Ana içeriğe atla

Karanlığın Efendisi - 29. Bölüm

 


“Korkuyorum Egemen, bunca saat gelmedi. Bu sessizlik korkutuyor beni” gözleri dolduğunda bu sadece yaptığı şeyin ne ile sonuçlanacağını bilememesinin korkusundandı. Belirsizlik daha da endişelendiriyor ve sanki hiç düzelmeyecek hissi ile boğuyordu.

Egemen ağzını açıp bir şeyler söyleyeceği vakit anahtar sesini duydu kardeşler. Kapı aralanmış ve Ares görünmüştü. Onların varlığını fark edip, etmediğini bilmeden öylece onu izliyorlardı. Kapıdan içeri girip, ardından örtmüş ve daha sonra üzerindeki, kabanı portmantoya bırakmıştı. Onlara doğru ilerlediğinde dahi gözleri onun üzerinden ayrılmadı.

“Yemeğe geçin” soğuk bir ses tonunu duyan kardeşler, dışarının soğuk havasını nüfus etti sanki. Bu soğuğun ardından kar mı yağardı, yoksa tayfun mu sarardı bu koca dünyayı...

Yanlarından öylece geçip giden beden daha sonra merdivenlere yönelmiş ve teker teker çıkarken, gözden yavaşça kaybolmuştu. Umutlansınlar mı yoksa yaşanacaklara hazırlansınlar mı bilemedi iki kardeş. Soğuk hatta belki buz kütlesinin sesini duyan kardeşlerin canını yaktı bu. Ancak ilk toparlanan Egemen olmuştu.

“Hadi, Anıl gel” onuda yanında yürümeye zorlayıp, salona döndüler yeniden.

“Mehmet amca, Ares geldi” sözleri Mehmet Beye olsa da, gözleri Beren’ in üzerinde geziniyordu. Hepsinin üzerine şaşkınlık yayıldı. Egemen’ in bu sözlerinden şüphe dahi eden vardı. Ama hepsi yaşanacak olan şeylerin de farkındaydı. Kıyamet kopacaktı belki de birazdan.

Beren Egemen’ in sözlerinin ardından, ağrıyan bileğini umursamadan ayaklanmış ve bir şey demeden salondan ayrılmıştı. Hepsinin içinde o an yeşeren umut; belki Beren ona biraz olsun iyi gelirdi. Bu yüzden onu kimse durdurmadı.

Mehmet Bey, uzun zamandır salonda olmasına rağmen onlara karışmamıştı. Her biri yetişkin bir bireydi. Yaşlı bir adam olarak onların işine karışıp, onları sıkmak yerine, sorunlarını kendi aralarında, daha rahat çözebileceklerine inanıyordu.

Beren, acıyan bileğine rağmen sonunda Ares’in odasının önüne ulaşmıştı. Kapıyı yavaşça açıp, içeri girdiğinde, nihayet onu görecek olmanın heyecanı da vardı içinde. Sevgilisi giydi dolabının önünde kendine kıyafet alırken gördü Beren.

“Ares” seslendiğinde, onun göz göze gelmeyi bekledi am ne yazık ki Ares sanki onu duymamış gibiydi.

“Ben sana bugün ulaşamayınca çok merak ettim. Biraz geç geldin, bir şey mi oldu?” ona yüzünü dönmemiş olan sevgilisi, nedensizce onu geriyor ve bir şeylerin varlığını kanıtlıyordu. O an döndüğünde, gözlerindeki öfkeyi gün gibi gördü Beren.

“Ben bugün gerçekten kötü bir gün geçirdim. Öfkemi kontrol dahi edemiyorum. Seni kıracak bir şey yapmakta istemiyorum Beren. Benden biraz uzak dursan daha iyi olacak sanırım” ses tonunun bu halini en son depoda, gözlerinin yerine etrafa bakmasının söylediğinde duymuştu Beren.

Durumun ne kadar gerçek ve ciddi olduğunu anladığı sıra Anıl’ ın sözleri de aklı devamlı tekrar ediyordu. Ares kardeşleri ile bir sorun yaşamıştı. Gözlerine biriken yaşların artık aşağıya süzüleceğini hissettiğinde, odadan ayrılıp, onu odada yalnız bıraktı.

Ares ondan uzak durmak istiyordu. Onunla konuşmak ya da yan yana olmak yerine sorunu her ne ise bunu kendi halletmeye çalışıyordu. Hâlbuki bunu yerine konuşup, sıkıca sarılsalar da yine de bir şeyler düzelmez miydi? 

Aşağı kata ulaştığında, kapının önünde biraz durup, nefeslendi. Ağlamamak için kırpıştırdığı gözleri sanki işe yaramıştı. Adımları yavaştı ve bileğini umursamadan ilerliyordu.

“Kızım sen neden ayaktasın?” Meliha hanım onu ayakta gördüğünde, azarlar bir ifade ile söylendi ona.

“Ares’ bakmıştım” umutla onun yüzüne bakan kardeşler Ares’ in onu hoş karşılamadığının farkına varmıştı. Bu onların büyük bir umut balonunun patlamasına neden olmuştu.

Kısa zaman sonra her birey masadaki yerlerine almış ve akşam yemeği başlamıştı. Bir garip bir ortam vardı o an. Yemek başlamış olsa da, kızlar ve Meliha hanım dışında kimse yemeğine dokunmuyordu. Bu onları da meraklandırıyor ve kaygılanmasına neden oluyordu.

Sessizliğin hâkim olduğu salon bir kargaşaya, bir kıyamete hazırlanıyordu sanki. Herkesin üzerinde gezinen tedirginliğin çoğunun sebebi bile yoktu. Çatal ve bıçaklar dahi ses çıkarmadan kullanılıyordu. Bu sessizliğin ve sakinliğin ardından, bu duvarlar ney şahit olacaktı kim bilir?

Kısa bir zaman sonra yemeğine kimse dokunmuyordu. O sıra Ares ayaklanmıştı.

“Mehmet amca biraz konuşabilir miyiz?”

“Tabii oğlum” masadan uzaklaşan Ares, salonun çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı. Aşağı kata inerken, sonunda toplantı odasına ulaştı. Onun ardından bakan kardeşlerin için midesini bulanıp, gerginliğinden istifra etmek üzere olanlarda vardı. Ne kadar kalmıştı kıyamete, ne zaman başlayacak ve ne kadar sürecekti?

Hiç beklemeden onu takip eden Mehmet beyin ardından erkekler de yakalanırken, onlar oyun odasına kalmış ve Mehmet beyde toplantı odasına girmişti. Ares onunla karşı karşıya gelmişti.

“Bugün daha önce hiç yaşamadığım bir şeye şahit oldum. Ben emrettim ve Anıl karşı geldi” birkaç derin nefes verip sözlerine devam etti.

“Bu ilk kez oluyor. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Bunu üzerine bir şey fark ettim” konuşurken, sözleri dilini yakıyordu sanki. Hatta dilinden ta kalbine kadar ulaşıyordu. Bedenini saran huzursuzluk kendi ailesi yüzündendi. En çok bundan rahatsızlık duyuyordu Ares.

 “Ben onlara zorbalık yapıyorum. Onların hayatlarını çalıyorum. Böyle bir hayatı yaşama imkânı sunduğum için bana minnetlerini emirlerimi yerine getirerek gösteriyorlar ama bunu suiistimal ediyorum” Mehmet Bey onun bu sözlerini dikkatle dinlerken, her sözünde dehşete düşüyordu.

“Eğer o kurşun Anıl’ ın canına biraz daha deymiş olsaydı. Ben o adamı öldürmesini isteyebilirrim. Ama yaralayamağı bile, ben yaptım. Eğer yine yapamadığında ben öldürmüş olsaydım, bana bakan gözlerinde hangi ifade olurdu?” omuzları düşen oğluna yandı Mehmet Bey, Ares’ i böyle görmek istemiyordu. Yeterince yara olmış oğlunun bedenini kim böyle hale koysa ondan nefret etti Mehmet Bey. Ancak şimdi kardeşleri ile bir an evvel aralarının düzelmesini diliyordu.

“Ben bu aileyi korumak için canavara dönüştüm. Kim olduğunun bir önemi yok Mehmet amca, sadece yok olmalı diyorum. Bu yüzden belki artık böyle bir şeyin içinde olmak istemiyorlar. İnan bana böyle düşünüyorlarsa, son derece de haklılar” durup derin nefes daha aldığında, sözler dilinden dökülmek istemiyordu.

“Onlara istedikleri zaman bu evden gidebileceklerini söyle Mehmet amca. Kim giderse ona kırılmaycağım. İyi bir hayat yaşamaları için her daim destek olacağım. Huzurlu bir hayat için bu evde ayrılmak isteyen varsa, bunu koşulsuz şartsız kabul edeceğim” gözleri doldu Mehmet Beyin, bunları dile getiren Ares’ inin içinin paramparça olduğunu biliyordu. Ona sarılmaya bile cesaret gösteremiyordu.

“Eğer bu sözlerimi kabul eden olursa, onlara bu evden ayrılırken benimle vedalaşmak için gelmemelerini söyle. Onlara teşekkürlerimi ve minnetlerimi ilet” birkaç adım yaklaştı Mehmet Bey. Omuzları düşmüş olan oğlunun omuzlarını kendi elleri ile kaldırmak istedi.

“Bunları senden rica ediyorum çünkü bu sözleri onlar karşımdayken, söyleyemem” başı ile onaylamaktan başka yapacak seçeneği yoktu Mehmet Beyin. Korku bastı içini, Ares’ in sözlerini, aynısını onlara söylediğinde, ya kabul ederlerse demekten alamıyordu kendini.

Bu Ares için ciddi bir yıkım demekti. Kim ailesinin onu terk etmesini kaldırabilirdi ki? Ares eğer böyle bir şeyi yaşarsa, bir daha asla toparlanamazdı. Ares her şeyi onlarla atlatmış ve onlarla üstesinden gelmişti. Ya onlarda hayatından yok olursa?

Beren bunun üstesinden gelebilir miydi? Böyle bir şeyin ardından onu hayata bağlayabilir miydi? Korkuyla adım attı, Mehmet bey. Yukarıdaki beş erkeğin cevabının ne olacağı ödünü koparıyordu. Onu bu düşüncesinden bir an evvel vazgeçirmeliydi.

 “On yıl önce bana intikam almak istediğini söylediğinde, sana her ne pahasına olursa olsun yardım edeceğime söz verdim. Sana bu konuda yardım edecek, işini kolaylaştıracak birilerini buldum. Ama istemedin” Ares, Mehmet amcasını dikkatle dinliyordu.

“Aradan geçen birkaç günün ardından onlara alışmaya başladın. Hatta öyle ki, onları geri gönderdiğimde, sen bana onları yeniden bulmamı söyledin. Ben onlar sana yardımcı olsun diye getirdim, sen onlara kardeşim dedin” o günler yineden gözlerinin önünde gibiydi Ares’ in. Her bir günü acılar ve sancılar içinde geçiyordu.

“Sen onlara her kardeşim dediğinde, biz de Meliha teyzen ile birlikte onları evlat gibi benimsedik. Sen kimseye zorbalık yapmıyorsun Ares. Yanında olmayı seçen onlar. Sen onları belki hiçbir zaman erişemeyecekleri bir hayat bahşettin. Onlar yetimhaneden ayrılıp, hayatta kalmaya çalışan gençlerdi sadece.

Daha önce birçok kez onlara gitmeleri için fırsat verdin. Ama bak hala buradalar, seninle birlikte kalmaya devam ediyorlar” onu ikna etmeye çalışıyordu ama bunun işe yarayacağından oldukça ümitsizdi. Oğlunu tanıyan bu baba her ne olursa olsun, yukarıdakilere bunu yeniden sormak ve cevabını almak isteyecekti.

“Kararlarının değişip, değişmediğini öğrenmem gerek” Mehmet Bey yanılmadığını görmüş oldu. Ama içindeki endişe, yukarıdaki gençlerin artık bu durumun değişmesini isteyeceğini söylüyordu. Eli mahkûm bir halde odadan ayrıldığında, her adımı korkuyla atıyordu. Merdivenlerin ardından oyun odasına ulaştığında, karşısındaki gençlere baktı.

“Ares sana ne söyledi, Mehmet amca?” Egemen’ in aceleci sorusuna karşı onun sözlerini bir araya getirmek için önce kafasında toparladı Mehmet Bey. Dudaklarını aralayıp, oğlunun sözlerini dışarı vurmak üzereyken, sözler dışarı çıkmaz istemez gibiydi.

“O; istediğiniz aman evden ayrılabileceğinizi söyledi. Kim giderse ona kırılmayacak ve rahat bir hayat yaşaması için elinden geleni yapacağını söyledi. Eğer gitmek isteyen olursa, onunla vedalaşmadan gitmesini istedi” bir çırpıda söylenen bu sözler odadaki herkesin canını acıtmıştı. Durum zaten ciddiyken, bir de Ares’ in sözlerinin ardından gerçekliğin en karanlık yüzünün bu olduğunu düşündüler.

“Allah kahretsin ya” Cenk, öfke ile dışarı vurduğu sözlerinin ardından, ellerini saçlarına götürüp, hırsla dağıtmıştı onları.

“Egemen ne yapacağız şimdi” bir yardım feryadı gibiydi Mert’ in ses tonu. Kendi aklı çalışmayı bırakmışken, kardeşinden medet umuyordu.

“Bilmiyorum” onun bu sözlerinin ardından her bireyin omuzları, teker teker düşmüştü. Ailenin her durumda akıl yürüten adamının bile eli kolu bağlı duruyorken, artık sanki bir çatırtı ses doluyordu kulaklarına, malikane bu olanlardan sonra başlarına mı çöküyordu?

Anıl daha da eziliyordu yaşananlar karşısında, yaptığı sadece kendine değil, kardeşlerine de zarar veriyordu. Onları sahip olduğu tek şey bu aileydi. Kendi elleri ile mi yıkmıştı, Anıl bu aileyi. Cenk olanlar karşısında artık öfkeden dolup, taşıyordu. Bunların tek sebebi olarak, kardeşi Anıl’ ı suçluyordu. Eğer o biraz daha cesaretli davranmış olsaydı, şuan bunları yaşamak durumda kalmayacaktı. Böyle düşüyor ve bu onu daha da öfkelendiriyordu.

Genel olarak aklı daha hızlı çalışıp, olaylara yön verebilen Egemen, şuan aklının çalıştığından bile şüphe ediyordu. Bu durum karşısında nasıl davranmalarını düşünüyor ancak bulamıyordu. Ares keskin kararlar alan ve bundan kolay kolay vazgeçmeyen bir adamdı. Hatta yanında kaldıkları bu on yıl içinde bir kez bile kararından gördüğünü bile hatırlayamıyordu.

Mert ve Can ise diğerlerlerinden kesinlikle farksızdı. Aynı çukurun içinde çırpınan bedendi sanki onlar. Kardeşler düştükleri bu çukurdan çıkma ihtimallerine bile bel bağlayamıyorlardı.

“Şu yaptığına bak Anıl, memnun musun bu durumdan” kızgınlığını daha fazla içinde tutamayan Cenk, öfke ile kardeşine dönmüştü. Dişlerinin arasından dökülen bu sözler tamamen onun canını acıtmak içindi. Kendinin de canı yanıyorken, bu olanları sorumlusu olan Anıl’ ın içinin ne kadar paramparça olduğu o an umurunda bile değildi.

“Kendine gel Cenk, ne saçmalıyorsun?” onu uyaran Egemen’ in gözleri, Cenk’ e baktığında kızgın bir ifade vardı.

“Bunları söylemekte haksız mıyım Egemen? Onun yaptığı bu şey yüzünden bu halde değil miyiz?”

“Ben böyle olsun istemedim. Sonunun buralara varacağını düşünmemiştim. Özür dilerim gerçekten çok ama çok pişmanım” Anıl bu sözleri diğerleri için o an pek bir anlam ifade edemedi zira olan olmuştu ve Ares onlara karşı bir duvar örüyordu.

Her biri Anıl’ a karşı biraz bile olsa kızgın ve öfkeliydi. Ama bunu ona yansıtmaya gerek görmüyordı. Zira onun pişman ve ne kadar mahcup olduğu zaten gözlerinin önündeydi. Onun üzerine gidip, neden böyle yaptın tarzı bir tavır şuan yaşananları değiştirmeyecekti. Sadece sakin olup, Ares’ in bu sözlerini değiştirebilirler buna odaklanmamlılardı.

 “Pişmanlığın şuan bize ne fayda sağlıyor ki? Başımıza gelecek en kötü şey; ya onun gitmesi, ya da bizi göndermesiydi. Sayende bunu da yaşıyoruz” ona doğru birkaç adım atıp, işaret parmağını onu suçlar bir halde sallıyordu.

“Artık kapat çeneni Cenk!” bu kez onu uyaran Mert olmuştu. Şuan birbirlerini yemek yerine kafa kafa verip, işin içinden çıkmaları gerekti.

“Bu böyle olmayacak” o an belki tek fikir yürütüp, bu işten kurtulmaya kafa yorabilen Can olmuştu. Adımları merdivenleri bulup, aşağı kata ulaştığında, kardeşlerde onu takip etmişti.

Tüm zaman boyunca en rahat olan kişi kesinlikle Mehmet beydi. Ares’ in sözlerini onlara söylediğinde, acaba gidebilirler mi, dediği gençlerin her biri kalmak için onu iknanın peşine düşmüştü. Burada kalacakları, onu yalnız bırakmayacakları için rahat bir nefes verdi Mehmet Bey.

Toplantı odasının kapısının önüne vardıklarında, nefeslenip, sakinleşme çabası ile araladılar kapıyı. Sonunda tüm kardeşler Ares ile karşı karşıya kalmıştı.

“Bizim senden başka gidecek yerimiz yok. İçimizden hiçbirinin gitmeyi cesareti de, yok. Biz senin yanında zorla kalmıyoruz. On yıl içinde kaç kez dile getirdik bunu, hala farklı düşünüyorsun” Can’ ın gözlerine bakan Ares, onun sözlerini dinlerken, sanki nefes almayı bile umursamıyordu o an.

“Biz yetimhanenin duvarları arasında, on kişi, hiç kimsesi olmadan büyüdük. Yaşı dolup, oradan ayrılanlar, dışarıda bir düzen kurup, diğerlerini de dâhil ettik. Biz Mehmet amcanın ayak işlerini yapacağımızı düşünürken, o bize seni verdi” karşısındaki Can’ ın, gözleri mi doluyordu, yoksa odanın loş ışığımı göz yanılması gösteriyordu, Ares’ e.

“Bize patronumuzun sen olduğunu ve seni gözümüzden bile sakınmamızı söyledi. Yaşadıklarına dâhil olduk, hayatımızın tamamı sen ve senin o geçirdiğin korkunç zamanlardan ibaretti. Tüm o zamanlarda yanında olduğumuz için bize ailem dedin” içlerinden bazıları yavaş yavaş gözyaşlarının süzülmesine müsaade ettiğinde bundan hiçte rahatsız değildi. Bu derin anlamlar taşıyan sözler onların ta gerçeğiydi.

“Ailem dediğin bizlere kimsenin kolay kolay erişemeyeceği bir yaşam verdin. Bizlere patronluk yapmadın, kızları evinde hizmetli olarak kullanmadın. İhtiyacımız olan her ne varsa birkaç saat içinde elimize tutuşturdun. Bir babanın evlatlarına rahat bir hayat sunması gibi kardeşim, sen bizim için hiç durmadan çabaladın” sesi titreyerek sözleri devam ediyordu Can’ ın. Dokunsalar ağlayacaktı ama kardeşinin fikrini caydırmak için sadece içinden gelenleri birer birer dile getiriyordu.

“Anne ve babasız büyüyüp, yetimhane köşelerinde süründükten sonra böyle bir yaşam da, bir de manevi anne – baba verdin. Gitmek isteyen varsa gitsin ne demek Ares? Nasıl gidelim kardeşim biz? Bizim tek korkumuz bir gün yolunu bizim yolumuzdan ayırman iken, şimdi kendi ayaklarımızla seni bırakıp, nereye gidelim?”

Ares kardeşinin sözleri düz bir ifade ile dinliyordu. Her geçen saniye daha da çok geriliyordu kardeşler. Ne olacak, Ares ne diyecek, her biri büyük bir sabırsızlığın içindeydi. Kardeşlerinin yüzüne bakarken, umutla bakıyorlardı.

“Silahlarınızı çıkarın” konuşan Ares ile birlikte söylediği şeyi anlamaları bir zaman olmamıştı. Ancak her biri onun söylediğini yerine getirdi.

“Birbirinize yaklaşın” onun sözlerine sadece itaat ederek yanıtlıyorlardı. Ne olduğunu ve Ares ne düşündüğü hepsi için merak konusuydu.

“Silahlarınızı hazırlayıp, karşınıza nişan alın” söylediği ile her birinin aklında sahneler belirirken, gözleri karşılarında olan Ares’ in, içinde yaşadığı duyguları büyük bir ustalıkla gizleyen ifadesindeydi. Fakat içlerinden Egemen, Ares’ in sözlerini yine yerine getirerek, silahını hazırlamış ve karşısında doğrultmuştu. O an bu toplantı odasında Ares’ e nişan alınmış beş silah vardı.

“Üç dediğimde tetiği çekeceksiniz. Eğer söylediğimi yapmayan olursa, artık kalacak başka bir yer bulsun kendine” kararlı gözleri ile bunun bir alay ya da eğlenceli bir şey olmadığını söylüyordu sanki. Kardeşlerin elinde, kendi kardeşlerine doğrulttukları silahları ile öyle kala kalmışt. Her birinin işaret parmağı tettiğin üzerindeydi. Ama titreyen ellerinin yanlışlıkla tetiği çekmesinden dahi korkuyorlardı.

Her biri Ares’ in farkı bir noktasında hedef almışken, Can’ ın hedef aldığı nokta Ares’ in sol göğsüydü, yani onun hedef aldığı nokta kalbi olmuştu. Eğer onun sözüne karşı gelmemek için her biri tetiği çekerse, Can onun hayatını tehlikeye sokabilirdi. Dört kurşun yarasının yanında bir de kalbine denk gelen beşinci kurşun. Belki de, o an Ares Karal hayatını, kardeşlerinin kurşunu ile hayatını kaybedebilirdi.

“Bir” Ares saymaya başladığı sıra, titreyen elleri sanki silahlarının sallanmasına bile sebep oluyordu. Her birinin aklında o an; bunun bir test olduğu vardı. Ares bu on yıl içinde, çoğu kez böyle testler ile onların sadakatlerini ölçüyordu.

“İki” yapmaları gerektiğine inanan Ares, her biri ile göz göze geliyordu. Farkında olmadan kendini bu konuşa kasıyor ve iki elinin yumruk şeklini aldığını fark edemiyordu. Belki bu yüzden sol avucunda olan yaranın yeniden kanamaya başladığından haberi yoktu. Yere düşen her kan damlası ufak kırmızı bir göl oluşturmuştu.

Bu bir test Egemen, yıllar önce birçok kez karşılaştın. Sakın telaş yapma…

Sakın bir hata yapma Can, sadece tetiği çekeceksin…

Sakin ol Cenk ve sadece emre itaat et…

Hadi, Anıl bunların hepsi senin yüzünden. Sakın yine bir aptallık yapma…

Yapman gereken sadece tetiği çekmek Mert, ondan sonra her şey normale dönecek…

Her biri kendi yapması konusunda ikna ederken, biraz başarılı olmuş sayılırlardı. Bir daha hata yer yoktu. Ares ‘in emrine karşı gelemecekeleri gün gibi ortadaydı.

“Üç” o an beş silah sesi de, odada yankılanmıştı. Ses yalıtımı olan odada, ses yukarı ulaşmamış olsa da, beş silahın sesi de, bir bomba etkisi gibi yayılmıştı.

“Hedef değiştirdiniz” Ares’ in sözlerinin ardından, her biri derin derin soluk, alıp verirken, onu yüzünde ki ufak gülümsemeyi gördüler. Kardeşler onun emrine uymak için tetiği çekmeden hedef değiştirmiş ve onunla, aralarından olan boşluğa, yeri, hedef almışlardı.

“Tetiği çekmemizi söyledin. Seni vurmamızı değil” onun gibi gülümseyen Egemen, tam anlamı ile gerginliğini üzerinden atamamıştı. Elleri hala titremeye devam ediyordu. Her biri rahatlayarak nefes almaya başladığında, sonunda gülümsemeleri, koca kahkahalara dönmüştü.

Böyle birkaç teste daha tabi olmuştu kardeşler, bu on yıl içerisinde. Belki de, onların istedikleri için mi yoksa kendi zoru ile mi kaldıklarına ikna edemediğindendi.

Ben size güvenip, nişan aldığınız silahın ucunda, hiç tereddüt etmeden durabilirim. Peki, siz emrimi yerine getirmek için birçok şeyi göze alabilir misiniz?

Ares bunun yanıtını öğrenmek istemiş ve aldığı yanıttan hayli memnun olmuştu. Onun sözünü yere düşürmemiş ve emrini yerine getirmişlerdi. O an odada her biri rahat bir nefes almıştı. Birbirlerine bakıp, gülümsediklerinde, olanların biraz olsun normale döndüğüde hissediliyordu.

Ancak o an bir şey oldu. Ares’ in yüzünde olan gülümseme bir anda silindi. Bilincini kaybediyordu sanki kalp monitöründe düz bir çizgi görünen bir hasta gibiydi o an. Gözlerini perdeleyen bir şeyler, kulaklarını sağır eden bir uğultu vardı.

Yer ayaklarının altından çekiliyor gibi olduğu yere yıkılmıştı. Bir ölüden farksız bir halde bedeninin aşağıya süzüldüğünü gören kardeşler, o an olanı anlayamadan ona doğru atıldı. Ellerinde silah düşmüş ve göz hareleri korku inmişti.

“Can hemen Doktor Ahmet’ i ara” kendi sözlerini bile doğru düzgün duymadan söyleyen Egemen’ in Ares’ in yanına çökmüş ve onun başını kucağına çekmişti. Ares’ in gözleri kapanmış ve kardeşlerinin nefesini elinden almıştı sanki.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlığın Efendisi - Final

  Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. “Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden edemiyorlardı. “Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında, adımları tezgaha doğru ilerlemişti. “Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu. “Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında, Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor sayılacak bir saatte hemen ardından ...

Karanlığın Efendisi - 65. Bölüm

  Saat epeyce ilerlemiş ve Ares’ in uyanmasının ardından üç kafadar çat pat hazırladıkları akşam yemeği yenmişti. Yemeğin ardından Beril’den gelen filmi izleme teklifi kabul görmüş ve bireyler sinema salonuna ilerleyip, seçtikleri bir film ekranda dönmeye başarmıştı. Ancak kimse filmle ilgilenmiyor ve kendi dünyasındaki sorunlar ile boğuşuyordu. Film sona erdiğinde, yapılan alışverişte yorgun düşen kızlar uyuya kalırken, onları odalarına taşımakta erkek arkadaşlarına düşmüştü. Ares ve Beren çifti odadan ayrılıp, kendi odalarına ilerlerken, Beren’ in aklına; Ares’ den istediği şey gelmişti. Ares onun isteğini bugün yerine getireceğini söylemiş olasa da, şuan ki hali buna hiçte uygun değildi. Ancak sözlerinin her daim arkasında duran sevgilisinin dediğini yapacağından da, emindi. Odaya girdikleri sıra Beren’ in gözleri Ares’ in üzerindeydi. Ares uyandığından bu yana yalnızca birkaç kelime etmiş ve önüne konulan yemekten yalnızca birkaç çatal almıştı. Onun için fazlası ile endişelen...

Karanlığın Efendisi - 15. Bölüm

Kahvaltı masasının hazırlığı tamamlandığında, hep birlikte masadaki yerlerini almışlardı. Kızlar, Beren’ in onların yanında anlatmaya uygun görmediği şeylerden ötürü biraz buruktu. Tam anlamı ile arkadaş olup, kendini daha rahat hissetmesini istiyorlardı, fakat Beren, aralarında olan mesafeyi bir türlü yıkamıyordu. “Aslında her birinize gerçekten minnettarım. Beni öylece ailenizin içine alıp, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Ben insanlarla arası iyi olan biri değildim. Bu konuda fazla beceriksizim ama bunun üstesinden gelmeye gayret edeceğim. Aile kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdim, belki insanlardan tamamen koptum. Ama sizinle tanıştığımdan bu yana birazda olsa toparlandığımı hissediyorum. Tekrar kahkaha atmama neden olduğunuz için minnettarım. Son zamanlarda, geceleri düzgün uyuyamıyorum. Buraya gelmeden önce de kabristana uğradım. Ne zaman uğrasam, biraz fazla hassaslaşıyorum. Aileme son zamanlarda daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Ama sizler şuan yanım o...