp, sevgilisi ile
göz göze geldi.
“Bu senin hakkın Ares, bunu sen yemelisin” kendi
önünde duran tabağı yeniden sevgilisine uzatacağı sıra Ares, güzel sevgilisine
engel olmuştu.
“Senin bu kurabiyeyi yerken, yüzünde beliren
gülümseme bana bu kurabiyeden daha iyi geliyor güzelim” sözlerinin sonunda göz
kırpan Ares’ in ardından Beren’ de karşılık olarak ona kocaman gülümsemişti.
Onun sözleri ile mahcup bir ifade hâkim oldu yüzüne.
Ares’ in onun yüzüne, kurabiyeyi alması için bekler
gibi baktığında, o da tabaktaki kurabiyeye uzanıp, onun yiyecek olmanın
mutluluğunu yaşıyordu. Ağzına götürüp, ufak bir ısırık aldığında, gözlerini
kapatmış ve ufak ufak sağa sola sallanmaya başlamıştı.
Ağzının içinde yayılan o muhteşem tadı ile o an, o ortamdan ayrılıp, başka bir diyara geçiş yapmıştı sanki. Belki sorsalar adını
bile şaşırırdı. Tüm bu görüntüler karşısında, Ares arkasına yaslanıp olayın
sadece keyfini çıkarıyordu. Karşısındaki manzarayı gözlerini bir an olsun
kaçırmadan izliyordu.
Beren kurabiyesini bitirdiğinde, beyaz fincanında
kalan soğumaya yüz tutmuş çikolatayı büyük bir iştahla içip, bardağı aşağıya
indirdiğinde, çikolatanın azizliğine uğramış ve yüzünde çikolatadan bir bıyık
şekli belirmişti. Elindeki fincanı masaya geri bıraktığında, karşısında gelen
güçlü bir kahkaha sesi ile irice açılan gözleri ile karşısına baktı.
Beren’ in kocaman gözleri ve yüzündeki çikolatadan
bıyıklı hali daha da sevimli gözüktüğünden daha da güçlü kahkahalar ile
gülüyordu Ares. kafenin içinde gözlerini gezdirdiğinde, neyi kaçırdığında dair
bir iz aradı Beren, ancak her şey yolunda gözüküyorken, sevgilisini böyle güzel
güldüren ne olabilir, hayli merak etmişti.
“Neden gülüyorsun?” ona sorup, öğrenmek istediğinde,
yüzüne hala anlamadığı için karışık bir ifade ile sevgilisinin gülüşünü
izliyordu.
“Bekle, önce fotoğrafını çekmem için bana müsaade
et” durum daha da karışık bir hal alsa da, Beren onu başı ile onaylamıştı.
Aslında Ares’ in böyle güzel kahkahalar ile gülüyor olmasından dolayı bu
durumdan hayli memnundu. Fakat olan şeyi kendine öğrenmek için bir hayli
meraklıydı.
Ares ondan onay aldığında, masanın üzerinde duran
telefonunu alıp, kamerasını güzel sevgilisinin eğlenceli görüntüsüne ayarlayıp,
karşısında ki bu muazzam manzarayı artık ölümsüz hale getirmişti.
“Artık neden güldüğünü söyleyecek misin” meraktan
iyice deliye dönmüşken, sevgilisinin neden fotoğraf çekmek istediğini ya da
çektiği fotoğrafa neden kahkahalar ile baktığını o an sorgulamıyor sadece Ares’
in konuşmasını bekliyordu.
Ares sebebini söylemek yerine telefonu ile çektiği
sevgilisinin resmini gösterdi. Gözleri ekranda gördüğü resmi inceleyen Beren,
utanç duygusu ile dolarken, gözleri sevgilisine yeniden döndüğünde, onun
gülümseme ile tamamen utançla eli ile dudaklarını perdelemişti.
Masanın üzerinde bulunan peçetelikten tek el ile
zorlanarak çıkardığı peçete ile anında dudağının üzerindeki lekeyi temizlemişti.
Gözlerini yenden kaldırıp, sevgiline bakamadı Beren. Kendini çokça mahcup
hissederken, bu konuda dikkatsiz davranan kendine kızıyordu.
“Bugüne kadar birçok kamerası yüksek çözünürlükte telefon kullandım. Ama içlerinden biri ile ilk kez fotoğraf çekmek istedim.
Karşımda gördüğüm görüntü, son derece eşsizdi. Bu yüzden de öylece kaybolmayıp,
her daim benimle olmalı” konuşurken bir yandan da, sevgilisinin resmini
telefonuna duvar kağıtı yapmıştı.
Telefonunu tekrar masanın üzerine bıraktığı sıra
uzanıp, sevgilisinin masanın üzerinde duran elini kavradı Ares. Böyle bir sevgi
karşısında, nasıl bir karşılık verilmeliydi? Bu sözlerin üzerine daha ne
demeliydi ki, bu sevginin karşılığına tamam olsun.
“Bu yaptığım çok aptalca Ares, beni uyarmalıydı”
hala daha sevgilisi ile göz göze gelmekten kaçınıyordu. Yanaklarına ilişen
kırmızılık, yoksa yaptığından mıydı sevgilisinin sözlerinden mi, orası
muammaydı. Bir eli ile onun elini tutarken, bir yandan da diğer elini
sevgilisinin yanağına dayadı Ares. Başını kaldırmasını sağlayıp, güzel
sevgilisinin, ışıl ışıl gözleri ile denk gelmeyi başardı.
“Hadi ama güzelim. Benim için son derece kıymetli
bir görüntüydü”
“O zaman benimle bir anlaşma yap”
“Nasıl bir anlaşma?” alnı kırışarak soran Ares’ in
ifadesi bundan eğlendiğini gizlemiyordu.
“O fotoğraf sende kalmasına karşılık olarak, sende
bana, benim istediğim şekilde poz verip, fotoğrafını çekmem için izin
vereceksin” bu Ares için adil bir anlaşmaydı. Bunu kabul etmemesi, güzel
sevgilisine kesinlikle haksızlık olurdu. Hem bir pozdu, ne zararı olabilirdi?
“Kabul”
“Söz mü?” heyecanla serçe parmağını uzatan Beren, bu
konuda ki hevesini hiçte gizlemiyordu.
“Söz” dediğinde, kocaman gülümseyerek baktı
sevgilisinin hallerine. O da serçe parmağını uzatıp, sevgilisinin parmağına
sarmıştı.
Başını iki yana salladığında, şuan ki hallerine
inanamıyordu. Korkunç bir depoa sahip olan adam ile şuan sevgilisi ile
sözleşirken, serçe parmağını uzatan kişi aynı adam mıydı?
YİAAAAA 💘😍
YanıtlaSilSize ❤️❤️😍😍
YanıtlaSilYazarcım kurbanın olan at şu bölümleri
YanıtlaSilhastayım sanaaaaaa
YanıtlaSil