Ana içeriğe atla

Karanlığın Efendisi - 31. Bölüm

 

Beren malikâne kapısından çıktığında, ileri Ares’ in bedenini arabaya bindiren erkekleri görmüştü. Bileği zorluk çıkarsa da, elinden geldiğince hızlı adımlarla onların yanına ulaşmaya çabalamıştı. Yanlarına ulaştığında, sevgilisinin çoktan Doktor Ahmet’ in arabasının arka koltuğunda baygın halde yatıyordu.

“Neden Ares’ i götürüyor bu adam? Nasıl öylece onun sözüne güveniyorsunuz? İzin vermeyin, lütfen götürmesin onu” gözyaşları yanaklarını çoktan kirletmeye başladığında, beyaz buharlar da, yalvarışlarına karışmıştı. Acı dolu bu feryada hangi yürek kayıtsız kalabilirdi? Ama keşke o an kardeşlerin elinde olan bir şeyler olsaydı.

“Beren, o adam; Ares’ in on yıl önceki doktoru. Biz o ne söylerse söylesin, yapmak zorundayız” ona bir açıklama borçlu olduklarının hepsi farkındaydı ancak kim yapabilecek kadar iyi durumdaydı ki? Neyse ki, Can birkaç kelime ile bunun halletmeyi umuyordu.

On yıl öncesi derken, onların ne demek istediği gayet iyi anlıyordu ama kesinlikle kabul etmek istemiyordu. O iyi, neden ona hasta muameleyi yapıldığını anlayamadığı için ağlıyordu. Gözleri kapalı, öylece arabanın arka koltuğunda yatan bedene baktı.

Gözlerinde uzak, ellerinden uzak, sesinden uzak olmak istemiyordu. Neden götürülmesi gerektiğini anlamak istemiyordu. Sevgilisinin yanında kalmasını istiyordu. Kolları arasında girmek ve tüm bu şeylerden uzak olmak istiyordu. Tüm bunlar neden yaşanıyordu, onu bile anlayamamıştı Beren.

Geri dönmeyecek hissi ile dolan içini söküp atmak istedi. Neden sanki onu bir daha göremeyecek diye gidişine düşüyordu gözyaşları. Nereden çıkmıştı bu kaybetmişlik duygusu.  Bahçeye dolan hıçkırıkları ile bir feryadı yükseliyordu gökyüzüne doğru. Yanı başında her şeyden bir haber olan kıymetli sevgilisine yandı Beren. Arabaya binip, alnını alnına dayadı sevgilisinin.

“Beni bırakma Ares, sana yalvarıyorum, aç gözlerini sevgilim. Seni benden uzaklaştırmasınlar, ne olur Ares uyan ve engel ol buna. Beni ardında bırakıp, gitme Ares, ne olur uyan” bu çaresiz sözleri hangi taş kalpli duyarsız kalabilirdi. Kardeşler arasında da duyuldu hıçkırıklar. Onlarda en az Beren kadar onu göndermek istemese de, mecburiyetlik denilen şey bir zincir gibi boyunlarına takılmıştı.

O sıra yanlarına Mehmet Bey ve Doktor Ahmet ulaşmıştı. Onların haline şahit olsalar da, değişen hiçbir şey olmayacaktı.

“Hadi, kızım onu götürmem gerek. Fazlası ile geç kaldık zaten” tanımadığı bu adamın sözleri onu daha çok korkuttu. Daha çok sarıldı baygın haldeki sevgilisine. Neyin cezası, neyin bedelini ödüyorlardı? Birbirini seven bu iki genci neden böyle kara bir gecede ayırıyorlardı?

“Ben de geleyim sizinle. Ne olur, size hiç sorun çıkarmam. Sadece onun yanında olurum, elini tutarım. Beni ondan ayırmayın ne olur” dayanamadı kardeş bu sözlere, arabanın yanından uzaklaşıp, rahatça ağlamak istedi. Beren’ in ödü kopuyordu, lanet his bedenini ele geçirmiş aldığı nefesi bile haram ediyordu. Ya, bu onu son görüşüm olursa, ya söylenen kadar basit bir şey değilse…

Herkes umutla bakıyordu Doktor Beyin yüzüne ama ne yazık ki, o yalnızca baş hareketi ile bir genç kızın o an dünyasını başına yıkmıştı. Mehmet Bey işaret verdi ve kardeşler de, Beren’ i arabadan indirmişlerdi. Direndi, çabaladı, zorladı, ancak ona karşı daha güçlü kollar vardı.

“Hadi, Beren artık gitmeleri gerek” çatlayan ses tonu ile harap olmuş genç kızı daha fazla yormadan söyledi Can. Ona elini uzatmış ve öylece beklemişti.

“Yapamam, beni anlamıyorsunuz. Onun bana uzak olmasının, benim için ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Korkuyorum” sevgilisinin sargılı eline uzandığında, kırmızılık kendi eline de bulaşmıştı. Daha çok korktu Beren, içini tutsak eden hislere lanet etti.

Can akan yaşlarının arsından gözleri Egemen’ e çevirdi. Onun baş işareti ile birlikte kolunu genç kızın beline sarıp, canını yakmamaya özen göstererek, sevgilisinin yanında, onca haykırışlarına rağmen çekip, arabadan çıkardı.

Bu olanları Ares görüyor olsaydı, kıyar mıydı; güzelim diye sevdiği sevgilisinin akan onca göz yaşına? Gitme dediğinde, kalmaz mıydı ya da beni de götür dediğinde, elini uzatmaz mıydı ona?

“Bırak beni, bende gitmeliyim onunla” onun haykırışları sadece koca bahçede değil, malikânenin içinden bile duyuluyordu. Onu sıkıca tuttu Can, onca çırpınışı, onca haykırışı boşunaydı ama hiç durmadı Beren.

“Test sonuçları çıktığında, size haber vereceğim” sözlerinin ardından arabasına binen Doktor Bey, hızla uzaklaşmıştı, içinde Beren’ in kıymetli sevgilisinin bulunduğu araba ile… Araba gözden kaybolduğunda, Can’ da Beren’ i bırakmıştı.

Arabanın arkasından öylece baka kaldı Beren. Şehre en koyu karanlığın hâkim olduğu bu saatte, düşen her gözyaşının sebebine lanet etti Beren. Sevgilisini götüren bu adamdan, ona izin veren bu aileden o an nefret etti.

İnsan sevdiğini kaybettiğinde nasıl hissederdi, hangi kelimeler ile doğru hissi anlatırdı insan? Kan kaybettiği sıra yarası olmadan bunu nasıl kanıtlayabilirdi? Bedenini saran zehirli sarmaşığı, yalnızca kendi görebiliyorken, arasından nasıl kurtulmak için yardım isteyebilirdi?

Her yağmurdan sonra gökkuşağı çıkar mıydı gerçekten? Her yeni güne güneşin en parlak yüzü ile mi karşılaşırdı? Gecenin incisi olan ay, her daim dolunay olarak mı karşılardı insanoğlunu? Herkes yağmurun yağışına mest olur muydu?

Bacakları onu taşımadı, olduğu yere çöktü öylece, elleri ile yerdeki ufak taşları sıkıştırarak, düştü gözyaşları. Ares’ in dediklerini anımsadı o an; kaldıramazsın, dayanamazsın… Öyle doğru geliyordu ki o an bu sözleri. Böyle ağlayarak aklını yitirebilir miydi insan? Düştüğü çukurdan tek başına çıkabilir miydi?

Yaşadığı zor zamanlar hiç bitmeyecek gibi gelirdi insanoğluna. Sanki nefesine yapışmıştı da, bir ömür onunla kalacaktı. İyi günler yaşayacağını bilse, tahmin etse bile o zorluklar hayatının bir parçası olmaktan vazgeçemeyecekti ki? Tek kurtuluşu ölümde bulurdu bazen insan. Sanki bir tek ölünce her acı biterdi. Beren kaybetmişliğin ortasında çırpınıyordu o an sanki. O Doktor canından can söküp götürüyordu.

“Kalk ayağa Beren, yapma böyle” bu sözler hangi derde deva olabilirdi ki? Mert’ de bunu bilse de, onu bu halden kurtarmak istiyordu. Kendi kardeşinin arkasından ağlayamadan bu genç kızın feryatları ona daha çok dokunuyordu. Tek yaptığı ağlamak, yalvarmak olan genç kızı eğilip, kucağına aldı.

Malikeneye doğru ilerlediğinde, artık yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Ares gitmişti ve hepsi sadece böyle ardından bakmak zorundaydı. Kapıdan geçip, eve girdiğinde, Beren’ in kollarını boynuna dolandığını hissetti Mert.

“Nereye gitmek istersin?”

“Odama” onun bu sözlerinin ardından adımları merdivene yöneldi. Basamakları çıkarken, kucağında olan genç kızın ağırlı onu hiçte zorlamıyordu. Ağlamaktan, bağırmaktan bitap düşmüş, küçük bir kız çoğunu gibi sınıyordu ona.

Odasına girdiğinde, onu yatağında bırakıp, sessizce akan yaşlarına baktı. Ellerini uzatıp, diğer kız kardeşlerinden ayrı görmediği Beren’ in, gözyaşlarını kuruladı. İçin acı acıya bakıyordu onun yüzüne. Böyle bir durumu ilk kez yaşayan bu kız için ellerinden bir şey gelmiyor olması bile cehennemin başka bir yüzü gibiydi.

“Ağlama artık Beren, eğer Ares dönene kadar sana iyi bakamazsak, kardeşimizin yüzüne nasıl bakarız sonra” belki iyi gelirdi bu cümeleri, belki onu biraz olsun toparladı. Yeter miydi ki, bu birkaç söz? Böyle bir acı bununla derman bulur muydu?

“İstediğin bir şey olursa, seslen” odadan çıkmak için kapıya yöneldiği sıra kapıya birkaç adımı kalmıştı ki, Beren’ in hasarlı sesini duydu.

“Mert”

“Efendim” dediğinde, onun yaşlı gözlerine baktığında, nedensizce kendini mahcup hissediyordu.

“Ares bugün ne yaşadı? Anıl’ ın tüm o sözlerinin anlamı ne, Mert? Bizden bu günü yaşıyoruz?” onun soruları karşısında, öylece kala kaldı Mert. Nasıl söylesin, ona bu durumu nasıl açıklayabilsin ki?

“Ben-“ sözlerinin devamı yoktu aslında, söyleyebileceği hiçbir kelimesi yoktu o an. Neyse ki o an kapı aralanmış ve bir kurtarıcı gibi Meliha Hanım içeri girmişti. Adımları yatakta oturan bedenin yanını bulduğunda, Beren onun kolları arasına girmişti. Gözyaşları sanki daha önce durmuş gibi yeniden akmaya başlamıştı.

Tüm bu görüntüye içi parçalanarak bakan Mert, çaresizliğin gerçeği ile yavaşça odadan ayrıldı. Meliha hanım kolları arasında olan bu genç kızı sıkı sıkıya tutuyordu. Onun yüzündeki gözyaşlarını kurularken, kendi gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülüyordu.

“Bunları neden yaşıyoruz Meliha teyze? Neler oldu böyle birden bire? İçimde tuhaf bir his var, neden düzelmeyecek gibi hissediyorum?” tutunduğu kadının omzuna gömdü hıçkırıklarını.

“Sakın kötü düşünme, güzel kızım. Ares şuan gitti ama kısa sonra geri gelecek, hem geldiğinde artık çok daha iyi olacak her şey. Biz onun bir an evvel iyi olması için dua edelim” bir anne olarak görevini yapıyordu Meliha Hanım.

Kendisi, oğlunun ardından bir ateşin ortasında yansa da, dağılmış olan evlatlarını toparlamaya çalışıyordu. Fakat bıraksalar içinde ki bu koca yangın ile bu malikâneyi yakıp, kül edebilirdi. Ama o bir anneydi. Hem de doğurma özelliği bahşedilmemiş bir anne olarak, önce evlatlarını ayağa kaldırıyordu.

_

Aradan birkaç gün geçmişti. Malikâne duvarlarına sinen bir yas havası vardı. Her oda sessiz, her oda boştu sanki. Kimse konuşmuyor, uyumuyor, yemek bile yemiyordu. Akşam yemeği için hazırlanan masaya sadece bu bir gelenek olduğu için oturuluyordu.

Erkekler şirket ile ilgilenmek zorunda oldukları için evden ayrılsa da, kızlar bu zaman içinde restorana hiç gitmemişlerdi. Arslan çifti gece geç saatlere kadar malikânede kalsa da, sonra yine otel odalarına dönmüşlerdi. Beren ise o günün ardından daha da kötüleşen bileği, Selin’ in yardımı ile geçen bu birkaç günün ardından çok daha iyi hale gelmişti.

Aradan geçen bu birkaç günün ardından sancılar içinde kıvransalar da nihayet bekledikleri telefon bugün gelmişti. Doktor Ahmet, her şeyden tam anlamı ile emin olmak için beklemiş ve tüm testler tamamlandıktan sonra aileyi artık durumdan haberdar etmek için Mehmet Beyi aramıştı.

Mehmet Bey çalan telefonun eli titreyerek açmıştı. Daha sonra Ahmet Beyi konuşmak için malikâneye davet etmişti. Güneş veda etmişti artık gökyüzüne. Aralık ayının getirisi ile tüm şehir artık kar yağışı altındaydı. Hiçbir kar tanesinin acelesi olmadan düşüyor ve yeryüzünde kendine yer ediniyordu.

Şehri bile esir alan bir sessizlik vardı. Sesleri içine hapseden kar taneleri bile farkındaydı belki de. Birazdan Doktor Ahmet’ in ağzından dökülecek olan sözlerin. Belki de bu yüzdendi her birinin gökyüzüne olan hüzünlü vedası…

Aile bireyleri eksiksiz olarak malikâne çatısı altına toplanmış ve Doktorun gelmesini bekliyorlardı. Onu son görmelerinin ardından birkaç gün geçmişti. Onun dudaklarından dökülecek olan şeylerden dolayı her birinin ödü kopuyordu.

Doktor Ahmet’ i malikeneye ulaştıran araba nihayet amacına ulaşmıştı. Ahmet Bey yol boyunca aklında, aileye karşı söyleyeceği sözleri toparlamıştı. Aklına birbirinin arkasına sıralanan şeyleri, aileye öylece nasıl söyleyebilirdi?

Arabadan inen Doktor Bey, malikâneye yaklaşıp zile uzanmıştı. Hala da aklında, doğru kelimelerin hazırlığı vardı. Zile uzana eli bile titriyordu, gerginlikten. Bu birkaç gün içinde yaşadığı şeyler ona bile fazla gelip, etkisi altına alırken, bu merakla korku ile haber bekleyen aileye karşılık nasıl söyleyebilirdi?

Uzun zamandır bu anı bekleyen aile bireyleri, gelen misafirlerini kapı uzun bekletmeden kapıyı ona açmıştı. Onu karşılayan Egemen olmuştu. Ahmet Beyi içeri buyur eden Egemen, ona geçmesi için alan açmıştı. Girişte bu kez Mehmet Bey ile karşılaştı, Doktor Bey.

Gözlerine baktığı bu adamın yıllar süren bir dostlu vardı. Onu bir tek böyle yıkık, böyle güçsüz ve acınasına haline Ares’ in sebep olduğunu biliyordu. On yıl öncede onun bu hallerine çok kez şahit olmuştu Doktor Bey. Bu yüzden durumu hiçte garipsemedi.

“Mehmet istersen, yalnız görüşelim” söyleyeceği şeyler ağırdı. Doktor Bey önem almak istiyordu. Ancak onun bu sözünün ardından dostunu iyi tanıyan Mehmet Bey, hiçte hoş şeyler söylemeyeceğinden emin olmuştu artık.

“Benim nefes almaya bile mecalim yok. Kimseye açıklama yapamam, herkes aynı anda duysun. O enkaz her birlikte üzerimize çöksün” kan kusan bir adamın sözleriydi bunlar. Oğlunun şu kapından içeri gireceğini umut eden Mehmet Bey, tek gelen dostundan sonra yıkılmış gibi hissediyordu.

Egemen, Doktor Bey ve Mehmet Bey ile salona girdiğinde, aile bireyleri saklamadan, gizlemeden gergin halleri ile bakıyordu, karşılarına oturan Doktora. Doktor Bey ona bakan gözler arasında; Bir anne, bir baba, kardeşler ve sevgilisinin haberini almak için yanıp tutşan bir genç kız görüyordu.

Hepsinin ne halde olduğu, nasıl eriyip, bittikleri gün gibi ortadaydı. Sözleri onları ne hale koyacaktı kim bilir? Bu birkaç gün içinde yaşadığı, öğrendiği şeylerden sonra kendi bile büyük bir sarsıntı yaşamıştı. Şimdi bunu nasıl dile getirecekti?

“Ares, neden sizinle gelmedi?” gözyaşları her an düşmek için göz kenarlarına yuva yapmış olan genç kıza baktı. Kuru bir boğaz yutkunduğunda, canı yandı Doktor Beyin.

“Sözlerim bitene kadar lütfen bölmeden dinleyin. Henüz nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum bile” gözlerine baktı bu aile, sessizliğe yemin etmiş gibi bakıyordu her biri.

“Şunu bilin ki, bunları sizlere söylemek benim içinde gerçekten çok zor. Ne kadar üzgün olduğumu bilmenizi istiyorum” derin bir nefes alan Doktor Bey, gözleri yeri süsleyen halının üzerine indirdi. Oturduğu koltukta öne gelerek, ellerini birleştirdi.

“Sanırım önce başlamaya önce nasıl uyandığından bahsetmeliyim. Eski eve vardığımızda, ilk olarak olarak elindeki yaraya müdahale ettim. Sonra birkaç torba kan takviyesinin ardından uyandı” sesi titremeye başladığında, sanki odada tekti ve tek başına konuşuyordu. Ses çıkarmayan aile bireyleri nefes almayı bile bırakmış gibiydi.

“Ben böyle bir şey ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim, hem de elinde ki o derin yaraya rağmen. Yanındaydım, bir şeyler sayıklıyordu ama anlaşılmıyordu. Sonra bir anda gözleri açtı, benimle göz göze geldiğinde birkaç saniye öyle kaldı, ama sonra-” elleri ayrılmış ve eklemlerini ovuşturmaya başladı. Sözlerinden dolayı kendi canı da yanıyordu. Genç bir adamın hayatının bu laneti nasıl olur da bitmezdi? Buna yanıyor ve kahroluyordu Doktor Bey.

“Bana on yıl önce de öyle bakıyordu. Yataktan hışımla doğrulduğunda, kolundaki iğneyi koparır gibi çıkardı. Dengesiz adımlarla, etrafa saldırmaya başladığında, ben, ben on yıl önceyi yaşıyordum sanki” gözyaşları düştüğünde, kimse bunu fark edemeden kendi düşen gözyaşları için yanıyordu.

“Çırpınıp, elimizden kurtulmaya çalışıyordu. Sanki gücü kalmış gibi direniyordu. Korkuyordu, titriyordu. Sözlerini duyduğumda, sandım ki dünya başıma yıkıldı” elleri ile yanaklarını kuruladığında, gerçekten bunları söylemeli mi, emin değildi.

“O bu on yılı hiç yaşamamıştı sanki. O fabrikadan kurtulalı, birkaç gün önceki Ares gibiydi. Öyle zannediyordu. Annesinin bir mezara ihtiyacı olduğunu söyledi. İntikam alması gerektiğini ve sonra onunda artık ölmesi gerektiğini haykırıp, duruyordu” durup, biraz nefeslendiğinde, başını kaldırıp, karşısındaki manzaraya bakmaya cesareti yoktu.

“Aklı kaybettiğini düşündüm önce, ben bunu beklemiyordum. Yemin ederim öyle çok korktum ki… Onu hemşirenin yaptığı sakinleştirici iğne durdurabildi sadece. Onun düzelmiş hayatı normale dönmüştür, diyorum bu on yıl içinde ama bu çok başka bir şeydi.

Kendini hala on yıl öncede sanıyor, bilinci artık iflas etmiş gibi ona oyun oynuyor. Onu ele geçirmiş gibi onu istediği şeye inandırıyor” son akan göz yaşını silip, burnu çekti Doktor Bey. Gözlerinin canlanan görüntüleri teker teker kovuyordu.

“Biz Ares’ i bulduğumuzda ölü bir bedendi. Kalbi atan ve nefes alan bir ölüydü. Sanki bedenindeki tüm kanı kaybetmişti, öyle çok derin yarası vardı ki… On altı yaşında bir çocuk bunu nasıl kaldırabildi bilmiyorum. Ben onu hayata döndürebileceğimden bile emin değildim.

Yaşayacağına pekte ihtimal vermeden, onu iyileştirmeye çalışıyordum. Yaptığım bu şey imkânsız gibiydi. Elimden gelen her şeyi yaptım. Onu uyandırabilmek için gecemi gündüzüme eş ettim. Sonunda uyandığında, o uzun ve meşakkatli tedavi süreci başlamıştı bizim için. Hangimiz unutabilir ki olanları. Onun nasıl ayağa kalkabildiğine, haykırışlarına, acılar için kıvranmasına hep birlikte şahit olduk” bu ailenin eline kaç kez bulaşmıştı Ares’ in kanları. Kaç krizine şahit olmuştu.

Kaç kez kâbusunda attığı çığlıkları dinlemişti. Kriz geçirdiği sıra kaç kez iğneleri yetiştirip, durdurabilmişlerdi. Her birinin gözleri önündeydi. Nasıl başa çıkmışlardı o zamanlar ile şimdi bile düşündükçe nefes alamıyorlardı sanki.

“Biliyorum ki o zamanlar çaresizce onu durdurmak, sakinleştirmek için çok çabaladık. Onu durduran tek şey elindeki bu yara oldu. Kurtulduğuna ikna edebilmek için elindeki bu yarayı tazelemesi gerekti ve biz o an buna müsaade etmek zorundaydık.

Buna ihtiyacı vardı. Ares akli dengesini kaybetmek üzereyken, bunu yaparak kurtulduğunun gerçek olduğuna inandı” gözleri her birinin yüzünde gezinirken, onların dehşetine baktı. Her birinin ifadesi ayrı bir keder, ayrı bir acıydı.

“Ama on yılda bazı şeyler değişmeliydi. O yarayı koca on yılın ardından nasıl olur da hala tazeler. Yaşadığı hayata karışmıyor ve üzerinde hiçbir baskı olmadan yaşamasına müsaade ediyorsunuz, bunu anlayabiliyorum. Ama bunun bu kadar da olması ona ne kadar zarar verdiğinden hiçbir haberiniz yok” sözlerini tane tane kurup, onları şuan yaşadığı duyguların içinde anlamasını umuyordu.

“Ares aslında on yıldır size rol yapıyor. Yanınızdayken, tüm acısının, tüm üzüntülerinin üzerine örtüp, ona sunuduğunuz hayatı yaşamış sadece. On altı yaşında bir çocuktu o, onun annesini katlettiler, hem de gözlerinin önünde. Bu kaybın acısını dahi yaşayamadı.

Odaklandığı, inandığı yeminleri, almak istediği intikamı vardı gözlerinin önünde. Tüm o zamanlara şahit olan sizler için artık hep dik durmaya, sizi iyi olduğuna inandırmak istemiş. İçinde koca bir yara taşırken, sizler gözlerinizin önündeki yaraları iyileşiyor diye sevinmişsiniz”kuru boğazı ile yeniden yutkunan Doktor Ahmet Bey, yeniden bir acının ortasında kalmıştı.

“Her gün biraz daha iyileştiğini sanarken, aslında tüm acısını sırtında biriktirip, kendine bu malikâne kadar yük yapmış. Hiçbir zaman rahat nefes alamamış, hiçbir zaman o fabrikadan kurtulamamış. Öyle ki her krizi, onun bedenin de bir volkan etkisi gibi ulaştığı her yeri eritmiş. Sık sık krizler geçirdiği için günden güne, bedeni güçsüzleşti. Geceleri uyuyamadığı için her defasında dozu yüksek ilaçlar kullanmaya başlamış.

En kötüsü de, kriz anlarında gerçekleşiyor. Eğer iğnelere zamanında yetişemezse; kendini o fabrikada sanıyor ve kurtulmak için tüm gücü ile çırpınıyor. Bu olanlardan hiçbirinizin haberi yoktu belki çünkü bunun böyle olmasını Ares istiyor. Kendi dünyasında her şeyi apaçık yaşarken, siz onun gülen yüzüne bakıyorsunuz. Onun için yaptıklarınıza karşılık olarak size iyi olduğunu gösterip, sizi mutlu etmek istiyor” karşısında olan gözlerden gözlerini ayırdı, Doktor Ahmet Bey. Daha fazla o gözlerde ki acıya tanık olmak istemiyordu.

“Ares acılarını hiç tüketmiyor, hiçbir şeyi dışa vurmuyor. Hangi gün onun bağıra çağıra ağladığına şahit oldunuz. Ben on altı yaşındaki Ares’ in bile böyle bir anında şahit olmadım, hem de hiç. Hâlbuki o annesini kaybetmiş bir çocuk, bunu nasıl olur da içinde tutmayı başarır, bunu nasıl kaldırır?

Böyle bir ağlamanın bile onu ne kadar rahatlatacağından haberiniz var mı? Yaşadığı onca ağır şeyden sonra tamamen toparlanabilmiş olabildiğine nasıl inanabildiniz? Tüm bu söylediklerimden anlamanız gereken şu ki; Ares hiçbir zaman toparlanamamış, beden olarak yanınızda ama beyninde hala fabrikada yaşıyor.

Ares’ in sizden uzak kalması ve kendi isteği ile ayağa kalması gerekiyor. Bu şekilde devam ederse; üzgünüm ama birkaç sene sonra artık onu tamamen kaybetmiş olabilirsiniz. Onun sizden uzaklaşması gerekiyor çünkü dik durmak, iyi olduğunu göstermek istediği kimse olmamalı.

Ne kadar üzülmek istiyorsa, ne kadar acı çekiyorsa, bunları gün yüzüne çıkarıp, kendi isteği ile aşmalı. Bir nedeni olmalı ama bu neden kendi hayatını yaşamak için olmalı. Kendini dinlemeli ve ne istediğine karar vermeli. Tüm bunları dün psikolog arkadaşlarımla oturup, uzun uzun konuştuk. Bu kararı onlarla birlikte aldık.

Bu tedavi ne kadar sürer bilmiyorum, onu görmemeniz sizi fazlası ile etkileyecek ondan eminim. Ama inanın bana, beni görmesi bile onu etkileyebilir diye gözünün önünde olmuyorum. Hatta odasına şuan için sadece hemşireler giriyor.

Sadece sizden her şey normale dönene kadar onu sabırla beklemenizi rica ediyorum. Lütfen hiçbiriniz onunla görüşmek bir niyetle o eve gelmeyin. Çünkü bu tedavinin bozulmasına neden olur” bu Doktorun ağzından neler dökülmüştü öyle, neler neler söylemişti…

“Benim tekrar Ares’ in yanına dönmem gerek. Onun nasıl olduğunu merak ediyor ve belki görmek istiyorsunuz ama yanında kimse olmadan yaşamaya çalışmalı. Şuan durumu iyi, bedeni bitkin olduğu için uzun süreli uyuyor ama birkaç güne daha iyi olacak. O güçlü bir çocuk kısa zamanda tekrar bir araya geleceğinizden eminim” ayakladığında, bir enkaza bakıyor gibiydi. Herkes kendi dünyasına gömülmüş, kendi acının ortasında yuvarlanıyordu.

“Sizi yolcu edeyim” şaşılacak şeydi aslında. Konuşmaya da, ayağa kalkmaya da, gücü kalmıştı Nilay’ ın. Salondan ayrıldılar her ikisi de. Kelimeler bir kılıç görevi görebilir miydi? Duydukları ile kan kaybedebilir miydi bir insan? Kurduğu cümleler ile koca on yılı çöpe atabilir miydi?

Acı hayatınızda hiç başköşeye oturdu mu? Atılmayan, satılmayan acılar bedeninizi kemirdi mi hiç? Yaşadıkları bu on yılın içi boş bir balondan ne farkı vardı. Bir iğne ile patlayıp, yok olmuştu sanki. Onun gülümsemesi, ara sıra dâhil olduğu o eğlenceli sohbetler, bir hayal gibiydi şimdi.

Keyifli sohbetlere, iştahlı akşam yemeklerine şahit olan bu salon, neler duymuştu biraz evvel. Koltuklar, perdeler, halılar sessiz çığlıklarla ağlaşıyordu sanki. Bu salon böyle bir güne tanık olacağını hiç düşünebilir miydi?

Tek bir kan damlası ile kirlenmeden, kan kaybedebilir miydi insanoğlu? Ares hiçbir zaman toparlanamadı nasıl bir sözdü? Her biri kör mü olmuştu, bunca yıl nasıl kimse bir şey fark etmezdi. Hiç mi bir şey başaramamışlardı?

Doktor Ahmet bir bomba bırakıp, kaçmıştı sanki. Bu koca malikâne şimdi yerle bir olmuştu. Onun heybetinden geriye kalan koca bir toz bulutuydu. Göz gözü görmüyordu. Her bireyin kulağında sağı eden bir uğultu vardı.

O parlak güneş yarın sabah doğmasa, dünya durmak istese, dünyanın tüm aydınlığını göremese; Beren için ne fark ederdi şimdi? Karanlığın en kuytu yerine canın can gömülmüştü, Beren’ e neydi, akrep yelkovanı kovalamıyorsa?

Süresinin dolmasını bekleyen adam, ölüme bu kadar yaklaşmışken, kendi için ayağa kalkmayı ister miydi? Yaşama dönmek ister miydi? Bedeninde derman kalmıdı mı o kadar, güçü var mıydı? Bedeninde, ruhunda hala can var mıydı ki?

“Mehmet biz ne yaptık?” bir annenin feryadı yükseldi semaya doğru. Düşen kar taneleri şahit tutuldu o geceye.

“Biz bunu evladımıza nasıl yaptık Mehmet. Nasıl görmedik, nasıl duymadık onun yardım çığlıklarını? Kör müyüz biz, ne zaman sağır olduk?” çocukluk arkadaşı olan Nermin’ in emaneti, öz bir evlat kadar benimsediği Ares’  e olanları duyduktan sonra aklını bile kaybedeceğini hissetti Meliha Hanım.

“Bizim ne farkımız kaldı şimdi. Oğlum annesinin çığlıklarından uyuyamıyorsa, kendini hala o fabrika arasında hissediyorsa, rahat uyuduğum her gece” ellerini yüzüne örtüp, koca evde duyuldu hıçkırıkları. Herkes kendi acısı içindeydi. Herkes kendi kaybettiğine yanıyordu.

Kimi evladını kaybetmişti, kimileri kardeşini, kimi ise hayatının her anını onunla paylaşmak istediği sevgilisini…


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlığın Efendisi - Final

  Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. “Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden edemiyorlardı. “Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında, adımları tezgaha doğru ilerlemişti. “Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu. “Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında, Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor sayılacak bir saatte hemen ardından ...

Karanlığın Efendisi - 65. Bölüm

  Saat epeyce ilerlemiş ve Ares’ in uyanmasının ardından üç kafadar çat pat hazırladıkları akşam yemeği yenmişti. Yemeğin ardından Beril’den gelen filmi izleme teklifi kabul görmüş ve bireyler sinema salonuna ilerleyip, seçtikleri bir film ekranda dönmeye başarmıştı. Ancak kimse filmle ilgilenmiyor ve kendi dünyasındaki sorunlar ile boğuşuyordu. Film sona erdiğinde, yapılan alışverişte yorgun düşen kızlar uyuya kalırken, onları odalarına taşımakta erkek arkadaşlarına düşmüştü. Ares ve Beren çifti odadan ayrılıp, kendi odalarına ilerlerken, Beren’ in aklına; Ares’ den istediği şey gelmişti. Ares onun isteğini bugün yerine getireceğini söylemiş olasa da, şuan ki hali buna hiçte uygun değildi. Ancak sözlerinin her daim arkasında duran sevgilisinin dediğini yapacağından da, emindi. Odaya girdikleri sıra Beren’ in gözleri Ares’ in üzerindeydi. Ares uyandığından bu yana yalnızca birkaç kelime etmiş ve önüne konulan yemekten yalnızca birkaç çatal almıştı. Onun için fazlası ile endişelen...

Karanlığın Efendisi - 15. Bölüm

Kahvaltı masasının hazırlığı tamamlandığında, hep birlikte masadaki yerlerini almışlardı. Kızlar, Beren’ in onların yanında anlatmaya uygun görmediği şeylerden ötürü biraz buruktu. Tam anlamı ile arkadaş olup, kendini daha rahat hissetmesini istiyorlardı, fakat Beren, aralarında olan mesafeyi bir türlü yıkamıyordu. “Aslında her birinize gerçekten minnettarım. Beni öylece ailenizin içine alıp, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Ben insanlarla arası iyi olan biri değildim. Bu konuda fazla beceriksizim ama bunun üstesinden gelmeye gayret edeceğim. Aile kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdim, belki insanlardan tamamen koptum. Ama sizinle tanıştığımdan bu yana birazda olsa toparlandığımı hissediyorum. Tekrar kahkaha atmama neden olduğunuz için minnettarım. Son zamanlarda, geceleri düzgün uyuyamıyorum. Buraya gelmeden önce de kabristana uğradım. Ne zaman uğrasam, biraz fazla hassaslaşıyorum. Aileme son zamanlarda daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Ama sizler şuan yanım o...