Ana içeriğe atla

Karanlığın Efendisi - 30. Bölüm

 

Ölümden başka ne gerçek vardı bu dünyada? Ya da hangi gerçek ölüm kadar çaresizlikti. Ölüm yok olmaktı. Hiç var olmamış gibi, sanki dünyaya daha önce hiç uğramamış gibi. Gülüşleriniz, gözyaşlarınız sanki hiç yeryüzüne düşmemişti.

Bu gerçeğe yakın hissetti kardeşler o an. Kollarında baygın yatan kardeşleri en son on yıl önce bu haldeyken, şimdi bu yaşadıkları an için aklıselim düşünemiyor, sanki ölü bir bedene sarılıyormuş gibi korkuyla nefes alıyorlardı.

Çaresiz elleri ile onu uyandırmaya çalıştıkları bir vakit, artık onun uyanmayacağını anlamışlardı. Birlikte Ares’ i, yukarı kata taşımaya çalışan kardeşler, onun ağırlığını hissedemiyor gibiydi. Çünkü bedenlerini ele geçiren kasırga ciğerlerine vurmuştu. İnsan nefes alırken, kan kaybeder mi?

Oyun odasına ulaştıklarında, Mehmet Bey karşılatığı bu manzaraya bir dehşet sahnesine denk gelmiş gibiydi. Gökyüzünden gök taşlarının düştüğünü ve onların dünyayı paramparça ettiği gören bir adam ne hissediyorsa, Mehmet Bey’ in hisleri ona eş değerdi.

“Ne oldu Ares’e?” konuşmayı unutmamış olması bile o an mucizeydi. Bu baba, on yıl önce yeniden dirilttiği oğlunun, şuan baygın hali ile karşılaşıyordu. Aklını kaybettiğini bile düşünüyordu. Bu görüntünün gerçek olmaması için deli olmaya bile razı olurdu Mehmet Bey.

“Bir anda bayıldı. Ona ne oldu, bilmiyoruz” gözyaşlarına engel olmak için bir çaba içerisinde olan Mert, zar zor birkaç kelime kurdu. Birkaç ifade vardı Mehmet beyin o an ifadesinde. Öfke, hüzün, korku, oğlunun odadan çıkarılışına, öylece bakıyor ancak elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Odaya çıkarmışlardı Ares’ i, kızların onu bu halde görmemesi ve doktorun iyi bir muayene edebilmesi için buranın daha uygun olduğunu düşündüler. Yatağa bıraktıkları, Ares’ e, dolu gözlerle bakarken, korkudan gözyaşlarına hâkim olamayan da vardı.

“Ahmet Bey birazdan burada olur” odaya giren Can, yatakta yatan bedenden gözlerini ayırmadan söylemişti. O an ki ruh hali ile Egemen, Anıl ve Cenk’ e döndü.

“Siz ikiniz, benimle gelin” sert bir ifade ile dile getirdiği için ikisinin de, itiraz etmek gibi bir düşüncesi yoktu. Başı ile onaylayarak, kardeşinin ardından odadan çıktı ikisi de. Kapının önün çıkan kardeşler, öylece birbirlerine bakarken, Egemen konuşmaya başladı.

“Sizi buraya neden çağırdığımı eminim biliyorsunuz. Biriniz, kardeşini suçluyor, diğeri yaptığı hata tek başına sırtlanıyor. Biz ne ara birbirimizin hatasını böyle yüzüne vurur olduk. Birbirimizi yargılamaya, ne zaman başladık” gözleri her iki kardeşinin arasında mekik dokuyordu.

“Biz hangi yanlışın bedelini tek başımıza ödedik. Ne ara birbirimizi sorgulamaya başladık, oğlum biz. İçeride baygın yatan adam, bizim için bu halde biliyorsunuz değil mi? Sadece Anıl’ ın yaptığı şey yüzünden değil, biz acaba onun yanında iyi bir hayata sahip miyiz, bunu kendine dert yapıyor.

Bizim için yapmadığı hiçbir şey yok. Tek yaptığı bu aile için çalışıp, çabalamak. Mutlu muyuz, rahat mıyız, huzurlu muyuz, onun yanında olmak istiyor muyuz? Tek düşündüğü bunlar. Bizim sahip olduğumuz şey yalnızca birbirimizi. Eğer bir daha böyle bir durum yaşanırsa, bedelini de birlikte ödersiniz. Şimdi Ares kendine gelene kadar odalarınıza geçin” katı bir ifade, soğuk bir ses tonu ile söylerken, onların kendilerine gelmesini umuyordu Egemen.

Her iki kardeşte onun haklı olduğunu bilerek, onu başları ile onaylayıp, odalarına çekilmişlerdi. Res’ in odasına giren Egemen, Mehmet Beyin Ares’ in yanında boşluğa oturup, onun saçlarını okşadığını gördü.

On yıl öncesini yaşıyordu sanki Mehmet Bey. Ares’ in bedenindeki tüm yara izlerinin henüz taze, krizleri saat başı tekrar ediyor ve gözlerini açtığında, ellerinden kurtulmak için çırpınıyordu sanki. Yeniden mi bunları yaşayacaklardı, sakinleştirici iğneler, sabit dursun diye, onun bedenin yatağa bağlamalar…

Gözyaşları yanaklarını ıslattı Mehmet Beyin, dualar dilinden hiç düşmeden oğlunun saçlarını okşuyordu. İçini daraltan bir ağırlık vardı ki; bir an aklını da esir almıştı. Ayağa kalktığında, odada olan diğerlerine, derin bir öfke ile baktı. Olanlardan onları sorumlu tutuyordu.

Anıl’ ın ona yaptığını kaldıramamıştı Ares. Dünyasına kabul ettiği kardeşlerinden böyle bir şeyi hiç beklemediği için bedenine ağır gelmişti. Tüm bu olanlar onlar yüzünden diye baktı Mehmet Bey. Oğluna iyi baksın diye yanına getirdiği bu gençlere, zamanın en azılı eli kanlı Mehmet Arslanı olarak baktı.

 “Ben size onu emanet ettim. Onunla birlikte siz de evladım dedim. Bunca adam varken, ben onun yanında olsun diye sizi seçtim. Onun bu halde olm-“ onun şiddetle çınlayan sesini, Ares’ in öksürükleri bölmüştü.

“Kova, kova” öksürüklerinin arasından kelimeler zar zor duyuluyordu. Gözlerini aralamadan, kendinde olmadan dile getiriyordu, sözlerini.

“Can, hemen banyodaki çöp kovasını getir” Mert’ in sözlerini duyan Can, bir şimşek hızlı ile banyoya koşarken, diğerleri de Ares’ in yanına ilerlemişti. Yüreği oğlunun haline parçalanan bir baba feryadı duyuldu o an odada.

“Ares ne olur aslanım, kendine gel. Aç gözlerini Ares, korkutma babanı oğlum” onu duyamayan, onu hissedemeyen oğluna yalvaran bu babanın çaresizliğine bakıp, kaç gözyaşı süzüldü, kardeşlerin gözlerinden.

Yanlarına yetişen Can, çöp kovasını Ares’ in yanına getirdi. Öksürükleri bir an olsun kesilmeyen Ares, sevgilisi ile yaptığı yarım yamala sabah kahvaltısının ardından tek lokma yememişti. Midesinde bulunan bir miktar sıvıyı çöp kovasına eğilerek dışarı çıkardı.

Vücut ısısı her geçen saniye düşüyor ve bedenini sarsan bir titreme baş göstermişti. Bilinci yerinde değildi, o an sol avuç içinde yarasından akan kan ise yatağını boyna kirletirken, kimse teleştan bunu görmüyordu. Kova ile işleri bittiğinde, banyoya bıraktı, onu Mert. Mehmet Bey artık Doktorun gecikmesinin ardından telaşa kapılmıştı.

“Doktor nerede kaldı, Can?” öfke ile gök gürültüsünü andıran bir ses ile doldu odaya.

“Birazdan burada olur Mehmet amca, gelmesi yakındır” onun gözleri kardeşinin üzerindeydi. Dili ağzının için içinde bir yerlere takılıyordu sanki. Aradan geçen biraz zaman sonra telefonun zil sesini duyan CAn, doktorun geldiğini anlayarak, aşağı kata inmişti.

Onun odadan ayrılmasının ardından her biri gözlerini Ares’ in üzerinden ayırmıyordu. Sadece Mehmet Bey değil, diğerleri de on yıl öncesini yaşıyor gibi hissediyordu. Sanki gözlerini onun üzerinden ayırırlarsa, o yatak o an boş kalacaktı.

“Lütfen bu sadece ufak bir bayılma olsun. Lütfen on yıl öncesine döndürme bizi” ellerini oğlunun yumuşak saçlarında gezinirken, yavaş yavaş gözyaşları da, duasına eşlik ediyordu. Her şeye sahip olan bir adamın çaresizliği, belki de hiçbir şeye sahip olmayan bir adama göre daha ağırdı.

Elinde birçok imkânı vardı. Elde edemeyeceği, sahip olamayacağı şey yoktu. Kudretli ve saygı gören yüksek mertebeli bir adamdı. Ancak oğlunun ufacık bile olsa, gözlerini aralamaya kudreti yoktu. Bir vazo kırıldığında onu yapıştırıcı ile tamir etmek mümkün olabilir. Ya, elinden bir daha düşerse, yeniden aynı yapıştırıcı ile artık eskisinden bile daha küçük parçalara ayrılmış olan vazo, tamir edilir mi?

Can, Doktor Ahmet’ i karşılamış ve ikili yukarı kata ulaşıp, odaya girmişti. Doktor Ahmet, Mehmet Beyin kadim dostu ve fazlası ile güvendiği bir adamdı. İşini büyük bir titizlikle yapıyor ve bu konuda oldukça başarılı biriydi.

On yıl önce ölmüş bir bedenden hiçbir farkı kalmamış olan oğlunu, bu doktora emanet etmişti. Ahmet Bey Ares ‘ in o halini normal bir insana dönüştürerek büyük bir mucize başarmıştı. Yaklaşık olarak iki sene gibi bir zamanda Ares yatağından, ayaklanabilmişti.

“Ne oldu ona?” yatakta yatan bedene doğru yaklaştığında, gözleri meraktan, onun tüm bedeninde geziniyordu. Elinde getirdiği çantası ise yatağın boş olan kısmında duruyordu.

“Bir anda bayıldı” Egemen’ in yorgun çıkan sesinin ardından Doktor Bey çoktan Ares’ i muayene edebilmek için çantasını çıkarmıştı. Muayene için ihtiyacı olanları eline alıp, onun neyi olduğunu anlamaya koyuldu.

Elinde tuttuğu ucu ışıklı olan kalemi onun gözlerine tutup, ışığa olan duyarlılığına bakmaya başlamıştı. İşine odaklanıp onun muayene ederken, o an yatağı kaplayan kırmızı lekeyi o an fark eden tek kişiydi. Zira diğerleri onun bu durumuna alışkın olup, bayılmış olan Ares’ in yanına elinin kanaması çokta önemli gelmemişti. Ayılmasına odaklanmış olan aile bireyleri, her zaman tazelenen bu yaranın ona bir etkisi olmadığını düşünüyordu.

Bu kırmızı sebebi bulmaya çalışan Doktor Bey, sonunda onun elini avucunun içine alıp, elindedki koca yaraya baktı. Hani bir anda önüne çıkan şeyin ne olduğunu anlamadan korkar, öylece kalı ya bir insan; Doktor beyde, bu yaraya öyle bakıyordu. Korku dolu ve anlamayan aklı ile…

“Bu yarada ne?” kelimeler bir fısıltı gibi olsa da, bir çığ gibi büyüyordu odada. Onun için şaşılacak bir durumken, bunda son derece haklıydı.

“O yarayı, hatırlıyorsan on yıl önce de yapıyordu” baygın oğlunun durumuna kahrolan Mehmet Beyin sözleri normal bir şeyden bahseder gibiyken, Doktor Beyin ifadesi öfkeye dönüşmeye başlamıştı. On yıl önceki yaranın hala nasıl taze alıp, kan akıttığına o an gerçekten anlayamadı.

“Yani sen diyorsun ki; bu yara on yıl önce açılan ve hala böyle tazeyken, kan kaybeden bir yara. Neden iyileşmedi bu yara Mehmet? Nasıl bu yara bu halde olabilir?” yataktan kalkan Ahmet bey, karşısında yıkılmış gibi enkaz gibi duran Mehmet Beye yaklaştı.

“Bu yarayı taze tutan, Ares mi yoksa?” ses tonun yüksekti zira on yıl öncesine ait olan bir yaranında Ares bedeninde hala neden var olduğunun hesabını soruyordu.

“Onun doktoru ile görüşmeliyim. Kullandığı ilaçları, izledikleri tedaviyi öğrenmeliyim” tekrar Ares’ in yanına ilerlediğinde, kardeşler sessizce birbirleri ile göz göze gelmişti. Doktor bey yeniden Mehmet Beyin bir fısıltı gibi kulaklarına ulaşan sesini duydu.

“Ares bir doktor ile en son seninle görüştü. Bu da on yıl önceydi işte. Bir onun elinde ki yaraya bile bakamıyoruz” on yıl önce ölü bir adamı diriltip, babasına teslim etmiş olan Ahmet Beyin öfkesi daha da büyüdü. İnanamaz gözlerle baktı kadim dostuna. Hatta o an yüzüne bile tükürmek üzereydi.

“Sen ne biçim bir babasın Mehmet, nasıl bu kadar ihmalkâr olabilirsin?” iki elini yana açarken, tüm odada onun öfkesi kol geziyordu. Karşısındaki babanın ne halde olduğu umurunda bile değildi.

“Biz, bir ölüyü yeniden dirilttik Mehmet. Ondan sonraki hayatını nasıl sadece iki senelik tedavi ile geçirebilir bu adam?” hayretler içinde olan bu adam ona büyük bir şaka yapıldığını bile düşünmeye başlamıştı. Nasıl mümkün olabileceğine inanmayan aklı, çalışmayı bile bırakmıştı sanki.

“Kriz geçiriyor mu?” sorusunu sorduğunda gözleri, yatağında öylece yatan Ares’ in üzerinde geziniyordu.

“Evet” göz kapakları bir örtü gibi indi gözlerinin üzerine. Öfke yerine acıyan bir yerleri vardı sanki. Karşısındaki bu gencin yaşadığı bu on yılı o an yavaş yavaş doğru bir tahminle öğreniyor gibiydi.

“Sakinleştici ilaçları almaya devam ediyor mu?” elindeki yarayı incelediği sıra akan kanı durdurmak için bir çabaya girmişti.

“Evet, sanırım uyku ilaçları da kullanıyor” Egemen yanıtladı onu. Mehmet Bey artık konuşmak için dışarıya sesini ulaştıramayacak kadar yorgun düşmüştü. Şuan bu arkadaşı ile yine Ares için aynı ortamda olmaktan nefret etmişti. Sanki gerçekten bir zaman makinesi ile on yıl önceye dönmüşlerdi.

Kanını durdurmak adına rahat çalışmak için Ares’ in gömleğinin kol düğmesini açıp, yukarı sıyırdığı sıra gözlerine ilişen şey bir tokat daha yemiş gibiydi.

“Sakinleştiriciyi damardan mı alıyor?” artık şaşırıyor ve öfkelenmiyordu sadece o an aklında olan bu genç adamı nasıl yeniden ayağa kaldıracağına dair aklında bir plan yapıyordu.

“Gerçekten tüm bunlar bir şaka gibi. Durumun ne kadar ciddi olduğunun kimse farkında değil mi? Kimse onu durdurmak istemedi mi? Halini görmüyor musunuz siz?” Ares’ in elindeki yarayı sardığında, kan durmuş muydu, o kadar emin olamadı. Onun yanından uzaklaştığında, aklını toplamaya çalışıyordu.

“Ne yapacağız Ahmet, oğluma ne olacak şimdi?” o an onun derdine şimdi düştün dememek için dilini ısırdı Ahmet Bey. Onun oğlu için ne kadar uğraşıp, ne kadar çabaladığını biliyor hatta bizzat şahit olmuştu. O biliyordu ki; Ares’ in üzerine gidip, bunaltmamak, başında olup işine karışmamak için karısı ile İspanya’ da bir hayat kurmuştu kendine.

“Bu şekilde bir eşey söylemek imkânsız. Nesi olduğunu anlamak için tam anlamı ile muayene edip, testler yapmalıyım. Mehmet, Ares için hazırlattığın o oda hala duruyor mu?” bir küfür, en ufak hakaret içermeyen bu sözler, bir insana ne kadar da ağır gelebilirdi? Bu sözleri bir baba nasıl karşılamalıydı. Nasıl ayakta olmak için hala bir neden bulmalıydı. O evi yakmamak için ne büyük bir savaş vermişti Mehmet Bey içinde, şimdi ise o eve geri dönmek ne demekti. Dostunu başı ile onayladı.

“Pekâlâ, Ares’ in bir süre orada gözetim altında tutmalıyım. Yani anlayacağınız, on yıl önceye dönüyoruz” şuan odada bulanan kardeşler bu sözleri duymak yerine kulaklarının sağır olmasını dilerdi. Ares’ in bu kadar kötü bir halde olduğunu nasıl olur da fark edememişlerdi? Gözleri mi kördü yoksa kulaklarımı sağırdı, hâlbuki onunla yedi yirmi dört beraber değiller miydi? Aslında tek sorun Ares’ in her şeyi içinde yaşaması ve ailesine karşı her daim dik durması…

“Doktor Bey, burada, bizim yanımızda yapsanız, burada da bir oda hazırlasak?” Mert, sesi titreyerek, umutla sorduğu soruyu önce başı ile reddetti Doktor Bey.

“Maalesef oğlum, Ares’ in belli ki psikolojik sorunları da var. Bununla birlikte daha birçok test sonucuna da ihtiyacım var. Anladığım kadar ile on yıl öncede takılıp kalmış. Belki de o zamanlar uyguladığımız her ne varsa bunlara yeniden ihtiyaç duyacağız” artık daha fazla duymak istemedi Mehmet Bey, daha fazla ne kadar yıkılabilirdi bir beden?

“Egemen, Anıl’ a söyle; birkaç adam ile eski eve gidip, hazırlasın” Mehmet Beyin sözlerinin ardından savsak adımlarla odadan ayrıldı Egemen. Kapının önüne ulaştığında, olduğu yere çökmemek için kendini zorluyordu.

Gözlerine biriken yaşlar acısı ile yanaklarından süzüldü. İmkânı olsa bağıra çağıra da, ağlamak isterdi. Birkaç dakika önce kardeşlik dersleri verdiği kardeşlerin ne söyleyecekti? Ares aslında hala on yıl öncesinde kalmış, aslında hiç toparlanamamış, onun gözlerinin içine baka baka, yaşadıklarının içinde boğuşmasına seyirci kalmışız mı, diyecekti?

Anıl’ın odasının önüne geldiğinde, kendini toplamaya çalışsa da, yapamıyordu. Doktor haklıydı bunca insan nasıl olanlardan böyle habersiz olabilirdi? Nasıl geçmişti bu yıl, nasıl ona dikkat etmeden böyle hayatları devam ediyordu?

Derin birkç nefesin ardından eli kapıya uzandığında, yumruk yaptığı elini birkaç kez kapıya vurup daha sonra kapıyı araladı. Anıl yatağında uzanmıştı. İçeri giren Egemen’ i gördüğünde, hızla oturur konuma geldiğinde neler olduğunu anlamaya çalıştı.

“Anıl” onun gözyaşlarını gördü. Sessizce yanaklarından süzülürken, ayaklanıp, onun yanına ulaştı. Korku ilişti göz harelerine. Bu sert adamı, neyin bu hale koyduğunu anlayamadı.

“Egemen, bu halin ne, neler oluyor?” meraktan soruyor ama yanıttan da korkuyordu. Belki o an aklında hiç Ares ile ilgili olacağı gelmiyordu.

“Benimle Cenk’ in odasına gel” odadan ayrılan kardeşini öylece takip etti. Onun konuşmak için Cenk’ in yanına ulaşmayı beklediğinin farkında olarak, ona uyum sağlıyordu. Nihayet Cenk’ in odasına ulaşan iki kardeş vakit kaybetmeden içeri girmişti. Anıl ile aynı duruma düştü Cenk’ te. Kardeşlerinin neden geldiğini, Egemen’ e ne olduğunu anlamaya çalışarak yaklaştı onlara.

“Hadi, Egemen söyle artık” Anıl öğrenmek için yanıp tutuşan bedeni ile dile getirdi, acelesini. Anıl ve Cenk göz göze geldiğinde, birbirleri ile kaş, göz işareti ile olanı birbirlerine soruyordu.

“Doktor Ahmet; Ares’ i eski eve götürmemiz gerektiğini söyledi” kan kusan bir adam gibi acı içinde kuruyordu, Egemen cümlelerini.

“O evde, birkaç test yapacakmış. Hatta on yıl önceye geri döneceğiz falan dedi. Aptal gibi gözlerinin içine baka baka neyi olduğunu anlamamışız. Adam elindeki yaradan anladı sadece neyi olduğunu” gözyaşları düşerken, alaylı bir gülümseme belirdi. Ailenin durumuna hem gülüyor, hem de ağlıyordu.

“Ares’ in yeniden o lanet olası günlere, geri döneceği güne kadar hiçbir şey fark etmemişiz. Öylece yüzüne bakıp, iyiyim dediğinde, inanmışız” elleri ile gözyaşlarını kuruladığı bir vakit, burnunu da çekmişti.

“Ne diyorsun Egemen sen, ne tedavisi, ne eski evi? Basit bir bayılma bu sadece” yüksek bir çıkışla söylediğinde, olanları kabullenemiyordu. Yüksek sesi odadaki eşyalar çarpıyordu.

“Anıl, önce bir sakin ol” kardeşinin şuan ki öfkesi onları daha iyi bir duruma getirmeyeceği için, Cenk onu uyarmak istedi. O sıra kapının önünde olan Can, hızla içeri girmişti.

“Evi inletiyorsun Anıl, sesinin tonunu ayarla biraz” kendi canı burnunda olan Can, o an kimseye tahammül edemez hale gelmişti.

“Ya, siz kafayı mı yediniz? Neler olduğunu anlamıyor musunuz?” Anıl, büyük bir isyanın ortasında gibi tüm korkusu ve endişe ile karşı duruyordu.

“Hadi, Anıl toparlan artık. Birkaç adamı alıp, eski evi hazırlayın” Can’ ın sözlerinin ardından karşısında olan Egemen’ in sessiz kalışına öfkelendi. Anıl iki elleri ile öfke saçan gözleri kardeşinden ayrılmazken, onun yakasından tuttu.

“Hepiniz kafayı yemişsiniz. O doktor benim kardeşimi hiçbir yere götüremez. Kimse Ares’ in bu evden ayıramaz” savaşın ortasında, yenilmesi artık apaçık olan bir ordunun sanki son direnişi gibi. Anıl o an tek kişi olarak mücadele ediyordu.

“Anıl, ne yapıyorsun, kendine gel! Herkes seni bekliyor, hadi” Can onun ellerini, Egemen’ den ayırmaya çalışıyordu.

“Yapmayın, yapmayın ya bunu. İzin vermeyelim buna. Biz o evde Ares’ i hortumla besledik lan. Kendine zarar veriyor diye adamı yatağa bağladık oğlum. Ne olur yapmayın” elleri kardeşinin yakasından düşerken, tüm gücü de elinden alınmış gibiydi. Her birinin gözleri dolarken, yanakları ıslanan da vardı.

“Ares uyandığında o evde olduğunu anlarsa, ne olur sizce? Asıl o zaman on yıl önceye dönmeyecek mi?” hangi gerçekten istiyordu ki bunu? Mecbur olmak ne zordur insanoğluna, ateşin içinde yanmaktan ne farkı vardı? Ares’ i göndermeseler daha iyi mi olacaktı sanki?

“Hadi, Anıl. Hadi, kardeşim, başka çaremiz mi var sanki? Doktor söyledi, bizde yapıyoruz. Hadi, git de, evi toparla” düz bir sesle söyledi Egemen. Eli mahkûm olan Anıl, onu başı ile onaylayarak, odadan ayrıldı.

Anıl ile bunları yaşanmışken, bunları Meliha hanıma kim, nasıl söyleyecekti? Oğlunun doğru bir şekilde iyileşemediği, o kadının gözlerine bakarak kim dile getirecekti? Anıl evden ayrılmış ve eski eve doğru ilerlemeye başlamıştı.

Mehmet Bey ve Ahmet Bey Ares’ in odasından çıkarken, Egemen’ ler de, Cenk’ lerin odasından çıkarken, karşılaşmışlardı.

“Siz Ares’ i arabaya taşıyın. Biz de diğerlerine durumu açıklayalım” Mehmet Beyin sözlerinin ardından Ares’ in odasına ilerledi, diğerleri. Mehmet Bey ise kadim dostu Ahmet Bey ile aşağı kata ulaşmıştı. Salonun kapının önüne vardıklarında, öylece durup, arkadaşının da kolundan tutup, durdurmuştu. Tereddüt eden gözleri ile arkadaşının yüzüne baktı Mehmet Bey.

“Ben olanları Meliha’ nın gözlerine bakarak söyleyemem”

“Merak etme. Durum sizin için ne kadar kötüyse benim içinde öyle. Ben ona uygun bile dil ile açıklamaya çalışacağım” ufak bir tebessüm ederek, arkadaşı kolunu tutarken, elini üzerine koyarak onu rahatlatmak istedi Ahmet Bey.

Birlikte salona girdiklerinde, olanlardan habersiz olan hanımlar koyu bir sohbet ile iyi vakit geçiriyorlardı. Salon kapısından girenleri bile fark etmedikleri için Ahmet Bey, onların dikkatini çekmek için boğazını temizlemişti.

“Sohbetinizi bölüm, sizi bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm, hanımlar. Ama bilmeniz gereken önemli bir konu var” Meliha hanım karşısında gördüğü bu adamı, o an tanımıştı. Rüya esnasında, bir an da sanki yüksek bir yerden düşer gibi sarsıldı bedeni. Onunla birlikte diğer kızlarda ayaklanırken, olanları anlamadan koltukta oturan bir tek Beren’ di.

“Neler oluyor Mehmet?” midesi bulanmaya başladığında, kelimeler ağzından tiksinç bir şeyler gibi çıkıyor ve ona daha da etkiliyordu. Gözleri kocasından ayrılmayan Meliha Hanım, başını yere eğmiş olan eşinin halinin açıklamasını anlıyordu. Gözleri dolmaya yer mi arıyordu ki?

“Sakin olun, korkulacak bir şey yok. Sade-“

“Oğullarım nerede Mehmet?” onun tek ilgisi eşinin üzerindeydi. Başı yere eğik, gözlerine bile bakamayan eşinin halini kendi ağzından duymak istiyordu. Karşısındaki bu adamın on yıl önce bir daha görmemek üzere yemin etmiş olan bu kadın, şimdi birden bire gördüğünde; midesine kramplar giriyordu.

“Bakın, söyleyeceğim şeyler pekte iyi şeyler olmayacak. Bu yüzden lütfen oturup, biraz rahatlayın” Doktor Ahmet’ in o an karşısında; hiç doğurma özelliği bahşedilmeden, bu koca malikeneye annelik yapan bir kadın vardı. Ares’ in durumunu söyleyecekti ama karşısındaki bu kadını, Ares’ i öz evladı gibi seven ve on yıl öncesini yaşamış olan bu kadını birkaç cümle ile yerle bir edecekti.

 “Ares elindeki yaradan dolayı fazla kan kaybettiği için bir baygınlık geçirmiş. Henüz ayılabilmiş değil. Kan kaybettiği için ayılması birkaç kan takviyesinden sonra mümkün olur. Bu süre zarfında benim Ares’ i gözlem altında tutabilmem için eski eve götürmem gerek. Orada daha detaylı ilgilenebilirim” konuşurken, yüzlerine baktığı hanımların ifadelerini okuyan Doktor Bey, tek seferde her şeyi bilmeleri için söylemişti.

“Eğer sen buradaysan ve açıklamayı Mehmet yerine sen yapıyorsan; durum anlattığı kadar basit değil, öyle değil mi?” gözlerine bakmaktan kaçınan kocasının halinden de zaten anlıyordu Meliha hanım.

“Tam olarak bir şey söylemek için yarın ya da diğer günü beklemeliyiz” biraz kabul etmişlik vardı ses tonunda ve bu da, kızlarında korkmasına yetmişti. Tüm bunların yanında Beren, o an salonda sessiz bir izleyici gibiydi.

Kızların salondan giren bu tanımadığı adam ile neden bu kadar gerildiğini, Meliha hanımın alelacele erkekleri sormuş olması onun için hiçbir anlama oturmuyordu. Sonra adamın ağzından Ares ile ilgili şeyler döküldüğünde, Beren adamı nefes almadan dinledi.

Ares kan kaybettiği için baygınlık geçirmişti. Ona kan takviyesi lazımdı. Doktorun gözetimi altından kalması gerek. Bir de eski eve götürülüyordu…

Sözleri tek tek kendi içinde tekrar ederken, idrak etmeye çalışıyordu sanki. Neden evden gitmesi gerektiğine bir anlam veremediği sıra neden kan kaybetmek durumunda kaldığında sorguluyordu. Ares neler yaşamıştı bugün, onu bu kadar yıpratan ne olmuştu?

“Ares nerede?” ayağa kalktığında, sert bir ifade ile sormuş ancak gram umursamamıştı.

“Diğerleri onu, arabaya götürüyorlar” Doktor Ahmet, karşısında ilk kez gördüğü kızı tanımasa da soruyu yanıtlamaktan geri durmadı. Duyduğu sözlerin ardından ne bileğini, ne de diğerlerini umursamadan koşar adım çıktı salondan.

Bileğinin sızı bile hiçbir anlam ifade etmeden Ares’ i bulmayı umuyordu. Onu götürmek için gelen bu yabancıdan nefret ederek koştu Beren.

“Onu ilk defa görüyorum Mehmet, o hanım kız kimdi?” belki genç kızı Ares’ i soruyor ve ardından koşarak onun ardından gidiyor oluşu ile bir şeyleri anlamıştı ancak duymanın keyfine varıp, az önce on yıl önceyi hala yaşayan genç adamın bir şeylere tutunduğunu öğrenmek istiyordu.

“O kız, Ares’ in dünya üzerinde cenneti…”


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlığın Efendisi - Final

  Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. “Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden edemiyorlardı. “Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında, adımları tezgaha doğru ilerlemişti. “Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu. “Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında, Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor sayılacak bir saatte hemen ardından ...

Karanlığın Efendisi - 65. Bölüm

  Saat epeyce ilerlemiş ve Ares’ in uyanmasının ardından üç kafadar çat pat hazırladıkları akşam yemeği yenmişti. Yemeğin ardından Beril’den gelen filmi izleme teklifi kabul görmüş ve bireyler sinema salonuna ilerleyip, seçtikleri bir film ekranda dönmeye başarmıştı. Ancak kimse filmle ilgilenmiyor ve kendi dünyasındaki sorunlar ile boğuşuyordu. Film sona erdiğinde, yapılan alışverişte yorgun düşen kızlar uyuya kalırken, onları odalarına taşımakta erkek arkadaşlarına düşmüştü. Ares ve Beren çifti odadan ayrılıp, kendi odalarına ilerlerken, Beren’ in aklına; Ares’ den istediği şey gelmişti. Ares onun isteğini bugün yerine getireceğini söylemiş olasa da, şuan ki hali buna hiçte uygun değildi. Ancak sözlerinin her daim arkasında duran sevgilisinin dediğini yapacağından da, emindi. Odaya girdikleri sıra Beren’ in gözleri Ares’ in üzerindeydi. Ares uyandığından bu yana yalnızca birkaç kelime etmiş ve önüne konulan yemekten yalnızca birkaç çatal almıştı. Onun için fazlası ile endişelen...

Karanlığın Efendisi - 15. Bölüm

Kahvaltı masasının hazırlığı tamamlandığında, hep birlikte masadaki yerlerini almışlardı. Kızlar, Beren’ in onların yanında anlatmaya uygun görmediği şeylerden ötürü biraz buruktu. Tam anlamı ile arkadaş olup, kendini daha rahat hissetmesini istiyorlardı, fakat Beren, aralarında olan mesafeyi bir türlü yıkamıyordu. “Aslında her birinize gerçekten minnettarım. Beni öylece ailenizin içine alıp, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Ben insanlarla arası iyi olan biri değildim. Bu konuda fazla beceriksizim ama bunun üstesinden gelmeye gayret edeceğim. Aile kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdim, belki insanlardan tamamen koptum. Ama sizinle tanıştığımdan bu yana birazda olsa toparlandığımı hissediyorum. Tekrar kahkaha atmama neden olduğunuz için minnettarım. Son zamanlarda, geceleri düzgün uyuyamıyorum. Buraya gelmeden önce de kabristana uğradım. Ne zaman uğrasam, biraz fazla hassaslaşıyorum. Aileme son zamanlarda daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Ama sizler şuan yanım o...