“Korkuyorum Egemen, bunca saat gelmedi. Bu
sessizlik korkutuyor beni” gözleri dolduğunda bu sadece yaptığı şeyin ne ile
sonuçlanacağını bilememesinin korkusundandı. Belirsizlik daha da
endişelendiriyor ve sanki hiç düzelmeyecek hissi ile boğuyordu.
Egemen ağzını açıp bir şeyler söyleyeceği vakit
anahtar sesini duydu kardeşler. Kapı aralanmış ve Ares görünmüştü. Onların
varlığını fark edip, etmediğini bilmeden öylece onu izliyorlardı. Kapıdan içeri
girip, ardından örtmüş ve daha sonra üzerindeki, kabanı portmantoya bırakmıştı.
Onlara doğru ilerlediğinde dahi gözleri onun üzerinden ayrılmadı.
“Yemeğe geçin” soğuk bir ses tonunu duyan
kardeşler, dışarının soğuk havasını nüfus etti sanki. Bu soğuğun ardından kar
mı yağardı, yoksa tayfun mu sarardı bu koca dünyayı...
Yanlarından öylece geçip giden beden daha sonra
merdivenlere yönelmiş ve teker teker çıkarken, gözden yavaşça kaybolmuştu.
Umutlansınlar mı yoksa yaşanacaklara hazırlansınlar mı bilemedi iki kardeş.
Soğuk hatta belki buz kütlesinin sesini duyan kardeşlerin canını yaktı bu.
Ancak ilk toparlanan Egemen olmuştu.
“Hadi, Anıl gel” onuda yanında yürümeye zorlayıp,
salona döndüler yeniden.
“Mehmet amca, Ares geldi” sözleri Mehmet Beye olsa
da, gözleri Beren’ in üzerinde geziniyordu. Hepsinin üzerine şaşkınlık yayıldı.
Egemen’ in bu sözlerinden şüphe dahi eden vardı. Ama hepsi yaşanacak olan
şeylerin de farkındaydı. Kıyamet kopacaktı belki de birazdan.
Beren Egemen’ in sözlerinin ardından, ağrıyan
bileğini umursamadan ayaklanmış ve bir şey demeden salondan ayrılmıştı.
Hepsinin içinde o an yeşeren umut; belki Beren ona biraz olsun iyi gelirdi. Bu yüzden
onu kimse durdurmadı.
Mehmet Bey, uzun zamandır salonda olmasına rağmen
onlara karışmamıştı. Her biri yetişkin bir bireydi. Yaşlı bir adam olarak
onların işine karışıp, onları sıkmak yerine, sorunlarını kendi aralarında, daha
rahat çözebileceklerine inanıyordu.
Beren, acıyan bileğine rağmen sonunda Ares’in
odasının önüne ulaşmıştı. Kapıyı yavaşça açıp, içeri girdiğinde, nihayet onu
görecek olmanın heyecanı da vardı içinde. Sevgilisi giydi dolabının önünde
kendine kıyafet alırken gördü Beren.
“Ares” seslendiğinde, onun göz göze gelmeyi bekledi
am ne yazık ki Ares sanki onu duymamış gibiydi.
“Ben sana bugün ulaşamayınca çok merak ettim. Biraz
geç geldin, bir şey mi oldu?” ona yüzünü dönmemiş olan sevgilisi, nedensizce
onu geriyor ve bir şeylerin varlığını kanıtlıyordu. O an döndüğünde,
gözlerindeki öfkeyi gün gibi gördü Beren.
“Ben bugün gerçekten kötü bir gün geçirdim. Öfkemi
kontrol dahi edemiyorum. Seni kıracak bir şey yapmakta istemiyorum Beren.
Benden biraz uzak dursan daha iyi olacak sanırım” ses tonunun bu halini en son
depoda, gözlerinin yerine etrafa bakmasının söylediğinde duymuştu Beren.
Durumun ne kadar gerçek ve ciddi olduğunu anladığı
sıra Anıl’ ın sözleri de aklı devamlı tekrar ediyordu. Ares kardeşleri ile bir
sorun yaşamıştı. Gözlerine biriken yaşların artık aşağıya süzüleceğini hissettiğinde, odadan ayrılıp, onu odada yalnız bıraktı.
Ares ondan uzak durmak istiyordu. Onunla konuşmak
ya da yan yana olmak yerine sorunu her ne ise bunu kendi halletmeye
çalışıyordu. Hâlbuki bunu yerine konuşup, sıkıca sarılsalar da yine de bir
şeyler düzelmez miydi?
Aşağı kata ulaştığında, kapının önünde biraz durup,
nefeslendi. Ağlamamak için kırpıştırdığı gözleri sanki işe yaramıştı. Adımları
yavaştı ve bileğini umursamadan ilerliyordu.
“Kızım sen neden ayaktasın?” Meliha hanım onu
ayakta gördüğünde, azarlar bir ifade ile söylendi ona.
“Ares’ bakmıştım” umutla onun yüzüne bakan
kardeşler Ares’ in onu hoş karşılamadığının farkına varmıştı. Bu onların büyük
bir umut balonunun patlamasına neden olmuştu.
Kısa zaman sonra her birey masadaki yerlerine almış
ve akşam yemeği başlamıştı. Bir garip bir ortam vardı o an. Yemek başlamış olsa
da, kızlar ve Meliha hanım dışında kimse yemeğine dokunmuyordu. Bu onları da
meraklandırıyor ve kaygılanmasına neden oluyordu.
Sessizliğin hâkim olduğu salon bir kargaşaya, bir
kıyamete hazırlanıyordu sanki. Herkesin üzerinde gezinen tedirginliğin çoğunun
sebebi bile yoktu. Çatal ve bıçaklar dahi ses çıkarmadan kullanılıyordu. Bu sessizliğin ve sakinliğin ardından, bu duvarlar ney şahit olacaktı kim bilir?
Kısa bir zaman sonra yemeğine kimse dokunmuyordu. O
sıra Ares ayaklanmıştı.
“Mehmet amca biraz konuşabilir miyiz?”
“Tabii oğlum” masadan uzaklaşan Ares, salonun
çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı. Aşağı kata inerken, sonunda toplantı
odasına ulaştı. Onun ardından bakan kardeşlerin için midesini bulanıp,
gerginliğinden istifra etmek üzere olanlarda vardı. Ne kadar kalmıştı kıyamete,
ne zaman başlayacak ve ne kadar sürecekti?
Hiç beklemeden onu takip eden Mehmet beyin ardından
erkekler de yakalanırken, onlar oyun odasına kalmış ve Mehmet beyde toplantı
odasına girmişti. Ares onunla karşı karşıya gelmişti.
“Bugün daha önce hiç yaşamadığım bir şeye şahit
oldum. Ben emrettim ve Anıl karşı geldi” birkaç derin nefes verip sözlerine
devam etti.
“Bu ilk kez oluyor. Daha önce hiç böyle bir şey
yaşamamıştım. Bunu üzerine bir şey fark ettim” konuşurken, sözleri dilini
yakıyordu sanki. Hatta dilinden ta kalbine kadar ulaşıyordu. Bedenini saran
huzursuzluk kendi ailesi yüzündendi. En çok bundan rahatsızlık duyuyordu Ares.
“Ben onlara
zorbalık yapıyorum. Onların hayatlarını çalıyorum. Böyle bir hayatı yaşama
imkânı sunduğum için bana minnetlerini emirlerimi yerine getirerek
gösteriyorlar ama bunu suiistimal ediyorum” Mehmet Bey onun bu sözlerini dikkatle
dinlerken, her sözünde dehşete düşüyordu.
“Eğer o kurşun Anıl’ ın canına biraz daha deymiş
olsaydı. Ben o adamı öldürmesini isteyebilirrim. Ama yaralayamağı bile, ben
yaptım. Eğer yine yapamadığında ben öldürmüş olsaydım, bana bakan gözlerinde
hangi ifade olurdu?” omuzları düşen oğluna yandı Mehmet Bey, Ares’ i böyle
görmek istemiyordu. Yeterince yara olmış oğlunun bedenini kim böyle hale koysa
ondan nefret etti Mehmet Bey. Ancak şimdi kardeşleri ile bir an evvel
aralarının düzelmesini diliyordu.
“Ben bu aileyi korumak için canavara dönüştüm. Kim
olduğunun bir önemi yok Mehmet amca, sadece yok olmalı diyorum. Bu yüzden belki
artık böyle bir şeyin içinde olmak istemiyorlar. İnan bana böyle
düşünüyorlarsa, son derece de haklılar” durup derin nefes daha aldığında,
sözler dilinden dökülmek istemiyordu.
“Onlara istedikleri zaman bu evden
gidebileceklerini söyle Mehmet amca. Kim giderse ona kırılmaycağım. İyi bir
hayat yaşamaları için her daim destek olacağım. Huzurlu bir hayat için bu evde
ayrılmak isteyen varsa, bunu koşulsuz şartsız kabul edeceğim” gözleri doldu
Mehmet Beyin, bunları dile getiren Ares’ inin içinin paramparça olduğunu
biliyordu. Ona sarılmaya bile cesaret gösteremiyordu.
“Eğer bu sözlerimi kabul eden olursa, onlara bu
evden ayrılırken benimle vedalaşmak için gelmemelerini söyle. Onlara
teşekkürlerimi ve minnetlerimi ilet” birkaç adım yaklaştı Mehmet Bey. Omuzları
düşmüş olan oğlunun omuzlarını kendi elleri ile kaldırmak istedi.
“Bunları senden rica ediyorum çünkü bu sözleri
onlar karşımdayken, söyleyemem” başı ile onaylamaktan başka yapacak seçeneği
yoktu Mehmet Beyin. Korku bastı içini, Ares’ in sözlerini, aynısını onlara
söylediğinde, ya kabul ederlerse demekten alamıyordu kendini.
Bu Ares için ciddi bir yıkım demekti. Kim ailesinin
onu terk etmesini kaldırabilirdi ki? Ares eğer böyle bir şeyi yaşarsa, bir daha
asla toparlanamazdı. Ares her şeyi onlarla atlatmış ve onlarla üstesinden
gelmişti. Ya onlarda hayatından yok olursa?
Beren bunun üstesinden gelebilir miydi? Böyle bir
şeyin ardından onu hayata bağlayabilir miydi? Korkuyla adım attı, Mehmet bey.
Yukarıdaki beş erkeğin cevabının ne olacağı ödünü koparıyordu. Onu bu
düşüncesinden bir an evvel vazgeçirmeliydi.
“On yıl önce
bana intikam almak istediğini söylediğinde, sana her ne pahasına olursa olsun
yardım edeceğime söz verdim. Sana bu konuda yardım edecek, işini
kolaylaştıracak birilerini buldum. Ama istemedin” Ares, Mehmet amcasını
dikkatle dinliyordu.
“Aradan geçen birkaç günün ardından onlara alışmaya
başladın. Hatta öyle ki, onları geri gönderdiğimde, sen bana onları yeniden
bulmamı söyledin. Ben onlar sana yardımcı olsun diye getirdim, sen onlara
kardeşim dedin” o günler yineden gözlerinin önünde gibiydi Ares’ in. Her bir
günü acılar ve sancılar içinde geçiyordu.
“Sen onlara her kardeşim dediğinde, biz de Meliha teyzen
ile birlikte onları evlat gibi benimsedik. Sen kimseye zorbalık yapmıyorsun Ares.
Yanında olmayı seçen onlar. Sen onları belki hiçbir zaman erişemeyecekleri bir hayat
bahşettin. Onlar yetimhaneden ayrılıp, hayatta kalmaya çalışan gençlerdi
sadece.
Daha önce birçok kez onlara gitmeleri için fırsat
verdin. Ama bak hala buradalar, seninle birlikte kalmaya devam ediyorlar” onu
ikna etmeye çalışıyordu ama bunun işe yarayacağından oldukça ümitsizdi. Oğlunu
tanıyan bu baba her ne olursa olsun, yukarıdakilere bunu yeniden sormak ve
cevabını almak isteyecekti.
“Kararlarının değişip, değişmediğini öğrenmem
gerek” Mehmet Bey yanılmadığını görmüş oldu. Ama içindeki endişe, yukarıdaki
gençlerin artık bu durumun değişmesini isteyeceğini söylüyordu. Eli mahkûm bir
halde odadan ayrıldığında, her adımı korkuyla atıyordu. Merdivenlerin ardından
oyun odasına ulaştığında, karşısındaki gençlere baktı.
“Ares sana ne söyledi, Mehmet amca?” Egemen’ in
aceleci sorusuna karşı onun sözlerini bir araya getirmek için önce kafasında
toparladı Mehmet Bey. Dudaklarını aralayıp, oğlunun sözlerini dışarı vurmak
üzereyken, sözler dışarı çıkmaz istemez gibiydi.
“O; istediğiniz aman evden ayrılabileceğinizi
söyledi. Kim giderse ona kırılmayacak ve rahat bir hayat yaşaması için elinden
geleni yapacağını söyledi. Eğer gitmek isteyen olursa, onunla vedalaşmadan
gitmesini istedi” bir çırpıda söylenen bu sözler odadaki herkesin canını
acıtmıştı. Durum zaten ciddiyken, bir de Ares’ in sözlerinin ardından
gerçekliğin en karanlık yüzünün bu olduğunu düşündüler.
“Allah kahretsin ya” Cenk, öfke ile dışarı vurduğu
sözlerinin ardından, ellerini saçlarına götürüp, hırsla dağıtmıştı onları.
“Egemen ne yapacağız şimdi” bir yardım feryadı
gibiydi Mert’ in ses tonu. Kendi aklı çalışmayı bırakmışken, kardeşinden medet
umuyordu.
“Bilmiyorum” onun bu sözlerinin ardından her bireyin
omuzları, teker teker düşmüştü. Ailenin her durumda akıl yürüten adamının bile
eli kolu bağlı duruyorken, artık sanki bir çatırtı ses doluyordu kulaklarına, malikane bu olanlardan sonra başlarına mı çöküyordu?
Anıl daha da eziliyordu yaşananlar karşısında,
yaptığı sadece kendine değil, kardeşlerine de zarar veriyordu. Onları sahip
olduğu tek şey bu aileydi. Kendi elleri ile mi yıkmıştı, Anıl bu aileyi. Cenk
olanlar karşısında artık öfkeden dolup, taşıyordu. Bunların tek sebebi olarak,
kardeşi Anıl’ ı suçluyordu. Eğer o biraz daha cesaretli davranmış olsaydı, şuan
bunları yaşamak durumda kalmayacaktı. Böyle düşüyor ve bu onu daha da
öfkelendiriyordu.
Genel olarak aklı daha hızlı çalışıp, olaylara yön
verebilen Egemen, şuan aklının çalıştığından bile şüphe ediyordu. Bu durum
karşısında nasıl davranmalarını düşünüyor ancak bulamıyordu. Ares keskin kararlar
alan ve bundan kolay kolay vazgeçmeyen bir adamdı. Hatta yanında kaldıkları bu
on yıl içinde bir kez bile kararından gördüğünü bile hatırlayamıyordu.
Mert ve Can ise diğerlerlerinden kesinlikle
farksızdı. Aynı çukurun içinde çırpınan bedendi sanki onlar. Kardeşler
düştükleri bu çukurdan çıkma ihtimallerine bile bel bağlayamıyorlardı.
“Şu yaptığına bak Anıl, memnun musun bu durumdan”
kızgınlığını daha fazla içinde tutamayan Cenk, öfke ile kardeşine dönmüştü.
Dişlerinin arasından dökülen bu sözler tamamen onun canını acıtmak içindi.
Kendinin de canı yanıyorken, bu olanları sorumlusu olan Anıl’ ın içinin ne
kadar paramparça olduğu o an umurunda bile değildi.
“Kendine gel Cenk, ne saçmalıyorsun?” onu uyaran
Egemen’ in gözleri, Cenk’ e baktığında kızgın bir ifade vardı.
“Bunları söylemekte haksız mıyım Egemen? Onun
yaptığı bu şey yüzünden bu halde değil miyiz?”
“Ben böyle olsun istemedim. Sonunun buralara
varacağını düşünmemiştim. Özür dilerim gerçekten çok ama çok pişmanım” Anıl bu
sözleri diğerleri için o an pek bir anlam ifade edemedi zira olan olmuştu ve Ares
onlara karşı bir duvar örüyordu.
Her biri Anıl’ a karşı biraz bile olsa kızgın ve
öfkeliydi. Ama bunu ona yansıtmaya gerek görmüyordı. Zira onun pişman ve ne
kadar mahcup olduğu zaten gözlerinin önündeydi. Onun üzerine gidip, neden böyle
yaptın tarzı bir tavır şuan yaşananları değiştirmeyecekti. Sadece sakin olup,
Ares’ in bu sözlerini değiştirebilirler buna odaklanmamlılardı.
“Pişmanlığın
şuan bize ne fayda sağlıyor ki? Başımıza gelecek en kötü şey; ya onun gitmesi,
ya da bizi göndermesiydi. Sayende bunu da yaşıyoruz” ona doğru birkaç adım
atıp, işaret parmağını onu suçlar bir halde sallıyordu.
“Artık kapat çeneni Cenk!” bu kez onu uyaran Mert
olmuştu. Şuan birbirlerini yemek yerine kafa kafa verip, işin içinden çıkmaları
gerekti.
“Bu böyle olmayacak” o an belki tek fikir yürütüp,
bu işten kurtulmaya kafa yorabilen Can olmuştu. Adımları merdivenleri bulup,
aşağı kata ulaştığında, kardeşlerde onu takip etmişti.
Tüm zaman boyunca en rahat olan kişi kesinlikle
Mehmet beydi. Ares’ in sözlerini onlara söylediğinde, acaba gidebilirler mi,
dediği gençlerin her biri kalmak için onu iknanın peşine düşmüştü. Burada
kalacakları, onu yalnız bırakmayacakları için rahat bir nefes verdi Mehmet Bey.
Toplantı odasının kapısının önüne vardıklarında,
nefeslenip, sakinleşme çabası ile araladılar kapıyı. Sonunda tüm kardeşler Ares
ile karşı karşıya kalmıştı.
“Bizim senden başka gidecek yerimiz yok. İçimizden
hiçbirinin gitmeyi cesareti de, yok. Biz senin yanında zorla kalmıyoruz. On yıl
içinde kaç kez dile getirdik bunu, hala farklı düşünüyorsun” Can’ ın gözlerine
bakan Ares, onun sözlerini dinlerken, sanki nefes almayı bile umursamıyordu o
an.
“Biz yetimhanenin duvarları arasında, on kişi, hiç kimsesi olmadan büyüdük. Yaşı dolup, oradan ayrılanlar, dışarıda bir düzen
kurup, diğerlerini de dâhil ettik. Biz Mehmet amcanın ayak işlerini
yapacağımızı düşünürken, o bize seni verdi” karşısındaki Can’ ın, gözleri mi
doluyordu, yoksa odanın loş ışığımı göz yanılması gösteriyordu, Ares’ e.
“Bize patronumuzun sen olduğunu ve seni gözümüzden
bile sakınmamızı söyledi. Yaşadıklarına dâhil olduk, hayatımızın tamamı sen ve
senin o geçirdiğin korkunç zamanlardan ibaretti. Tüm o zamanlarda yanında
olduğumuz için bize ailem dedin” içlerinden bazıları yavaş yavaş gözyaşlarının
süzülmesine müsaade ettiğinde bundan hiçte rahatsız değildi. Bu derin anlamlar
taşıyan sözler onların ta gerçeğiydi.
“Ailem dediğin bizlere kimsenin kolay kolay
erişemeyeceği bir yaşam verdin. Bizlere patronluk yapmadın, kızları evinde
hizmetli olarak kullanmadın. İhtiyacımız olan her ne varsa birkaç saat içinde
elimize tutuşturdun. Bir babanın evlatlarına rahat bir hayat sunması gibi
kardeşim, sen bizim için hiç durmadan çabaladın” sesi titreyerek sözleri devam
ediyordu Can’ ın. Dokunsalar ağlayacaktı ama kardeşinin fikrini caydırmak için
sadece içinden gelenleri birer birer dile getiriyordu.
“Anne ve babasız büyüyüp, yetimhane köşelerinde
süründükten sonra böyle bir yaşam da, bir de manevi anne – baba verdin. Gitmek
isteyen varsa gitsin ne demek Ares? Nasıl gidelim kardeşim biz? Bizim tek
korkumuz bir gün yolunu bizim yolumuzdan ayırman iken, şimdi kendi ayaklarımızla
seni bırakıp, nereye gidelim?”
Ares kardeşinin sözleri düz bir ifade ile
dinliyordu. Her geçen saniye daha da çok geriliyordu kardeşler. Ne olacak, Ares
ne diyecek, her biri büyük bir sabırsızlığın içindeydi. Kardeşlerinin yüzüne
bakarken, umutla bakıyorlardı.
“Silahlarınızı çıkarın” konuşan Ares ile birlikte
söylediği şeyi anlamaları bir zaman olmamıştı. Ancak her biri onun söylediğini
yerine getirdi.
“Birbirinize yaklaşın” onun sözlerine sadece itaat
ederek yanıtlıyorlardı. Ne olduğunu ve Ares ne düşündüğü hepsi için merak
konusuydu.
“Silahlarınızı hazırlayıp, karşınıza nişan alın”
söylediği ile her birinin aklında sahneler belirirken, gözleri karşılarında olan
Ares’ in, içinde yaşadığı duyguları büyük bir ustalıkla gizleyen ifadesindeydi.
Fakat içlerinden Egemen, Ares’ in sözlerini yine yerine getirerek, silahını
hazırlamış ve karşısında doğrultmuştu. O an bu toplantı odasında Ares’ e nişan
alınmış beş silah vardı.
“Üç dediğimde tetiği çekeceksiniz. Eğer söylediğimi
yapmayan olursa, artık kalacak başka bir yer bulsun kendine” kararlı gözleri
ile bunun bir alay ya da eğlenceli bir şey olmadığını söylüyordu sanki.
Kardeşlerin elinde, kendi kardeşlerine doğrulttukları silahları ile öyle kala
kalmışt. Her birinin işaret parmağı tettiğin üzerindeydi. Ama titreyen
ellerinin yanlışlıkla tetiği çekmesinden dahi korkuyorlardı.
Her biri Ares’ in farkı bir noktasında hedef
almışken, Can’ ın hedef aldığı nokta Ares’ in sol göğsüydü, yani onun hedef
aldığı nokta kalbi olmuştu. Eğer onun sözüne karşı gelmemek için her biri
tetiği çekerse, Can onun hayatını tehlikeye sokabilirdi. Dört kurşun yarasının
yanında bir de kalbine denk gelen beşinci kurşun. Belki de, o an Ares Karal
hayatını, kardeşlerinin kurşunu ile hayatını kaybedebilirdi.
“Bir” Ares saymaya başladığı sıra, titreyen elleri
sanki silahlarının sallanmasına bile sebep oluyordu. Her birinin aklında o an;
bunun bir test olduğu vardı. Ares bu on yıl içinde, çoğu kez böyle testler ile
onların sadakatlerini ölçüyordu.
“İki” yapmaları gerektiğine inanan Ares, her biri
ile göz göze geliyordu. Farkında olmadan kendini bu konuşa kasıyor ve iki
elinin yumruk şeklini aldığını fark edemiyordu. Belki bu yüzden sol avucunda
olan yaranın yeniden kanamaya başladığından haberi yoktu. Yere düşen her kan damlası ufak kırmızı bir göl oluşturmuştu.
Bu bir
test Egemen, yıllar önce birçok kez karşılaştın. Sakın telaş yapma…
Sakın bir
hata yapma Can, sadece tetiği çekeceksin…
Sakin ol
Cenk ve sadece emre itaat et…
Hadi,
Anıl bunların hepsi senin yüzünden. Sakın yine bir aptallık yapma…
Yapman
gereken sadece tetiği çekmek Mert, ondan sonra her şey normale dönecek…
Her biri kendi yapması konusunda ikna ederken,
biraz başarılı olmuş sayılırlardı. Bir daha hata yer yoktu. Ares ‘in emrine
karşı gelemecekeleri gün gibi ortadaydı.
“Üç” o an beş silah sesi de, odada yankılanmıştı.
Ses yalıtımı olan odada, ses yukarı ulaşmamış olsa da, beş silahın sesi de, bir
bomba etkisi gibi yayılmıştı.
“Hedef değiştirdiniz” Ares’ in sözlerinin ardından,
her biri derin derin soluk, alıp verirken, onu yüzünde ki ufak gülümsemeyi
gördüler. Kardeşler onun emrine uymak için tetiği çekmeden hedef değiştirmiş ve
onunla, aralarından olan boşluğa, yeri, hedef almışlardı.
“Tetiği çekmemizi söyledin. Seni vurmamızı değil”
onun gibi gülümseyen Egemen, tam anlamı ile gerginliğini üzerinden atamamıştı.
Elleri hala titremeye devam ediyordu. Her biri rahatlayarak nefes almaya
başladığında, sonunda gülümsemeleri, koca kahkahalara dönmüştü.
Böyle birkaç teste daha tabi olmuştu kardeşler, bu
on yıl içerisinde. Belki de, onların istedikleri için mi yoksa kendi zoru ile
mi kaldıklarına ikna edemediğindendi.
Ben size
güvenip, nişan aldığınız silahın ucunda, hiç tereddüt etmeden durabilirim.
Peki, siz emrimi yerine getirmek için birçok şeyi göze alabilir misiniz?
Ares bunun yanıtını öğrenmek istemiş ve aldığı
yanıttan hayli memnun olmuştu. Onun sözünü yere düşürmemiş ve emrini yerine
getirmişlerdi. O an odada her biri rahat bir nefes almıştı. Birbirlerine bakıp,
gülümsediklerinde, olanların biraz olsun normale döndüğüde hissediliyordu.
Ancak o an bir şey oldu. Ares’ in yüzünde olan
gülümseme bir anda silindi. Bilincini kaybediyordu sanki kalp monitöründe düz
bir çizgi görünen bir hasta gibiydi o an. Gözlerini perdeleyen bir şeyler,
kulaklarını sağır eden bir uğultu vardı.
Yer ayaklarının altından çekiliyor gibi olduğu yere
yıkılmıştı. Bir ölüden farksız bir halde bedeninin aşağıya süzüldüğünü gören
kardeşler, o an olanı anlayamadan ona doğru atıldı. Ellerinde silah düşmüş ve
göz hareleri korku inmişti.
“Can hemen Doktor Ahmet’ i ara” kendi sözlerini
bile doğru düzgün duymadan söyleyen Egemen’ in Ares’ in yanına çökmüş ve onun
başını kucağına çekmişti. Ares’ in gözleri kapanmış ve kardeşlerinin nefesini
elinden almıştı sanki.
ARREESSS üzümlü kekim.
YanıtlaSilYeni Bölüm Gelsin En Heycanlı Yerde Bitti Yaaa
YanıtlaSilYeni bölümmmm 😍😍😍
YanıtlaSil