Beren malikâne kapısından çıktığında, ileri Ares’
in bedenini arabaya bindiren erkekleri görmüştü. Bileği zorluk çıkarsa da,
elinden geldiğince hızlı adımlarla onların yanına ulaşmaya çabalamıştı.
Yanlarına ulaştığında, sevgilisinin çoktan Doktor Ahmet’ in arabasının arka
koltuğunda baygın halde yatıyordu.
“Neden Ares’ i götürüyor bu adam? Nasıl öylece onun
sözüne güveniyorsunuz? İzin vermeyin, lütfen götürmesin onu” gözyaşları
yanaklarını çoktan kirletmeye başladığında, beyaz buharlar da, yalvarışlarına
karışmıştı. Acı dolu bu feryada hangi yürek kayıtsız kalabilirdi? Ama keşke o
an kardeşlerin elinde olan bir şeyler olsaydı.
“Beren, o adam; Ares’ in on yıl önceki doktoru. Biz
o ne söylerse söylesin, yapmak zorundayız” ona bir açıklama borçlu olduklarının
hepsi farkındaydı ancak kim yapabilecek kadar iyi durumdaydı ki? Neyse ki, Can
birkaç kelime ile bunun halletmeyi umuyordu.
On yıl öncesi derken, onların ne demek istediği
gayet iyi anlıyordu ama kesinlikle kabul etmek istemiyordu. O iyi, neden ona
hasta muameleyi yapıldığını anlayamadığı için ağlıyordu. Gözleri kapalı, öylece
arabanın arka koltuğunda yatan bedene baktı.
Gözlerinde uzak, ellerinden uzak, sesinden uzak
olmak istemiyordu. Neden götürülmesi gerektiğini anlamak istemiyordu.
Sevgilisinin yanında kalmasını istiyordu. Kolları arasında girmek ve tüm bu
şeylerden uzak olmak istiyordu. Tüm bunlar neden yaşanıyordu, onu bile anlayamamıştı
Beren.
Geri dönmeyecek hissi ile dolan içini söküp atmak
istedi. Neden sanki onu bir daha göremeyecek diye gidişine düşüyordu
gözyaşları. Nereden çıkmıştı bu kaybetmişlik duygusu. Bahçeye dolan hıçkırıkları ile bir feryadı yükseliyordu gökyüzüne doğru. Yanı başında her şeyden bir haber olan kıymetli
sevgilisine yandı Beren. Arabaya binip, alnını alnına dayadı sevgilisinin.
“Beni bırakma Ares, sana yalvarıyorum, aç gözlerini
sevgilim. Seni benden uzaklaştırmasınlar, ne olur Ares uyan ve engel ol buna.
Beni ardında bırakıp, gitme Ares, ne olur uyan” bu çaresiz sözleri hangi taş
kalpli duyarsız kalabilirdi. Kardeşler arasında da duyuldu hıçkırıklar. Onlarda
en az Beren kadar onu göndermek istemese de, mecburiyetlik denilen şey bir
zincir gibi boyunlarına takılmıştı.
O sıra yanlarına Mehmet Bey ve Doktor Ahmet
ulaşmıştı. Onların haline şahit olsalar da, değişen hiçbir şey olmayacaktı.
“Hadi, kızım onu götürmem gerek. Fazlası ile geç
kaldık zaten” tanımadığı bu adamın sözleri onu daha çok korkuttu. Daha çok
sarıldı baygın haldeki sevgilisine. Neyin cezası, neyin bedelini ödüyorlardı?
Birbirini seven bu iki genci neden böyle kara bir gecede ayırıyorlardı?
“Ben de geleyim sizinle. Ne olur, size hiç sorun
çıkarmam. Sadece onun yanında olurum, elini tutarım. Beni ondan ayırmayın ne
olur” dayanamadı kardeş bu sözlere, arabanın yanından uzaklaşıp, rahatça
ağlamak istedi. Beren’ in ödü kopuyordu, lanet his bedenini ele geçirmiş aldığı
nefesi bile haram ediyordu. Ya, bu onu son görüşüm olursa, ya söylenen kadar basit
bir şey değilse…
Herkes umutla bakıyordu Doktor Beyin yüzüne ama ne
yazık ki, o yalnızca baş hareketi ile bir genç kızın o an dünyasını başına
yıkmıştı. Mehmet Bey işaret verdi ve kardeşler de, Beren’ i arabadan
indirmişlerdi. Direndi, çabaladı, zorladı, ancak ona karşı daha güçlü kollar
vardı.
“Hadi, Beren artık gitmeleri gerek” çatlayan ses
tonu ile harap olmuş genç kızı daha fazla yormadan söyledi Can. Ona elini
uzatmış ve öylece beklemişti.
“Yapamam, beni anlamıyorsunuz. Onun bana uzak
olmasının, benim için ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Korkuyorum”
sevgilisinin sargılı eline uzandığında, kırmızılık kendi eline de bulaşmıştı.
Daha çok korktu Beren, içini tutsak eden hislere lanet etti.
Can akan yaşlarının arsından gözleri Egemen’ e
çevirdi. Onun baş işareti ile birlikte kolunu genç kızın beline sarıp, canını
yakmamaya özen göstererek, sevgilisinin yanında, onca haykırışlarına rağmen
çekip, arabadan çıkardı.
Bu olanları Ares görüyor olsaydı, kıyar mıydı;
güzelim diye sevdiği sevgilisinin akan onca göz yaşına? Gitme dediğinde, kalmaz
mıydı ya da beni de götür dediğinde, elini uzatmaz mıydı ona?
“Bırak beni, bende gitmeliyim onunla” onun
haykırışları sadece koca bahçede değil, malikânenin içinden bile duyuluyordu.
Onu sıkıca tuttu Can, onca çırpınışı, onca haykırışı boşunaydı ama hiç durmadı
Beren.
“Test sonuçları çıktığında, size haber vereceğim”
sözlerinin ardından arabasına binen Doktor Bey, hızla uzaklaşmıştı, içinde
Beren’ in kıymetli sevgilisinin bulunduğu araba ile… Araba gözden
kaybolduğunda, Can’ da Beren’ i bırakmıştı.
Arabanın arkasından öylece baka kaldı Beren. Şehre
en koyu karanlığın hâkim olduğu bu saatte, düşen her gözyaşının sebebine lanet
etti Beren. Sevgilisini götüren bu adamdan, ona izin veren bu aileden o an
nefret etti.
İnsan sevdiğini kaybettiğinde nasıl hissederdi,
hangi kelimeler ile doğru hissi anlatırdı insan? Kan kaybettiği sıra yarası
olmadan bunu nasıl kanıtlayabilirdi? Bedenini saran zehirli sarmaşığı, yalnızca
kendi görebiliyorken, arasından nasıl kurtulmak için yardım isteyebilirdi?
Her yağmurdan sonra gökkuşağı çıkar mıydı
gerçekten? Her yeni güne güneşin en parlak yüzü ile mi karşılaşırdı? Gecenin
incisi olan ay, her daim dolunay olarak mı karşılardı insanoğlunu? Herkes
yağmurun yağışına mest olur muydu?
Bacakları onu taşımadı, olduğu yere çöktü öylece,
elleri ile yerdeki ufak taşları sıkıştırarak, düştü gözyaşları. Ares’ in
dediklerini anımsadı o an; kaldıramazsın, dayanamazsın… Öyle doğru geliyordu ki
o an bu sözleri. Böyle ağlayarak aklını yitirebilir miydi insan? Düştüğü çukurdan
tek başına çıkabilir miydi?
Yaşadığı zor zamanlar hiç bitmeyecek gibi gelirdi
insanoğluna. Sanki nefesine yapışmıştı da, bir ömür onunla kalacaktı. İyi
günler yaşayacağını bilse, tahmin etse bile o zorluklar hayatının bir parçası
olmaktan vazgeçemeyecekti ki? Tek kurtuluşu ölümde bulurdu bazen insan. Sanki
bir tek ölünce her acı biterdi. Beren kaybetmişliğin ortasında çırpınıyordu o an
sanki. O Doktor canından can söküp götürüyordu.
“Kalk ayağa Beren, yapma böyle” bu sözler hangi
derde deva olabilirdi ki? Mert’ de bunu bilse de, onu bu halden kurtarmak
istiyordu. Kendi kardeşinin arkasından ağlayamadan bu genç kızın feryatları ona
daha çok dokunuyordu. Tek yaptığı ağlamak, yalvarmak olan genç kızı eğilip,
kucağına aldı.
Malikeneye doğru ilerlediğinde, artık yapacak bir
şeyleri kalmamıştı. Ares gitmişti ve hepsi sadece böyle ardından bakmak
zorundaydı. Kapıdan geçip, eve girdiğinde, Beren’ in kollarını boynuna
dolandığını hissetti Mert.
“Nereye gitmek istersin?”
“Odama” onun bu sözlerinin ardından adımları
merdivene yöneldi. Basamakları çıkarken, kucağında olan genç kızın ağırlı onu
hiçte zorlamıyordu. Ağlamaktan, bağırmaktan bitap düşmüş, küçük bir kız çoğunu
gibi sınıyordu ona.
Odasına girdiğinde, onu yatağında bırakıp,
sessizce akan yaşlarına baktı. Ellerini uzatıp, diğer kız kardeşlerinden ayrı
görmediği Beren’ in, gözyaşlarını kuruladı. İçin acı acıya bakıyordu onun
yüzüne. Böyle bir durumu ilk kez yaşayan bu kız için ellerinden bir şey
gelmiyor olması bile cehennemin başka bir yüzü gibiydi.
“Ağlama artık Beren, eğer Ares dönene kadar sana
iyi bakamazsak, kardeşimizin yüzüne nasıl bakarız sonra” belki iyi gelirdi bu
cümeleri, belki onu biraz olsun toparladı. Yeter miydi ki, bu birkaç söz?
Böyle bir acı bununla derman bulur muydu?
“İstediğin bir şey olursa, seslen” odadan çıkmak
için kapıya yöneldiği sıra kapıya birkaç adımı kalmıştı ki, Beren’ in hasarlı
sesini duydu.
“Mert”
“Efendim” dediğinde, onun yaşlı gözlerine
baktığında, nedensizce kendini mahcup hissediyordu.
“Ares bugün ne yaşadı? Anıl’ ın tüm o sözlerinin
anlamı ne, Mert? Bizden bu günü yaşıyoruz?” onun soruları karşısında, öylece
kala kaldı Mert. Nasıl söylesin, ona bu durumu nasıl açıklayabilsin ki?
“Ben-“ sözlerinin devamı yoktu aslında,
söyleyebileceği hiçbir kelimesi yoktu o an. Neyse ki o an kapı aralanmış ve bir
kurtarıcı gibi Meliha Hanım içeri girmişti. Adımları yatakta oturan bedenin
yanını bulduğunda, Beren onun kolları arasına girmişti. Gözyaşları sanki daha
önce durmuş gibi yeniden akmaya başlamıştı.
Tüm bu görüntüye içi parçalanarak bakan Mert,
çaresizliğin gerçeği ile yavaşça odadan ayrıldı. Meliha hanım kolları arasında
olan bu genç kızı sıkı sıkıya tutuyordu. Onun yüzündeki gözyaşlarını
kurularken, kendi gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülüyordu.
“Bunları neden yaşıyoruz Meliha teyze? Neler oldu
böyle birden bire? İçimde tuhaf bir his var, neden düzelmeyecek gibi
hissediyorum?” tutunduğu kadının omzuna gömdü hıçkırıklarını.
“Sakın kötü düşünme, güzel kızım. Ares şuan gitti
ama kısa sonra geri gelecek, hem geldiğinde artık çok daha iyi olacak her şey.
Biz onun bir an evvel iyi olması için dua edelim” bir anne olarak görevini
yapıyordu Meliha Hanım.
Kendisi, oğlunun ardından bir ateşin ortasında
yansa da, dağılmış olan evlatlarını toparlamaya çalışıyordu. Fakat bıraksalar
içinde ki bu koca yangın ile bu malikâneyi yakıp, kül edebilirdi. Ama o bir
anneydi. Hem de doğurma özelliği bahşedilmemiş bir anne olarak, önce
evlatlarını ayağa kaldırıyordu.
_
Aradan birkaç gün geçmişti. Malikâne duvarlarına
sinen bir yas havası vardı. Her oda sessiz, her oda boştu sanki. Kimse
konuşmuyor, uyumuyor, yemek bile yemiyordu. Akşam yemeği için hazırlanan masaya
sadece bu bir gelenek olduğu için oturuluyordu.
Erkekler şirket ile ilgilenmek zorunda oldukları
için evden ayrılsa da, kızlar bu zaman içinde restorana hiç gitmemişlerdi.
Arslan çifti gece geç saatlere kadar malikânede kalsa da, sonra yine otel
odalarına dönmüşlerdi. Beren ise o günün ardından daha da kötüleşen bileği,
Selin’ in yardımı ile geçen bu birkaç günün ardından çok daha iyi hale
gelmişti.
Aradan geçen bu birkaç günün ardından sancılar
içinde kıvransalar da nihayet bekledikleri telefon bugün gelmişti. Doktor Ahmet,
her şeyden tam anlamı ile emin olmak için beklemiş ve tüm testler
tamamlandıktan sonra aileyi artık durumdan haberdar etmek için Mehmet Beyi
aramıştı.
Mehmet Bey çalan telefonun eli titreyerek açmıştı.
Daha sonra Ahmet Beyi konuşmak için malikâneye davet etmişti. Güneş veda
etmişti artık gökyüzüne. Aralık ayının getirisi ile tüm şehir artık kar yağışı
altındaydı. Hiçbir kar tanesinin acelesi olmadan düşüyor ve yeryüzünde kendine
yer ediniyordu.
Şehri bile esir alan bir sessizlik vardı. Sesleri
içine hapseden kar taneleri bile farkındaydı belki de. Birazdan Doktor Ahmet’
in ağzından dökülecek olan sözlerin. Belki de bu yüzdendi her birinin gökyüzüne
olan hüzünlü vedası…
Aile bireyleri eksiksiz olarak malikâne çatısı
altına toplanmış ve Doktorun gelmesini bekliyorlardı. Onu son görmelerinin
ardından birkaç gün geçmişti. Onun dudaklarından dökülecek olan şeylerden dolayı
her birinin ödü kopuyordu.
Doktor Ahmet’ i malikeneye ulaştıran araba nihayet
amacına ulaşmıştı. Ahmet Bey yol boyunca aklında, aileye karşı söyleyeceği
sözleri toparlamıştı. Aklına birbirinin arkasına sıralanan şeyleri, aileye
öylece nasıl söyleyebilirdi?
Arabadan inen Doktor Bey, malikâneye yaklaşıp zile
uzanmıştı. Hala da aklında, doğru kelimelerin hazırlığı vardı. Zile uzana eli
bile titriyordu, gerginlikten. Bu birkaç gün içinde yaşadığı şeyler ona bile
fazla gelip, etkisi altına alırken, bu merakla korku ile haber bekleyen aileye
karşılık nasıl söyleyebilirdi?
Uzun zamandır bu anı bekleyen aile bireyleri, gelen
misafirlerini kapı uzun bekletmeden kapıyı ona açmıştı. Onu karşılayan Egemen
olmuştu. Ahmet Beyi içeri buyur eden Egemen, ona geçmesi için alan açmıştı.
Girişte bu kez Mehmet Bey ile karşılaştı, Doktor Bey.
Gözlerine baktığı bu adamın yıllar süren bir dostlu
vardı. Onu bir tek böyle yıkık, böyle güçsüz ve acınasına haline Ares’ in sebep
olduğunu biliyordu. On yıl öncede onun bu hallerine çok kez şahit olmuştu
Doktor Bey. Bu yüzden durumu hiçte garipsemedi.
“Mehmet istersen, yalnız görüşelim” söyleyeceği
şeyler ağırdı. Doktor Bey önem almak istiyordu. Ancak onun bu sözünün ardından
dostunu iyi tanıyan Mehmet Bey, hiçte hoş şeyler söylemeyeceğinden emin olmuştu
artık.
“Benim nefes almaya bile mecalim yok. Kimseye
açıklama yapamam, herkes aynı anda duysun. O enkaz her birlikte üzerimize
çöksün” kan kusan bir adamın sözleriydi bunlar. Oğlunun şu kapından içeri
gireceğini umut eden Mehmet Bey, tek gelen dostundan sonra yıkılmış gibi
hissediyordu.
Egemen, Doktor Bey ve Mehmet Bey ile salona
girdiğinde, aile bireyleri saklamadan, gizlemeden gergin halleri ile bakıyordu,
karşılarına oturan Doktora. Doktor Bey ona bakan gözler arasında; Bir anne, bir
baba, kardeşler ve sevgilisinin haberini almak için yanıp tutşan bir genç kız
görüyordu.
Hepsinin ne halde olduğu, nasıl eriyip, bittikleri
gün gibi ortadaydı. Sözleri onları ne hale koyacaktı kim bilir? Bu birkaç gün
içinde yaşadığı, öğrendiği şeylerden sonra kendi bile büyük bir sarsıntı
yaşamıştı. Şimdi bunu nasıl dile getirecekti?
“Ares, neden sizinle gelmedi?” gözyaşları her an
düşmek için göz kenarlarına yuva yapmış olan genç kıza baktı. Kuru bir boğaz
yutkunduğunda, canı yandı Doktor Beyin.
“Sözlerim bitene kadar lütfen bölmeden dinleyin.
Henüz nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum bile” gözlerine baktı bu
aile, sessizliğe yemin etmiş gibi bakıyordu her biri.
“Şunu bilin ki, bunları sizlere söylemek benim
içinde gerçekten çok zor. Ne kadar üzgün olduğumu bilmenizi istiyorum” derin
bir nefes alan Doktor Bey, gözleri yeri süsleyen halının üzerine indirdi.
Oturduğu koltukta öne gelerek, ellerini birleştirdi.
“Sanırım önce başlamaya önce nasıl uyandığından
bahsetmeliyim. Eski eve vardığımızda, ilk olarak olarak elindeki yaraya
müdahale ettim. Sonra birkaç torba kan takviyesinin ardından uyandı” sesi
titremeye başladığında, sanki odada tekti ve tek başına konuşuyordu. Ses
çıkarmayan aile bireyleri nefes almayı bile bırakmış gibiydi.
“Ben böyle bir şey ile karşılaşacağımı hiç
düşünmemiştim, hem de elinde ki o derin yaraya rağmen. Yanındaydım, bir şeyler
sayıklıyordu ama anlaşılmıyordu. Sonra bir anda gözleri açtı, benimle göz göze
geldiğinde birkaç saniye öyle kaldı, ama sonra-” elleri ayrılmış ve eklemlerini
ovuşturmaya başladı. Sözlerinden dolayı kendi canı da yanıyordu. Genç bir
adamın hayatının bu laneti nasıl olur da bitmezdi? Buna yanıyor ve kahroluyordu
Doktor Bey.
“Bana on yıl önce de öyle bakıyordu. Yataktan
hışımla doğrulduğunda, kolundaki iğneyi koparır gibi çıkardı. Dengesiz
adımlarla, etrafa saldırmaya başladığında, ben, ben on yıl önceyi yaşıyordum
sanki” gözyaşları düştüğünde, kimse bunu fark edemeden kendi düşen gözyaşları
için yanıyordu.
“Çırpınıp, elimizden kurtulmaya çalışıyordu. Sanki
gücü kalmış gibi direniyordu. Korkuyordu, titriyordu. Sözlerini duyduğumda,
sandım ki dünya başıma yıkıldı” elleri ile yanaklarını kuruladığında, gerçekten
bunları söylemeli mi, emin değildi.
“O bu on yılı hiç yaşamamıştı sanki. O fabrikadan
kurtulalı, birkaç gün önceki Ares gibiydi. Öyle zannediyordu. Annesinin bir
mezara ihtiyacı olduğunu söyledi. İntikam alması gerektiğini ve sonra onunda
artık ölmesi gerektiğini haykırıp, duruyordu” durup, biraz nefeslendiğinde,
başını kaldırıp, karşısındaki manzaraya bakmaya cesareti yoktu.
“Aklı kaybettiğini düşündüm önce, ben bunu
beklemiyordum. Yemin ederim öyle çok korktum ki… Onu hemşirenin yaptığı
sakinleştirici iğne durdurabildi sadece. Onun düzelmiş hayatı normale dönmüştür,
diyorum bu on yıl içinde ama bu çok başka bir şeydi.
Kendini hala on yıl öncede sanıyor, bilinci artık
iflas etmiş gibi ona oyun oynuyor. Onu ele geçirmiş gibi onu istediği şeye
inandırıyor” son akan göz yaşını silip, burnu çekti Doktor Bey. Gözlerinin
canlanan görüntüleri teker teker kovuyordu.
“Biz Ares’ i bulduğumuzda ölü bir bedendi. Kalbi
atan ve nefes alan bir ölüydü. Sanki bedenindeki tüm kanı kaybetmişti, öyle çok
derin yarası vardı ki… On altı yaşında bir çocuk bunu nasıl kaldırabildi
bilmiyorum. Ben onu hayata döndürebileceğimden bile emin değildim.
Yaşayacağına pekte ihtimal vermeden, onu
iyileştirmeye çalışıyordum. Yaptığım bu şey imkânsız gibiydi. Elimden gelen her
şeyi yaptım. Onu uyandırabilmek için gecemi gündüzüme eş ettim. Sonunda
uyandığında, o uzun ve meşakkatli tedavi süreci başlamıştı bizim için.
Hangimiz unutabilir ki olanları. Onun nasıl ayağa kalkabildiğine,
haykırışlarına, acılar için kıvranmasına hep birlikte şahit olduk” bu ailenin
eline kaç kez bulaşmıştı Ares’ in kanları. Kaç krizine şahit olmuştu.
Kaç kez kâbusunda attığı çığlıkları dinlemişti.
Kriz geçirdiği sıra kaç kez iğneleri yetiştirip, durdurabilmişlerdi. Her
birinin gözleri önündeydi. Nasıl başa çıkmışlardı o zamanlar ile şimdi bile
düşündükçe nefes alamıyorlardı sanki.
“Biliyorum ki o zamanlar çaresizce onu durdurmak,
sakinleştirmek için çok çabaladık. Onu durduran tek şey elindeki bu yara oldu.
Kurtulduğuna ikna edebilmek için elindeki bu yarayı tazelemesi gerekti ve biz o
an buna müsaade etmek zorundaydık.
Buna ihtiyacı vardı. Ares akli dengesini kaybetmek
üzereyken, bunu yaparak kurtulduğunun gerçek olduğuna inandı” gözleri her
birinin yüzünde gezinirken, onların dehşetine baktı. Her birinin ifadesi ayrı
bir keder, ayrı bir acıydı.
“Ama on yılda bazı şeyler değişmeliydi. O yarayı
koca on yılın ardından nasıl olur da hala tazeler. Yaşadığı hayata karışmıyor ve
üzerinde hiçbir baskı olmadan yaşamasına müsaade ediyorsunuz, bunu
anlayabiliyorum. Ama bunun bu kadar da olması ona ne kadar zarar verdiğinden
hiçbir haberiniz yok” sözlerini tane tane kurup, onları şuan yaşadığı
duyguların içinde anlamasını umuyordu.
“Ares aslında on yıldır size rol yapıyor.
Yanınızdayken, tüm acısının, tüm üzüntülerinin üzerine örtüp, ona sunuduğunuz
hayatı yaşamış sadece. On altı yaşında bir çocuktu o, onun annesini katlettiler,
hem de gözlerinin önünde. Bu kaybın acısını dahi yaşayamadı.
Odaklandığı, inandığı yeminleri, almak istediği
intikamı vardı gözlerinin önünde. Tüm o zamanlara şahit olan sizler için artık
hep dik durmaya, sizi iyi olduğuna inandırmak istemiş. İçinde koca bir yara
taşırken, sizler gözlerinizin önündeki yaraları iyileşiyor diye
sevinmişsiniz”kuru boğazı ile yeniden yutkunan Doktor Ahmet Bey, yeniden bir
acının ortasında kalmıştı.
“Her gün biraz daha iyileştiğini sanarken, aslında
tüm acısını sırtında biriktirip, kendine bu malikâne kadar yük yapmış. Hiçbir
zaman rahat nefes alamamış, hiçbir zaman o fabrikadan kurtulamamış. Öyle ki her
krizi, onun bedenin de bir volkan etkisi gibi ulaştığı her yeri eritmiş. Sık
sık krizler geçirdiği için günden güne, bedeni güçsüzleşti. Geceleri
uyuyamadığı için her defasında dozu yüksek ilaçlar kullanmaya başlamış.
En kötüsü de, kriz anlarında gerçekleşiyor. Eğer
iğnelere zamanında yetişemezse; kendini o fabrikada sanıyor ve kurtulmak için
tüm gücü ile çırpınıyor. Bu olanlardan hiçbirinizin haberi yoktu belki çünkü
bunun böyle olmasını Ares istiyor. Kendi dünyasında her şeyi apaçık yaşarken,
siz onun gülen yüzüne bakıyorsunuz. Onun için yaptıklarınıza karşılık olarak
size iyi olduğunu gösterip, sizi mutlu etmek istiyor” karşısında olan gözlerden
gözlerini ayırdı, Doktor Ahmet Bey. Daha fazla o gözlerde ki acıya tanık olmak
istemiyordu.
“Ares acılarını hiç tüketmiyor, hiçbir şeyi dışa
vurmuyor. Hangi gün onun bağıra çağıra ağladığına şahit oldunuz. Ben on altı
yaşındaki Ares’ in bile böyle bir anında şahit olmadım, hem de hiç. Hâlbuki o
annesini kaybetmiş bir çocuk, bunu nasıl olur da içinde tutmayı başarır, bunu
nasıl kaldırır?
Böyle bir ağlamanın bile onu ne kadar
rahatlatacağından haberiniz var mı? Yaşadığı onca ağır şeyden sonra tamamen
toparlanabilmiş olabildiğine nasıl inanabildiniz? Tüm bu söylediklerimden
anlamanız gereken şu ki; Ares hiçbir zaman toparlanamamış, beden olarak
yanınızda ama beyninde hala fabrikada yaşıyor.
Ares’ in sizden uzak kalması ve kendi isteği ile
ayağa kalması gerekiyor. Bu şekilde devam ederse; üzgünüm ama birkaç sene sonra
artık onu tamamen kaybetmiş olabilirsiniz. Onun sizden uzaklaşması gerekiyor
çünkü dik durmak, iyi olduğunu göstermek istediği kimse olmamalı.
Ne kadar üzülmek istiyorsa, ne kadar acı çekiyorsa,
bunları gün yüzüne çıkarıp, kendi isteği ile aşmalı. Bir nedeni olmalı ama bu
neden kendi hayatını yaşamak için olmalı. Kendini dinlemeli ve ne istediğine
karar vermeli. Tüm bunları dün psikolog arkadaşlarımla oturup, uzun uzun konuştuk.
Bu kararı onlarla birlikte aldık.
Bu tedavi ne kadar sürer bilmiyorum, onu görmemeniz
sizi fazlası ile etkileyecek ondan eminim. Ama inanın bana, beni görmesi bile
onu etkileyebilir diye gözünün önünde olmuyorum. Hatta odasına şuan için sadece
hemşireler giriyor.
Sadece sizden her şey normale dönene kadar onu
sabırla beklemenizi rica ediyorum. Lütfen hiçbiriniz onunla görüşmek bir
niyetle o eve gelmeyin. Çünkü bu tedavinin bozulmasına neden olur” bu Doktorun
ağzından neler dökülmüştü öyle, neler neler söylemişti…
“Benim tekrar Ares’ in yanına dönmem gerek. Onun
nasıl olduğunu merak ediyor ve belki görmek istiyorsunuz ama yanında kimse
olmadan yaşamaya çalışmalı. Şuan durumu iyi, bedeni bitkin olduğu için uzun
süreli uyuyor ama birkaç güne daha iyi olacak. O güçlü bir çocuk kısa zamanda
tekrar bir araya geleceğinizden eminim” ayakladığında, bir enkaza bakıyor
gibiydi. Herkes kendi dünyasına gömülmüş, kendi acının ortasında
yuvarlanıyordu.
“Sizi yolcu edeyim” şaşılacak şeydi aslında.
Konuşmaya da, ayağa kalkmaya da, gücü kalmıştı Nilay’ ın. Salondan ayrıldılar
her ikisi de. Kelimeler bir kılıç görevi görebilir miydi? Duydukları ile kan
kaybedebilir miydi bir insan? Kurduğu cümleler ile koca on yılı çöpe atabilir
miydi?
Acı hayatınızda hiç başköşeye oturdu mu? Atılmayan,
satılmayan acılar bedeninizi kemirdi mi hiç? Yaşadıkları bu on yılın içi boş
bir balondan ne farkı vardı. Bir iğne ile patlayıp, yok olmuştu sanki. Onun
gülümsemesi, ara sıra dâhil olduğu o eğlenceli sohbetler, bir hayal gibiydi şimdi.
Keyifli sohbetlere, iştahlı akşam yemeklerine şahit
olan bu salon, neler duymuştu biraz evvel. Koltuklar, perdeler, halılar sessiz
çığlıklarla ağlaşıyordu sanki. Bu salon böyle bir güne tanık olacağını hiç
düşünebilir miydi?
Tek bir kan damlası ile kirlenmeden, kan kaybedebilir
miydi insanoğlu? Ares hiçbir zaman toparlanamadı nasıl bir sözdü? Her biri kör
mü olmuştu, bunca yıl nasıl kimse bir şey fark etmezdi. Hiç mi bir şey
başaramamışlardı?
Doktor Ahmet bir bomba bırakıp, kaçmıştı sanki. Bu
koca malikâne şimdi yerle bir olmuştu. Onun heybetinden geriye kalan koca bir
toz bulutuydu. Göz gözü görmüyordu. Her bireyin kulağında sağı eden bir uğultu
vardı.
O parlak güneş yarın sabah doğmasa, dünya durmak
istese, dünyanın tüm aydınlığını göremese; Beren için ne fark ederdi şimdi?
Karanlığın en kuytu yerine canın can gömülmüştü, Beren’ e neydi, akrep
yelkovanı kovalamıyorsa?
Süresinin dolmasını bekleyen adam, ölüme bu kadar
yaklaşmışken, kendi için ayağa kalkmayı ister miydi? Yaşama dönmek ister miydi?
Bedeninde derman kalmıdı mı o kadar, güçü var mıydı? Bedeninde, ruhunda hala
can var mıydı ki?
“Mehmet biz ne yaptık?” bir annenin feryadı
yükseldi semaya doğru. Düşen kar taneleri şahit tutuldu o geceye.
“Biz bunu evladımıza nasıl yaptık Mehmet. Nasıl
görmedik, nasıl duymadık onun yardım çığlıklarını? Kör müyüz biz, ne zaman
sağır olduk?” çocukluk arkadaşı olan Nermin’ in emaneti, öz bir evlat kadar
benimsediği Ares’ e olanları duyduktan
sonra aklını bile kaybedeceğini hissetti Meliha Hanım.
“Bizim ne farkımız kaldı şimdi. Oğlum annesinin
çığlıklarından uyuyamıyorsa, kendini hala o fabrika arasında hissediyorsa,
rahat uyuduğum her gece” ellerini yüzüne örtüp, koca evde duyuldu
hıçkırıkları. Herkes kendi acısı içindeydi. Herkes kendi kaybettiğine
yanıyordu.
Kimi evladını kaybetmişti, kimileri kardeşini, kimi
ise hayatının her anını onunla paylaşmak istediği sevgilisini…
Amaaaa 😶😔😭😢
YanıtlaSil😭😢😢😟
YanıtlaSil