Mehmet Bey depoda yaptığı telefon görüşmesinin
ardından beklediği misafir nihayet depoya varmıştı. Bir polis için deponun
yerini bulmak zor olmasa da, bu kolay olduğu anlamına da gelmiyordu. Amir bey
gelen Mehmet Beyin telefonunun ardından iki genç meslektaşı için büyük bir
kaygıya düşmüştü. Ares Karal onlara ne yapmıştı? Orada ne ile karşılaşacaktı?
Ulaşmak
istediğin noktaya geldiğinde, kapının önünde birkaç adamdan gözlerini ayırmadan
depodan içeri girdi Amir Bey. İçeri adımını attığında, yüzünü ele alan ifadenin
tek açıklaması kesinlikle tiksintiydi. Sanki ayaklarının altında kırmızı bir
göl vardı.
Ayakkabılarını
kirleten bu kırmızılık ise kaç insanın son kan damlasıydı? Kaç adamın
çığlıklarıydı şuan kulaklarında yankılanan? Burası iğrenç bir yerdi. İnsan
şahit olmadığı şeyleri bile hissederken, o anı yaşıyor gibiydi. Amir beyin
ayakkabısını kırmızı bir göl kirletmese de, o an bunu yaşıyordu. Depo rahat
edecek kadar sessiz olsa da, Amir beyin kulakları sağır eden çığlıklar
duyuyordu.
“Anlaşmayı bozdun” etrafta gözlerini gezdiren Amire
karşı konuşan Mehmet Bey ona öfkeli gözlerle bakıyordu.
“Böyle bir şey yapacaklarından haberim yoktu”
karşısındaki adama doğru ilerlediğinde, etraftan gözlerini alamadı, Amir Bey.
Şuan ne büyük meraktı, iki genç meslektaşıydı.
“Ama olmalı ve bunu engellemliydin. Biz yıllar önce
seninle bunu için bir anlaşma yaptık” dikkatle dinliyor, Amir bey karşısındaki
bu adamı.
“Benim yıllarca yaptığım bu anlaşmaya uymak zaten”
kendinin bedenini de ele geçiren bir öfke vardı o an. Ve her geçen dakika iki
genci daha çok merak ediyordu.
“Buraya gelen polislerden biri, oğullarımdan birini
omzundan yaraladı” keskin bir ifade ile söyleyen Mehmet Bey, karşısındaki
adamın tepkisine bakıyordu. Onun bu sözleri ardından midesine sert bir yumruk
yedi sanki o an, Amir bey.
“Sonra?”
sorusunu korkan bir tavırla sormuştu. Şuan gözlerine baktığı Mehmet Arslan’ ın
kendi himayesi altında olan, evladı yerine koyduğu adamlardan biri
yaralanmıştı. Bunun hesabını sormaktan asla geri durmayacak bir adamla karşı
karşıya kaldığının farkındaydı Amir Bey. Sonunda ne olduğunu ve hatta iki meslektaşının da yaşayıp, yaşamadığı öğrenmek istedi.
“Aldığı karşılık, yaptığının aynısı oldu” aynı
karşılığı almak, onunda omzundan yaralanmış olduğu anlamına geliyordu. Bir
nefes bıraktı dışarı doğru.
“Bu şehirde yeni işe başladığında yine böyle karşı
karşıya gelmiştik. O zamanla, bu zaman arasında değişen hiçbir şey yok.
Sözlerim, o gün nasılsa, bugün de öyle olacak. Sen ve polis arkadaşların
evlatlarımdan uzak durun.
Onların ne yaptığını da, nasıl yaptığını da iyi
biliyorsun. Senin de işine gelmiyor mu bu? Müebbet verilmesi ya da idam
edilmesi gerekirken, sokağa salınan iti, kopuğu, onların avladığı bilmiyor
musun sanki? Bunun yanlış olmadığını düşündüğün için benimle yıllar önce el
sıkışmadın mı zaten?” durup nefes bıraktı dışarıya Mehmet Bey, öylece
karşısındaki adamın yüzüne bakıyordu.
“Ben tüm her şeyini oğluna devretmiş emekli bir
adamım. Sen ve arkadaşların eğer yine evlatlarımın etrafından olursa, bir daha
ki karşılaşmamızda, şuan karşısında emekli olan baba, evlatlarını korumak için
çok farklı bir babaya dönüşebilir”
_
Konuşmanın ardından herkes kendi yoluna
ilerlemişti. Amir Bey, iki genç polisi de, alıp depodan hızla uzaklaşmıştı.
Yolundan yarısında, arabayı kenara çeken Amir Bey, öfkeli gözleri arkada oturan
gence dönmüştü.
“Ne yaptınız siz şimdi? Neyi başardınız, hani
nerede madalyalarınız?” öfke ile çınlayan sesi sanki arabayı sarsıyordu. Mahcup
halleri ile sessizce oturuyordu, iki gençte. Düşündükleri şey; gerçekten bu
yaptıklarının ne işe yaradığını sorgulamaktı.
“İki tane polis gidip, öylece yılların Ares Karal’
ını yakalayacağınıza gerçekten inandınız yani? Hadi Caner burada yeni, ya sen Yakub, sen nasıl kalkıştın böyle bir şeye? Öylece gidip, Ares Karal’ ı
yakalayabileceğinize inandıysanız eğer gerçekten aptalsınız. Çünkü buna sadece
aptallar inanır” hesap soruyor, kızıyor, öfke ile elleri ara sıra direksiyona
çarpıyordu. Ancak bu onun tamamen endişe ve kaygılanmasındandı. Mehmet Arslan,
onları sağ bırakmaya da bilirdi.
“İşinizi yapmak istiyor ve bunu göreviniz olarak
görüyor olabilirsiniz ama böyle adamlara tüm şehir sessiz kalıyor. İyi yanı
öldürdükleri her adamın suç dosyası oldukça kabarık. Adalet doğru işleyen bir
olgu olsaydı eğer belki böylelerine iş düşmezdi. Belki de bu yüzden çoğu insan
bunların yaptıklarına susuyor” derin nefes bırakıp, gözleri yeniden önüne
döndü. Üzgün bir hali vardı ama sözlerini inandığı için dile getiriyordu.
“Bir daha
sizinle böyle bir konuşma yapmacağım. Eğer yine böyle bir şeye kalkışırsanız,
onlardan önce ben sizin canınıza okurum. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı Amirim” ufak bir fısıltı gibi duyuldu,
her ikisinin ağzından da.
_
Akşam yavaş yavaş şehre çökmüş ve ayın tüm
ihtişamını gözler önüne sermişti. Meliha hnaım Bere ile birlikte malikânede
kaldığı süre boyunca akşam yemeğini hazır etmiş ve diğerlerinin gelmelerini,
Beren ile sohbet ederek beklemişti.
Kızlarda restorandan ayrılıp, eve doğru yolu
koyuldukları vakit, erkekler de, aynı şekilde, olanlardan sonra eve ulaşmayı
hedefliyordu. Ares’ i en son depodan yanlarından bir hışımla ayrıldığından bu
yana kimse görmemişti ve kimse de irtibata geçememişti.
Anıl bu yüzden kendini sorumlu tutuyor ve
kardeşlerinin yüzüne bakamıyordu. Malikâneye ulaşan erkekler bir umut Ares’ in
arabasını burada göreceklerini düşünmüş olsa da, boş park yeri onları hayal
kırıklığına uğratmıştı. Her olan şeyde kendini toplantı odasına kapatan Ares,
başka nereye gitmiş olabilirdi ki?
Anıl kendini yaptığı şeyden affetmese de, daha çok
Ares’ in onu affetmeyeceği düşüncesine yanıyordu. Daha önce Ares ile hiç böyle
bir şey için karşı karşıya gelmemişlerdi. Ares ne hissetmiş ve ne düşünüyor
olduğunu ufacık bile tahmin edemiyor olmak onları korkutuyordu.
Egemen tüm kardeşlerini uzun uzun tembihlemiş ve
yaşananların hiçbiri kızlara belli edilmeyecekti. Zile uzanan Cenk’ in ardından
onları kapıda güler yüzü ile karşılayan Nilay olmuştu. Her şey yolunda pozu
vermek zorundalardı ama kimse rolünü hakkı ile yerine getiremiyordu.
İçeri adımını atar atmaz, merdivenlere yöneldi
Anıl. Aceleci adımları ile merdivenlerden koşar gibi çıkıyordu. İçi içini
kemiriyor ve elinden bir şey gelmiyor oluşu ona hasar veriyordu.
“Anıl!” ona arkasından seslenen Egemen’ i, o an
Anıl duymamıştı bile. Kardeşler öylece onun arkasından bakıyordu.
“Biraz yalnız kalsın Egemen, eminim içi içini
yiyordur” Can’ ın sözlerini başı ile onayladı Can. Sanki bir yas havası vardı
etrafta. Kızlar kapıda gördükleri sevgililerinden bir şey olduğunu sezseler de,
bunu sormak gibi bir düşünceleri yoktu.
Beren’ in
Ares’ in gelmiş olmasını umut dolu gözler ile bekliyor olmasını gören erkekler,
olanların daha da acı verdiğini ve bu işin birçok şeyi etkileyeceği hissine
kapılmalarına neden olmuştu. Salona ilerlediklerinde sanki bir yemin vardı üzerilerinde.
Konuşmak, başını kaldırmak ve diğerleri ile göz
göze gelmemek için yemin etmiş gibi ilerliyorlardı salona doğru. Ares’ in bu
ortamda olması ve her şeyin değişmeden devam etmesi daha düne kadar normalken,
şimdi nedensizce uzak görünüyordu.
Ares’ in dünyasında yalnızca iki mekân vardı. Tabii
iş seyahati için birkaç kez başka şehirlere veya yurt dışına çıkması gerekmişti
ancak bunlarda bir ya da iki gün ile sınırlıydı. Onun kullandığı yerler şirket
ve malikâneydi. Ama arayıp sorduklarında olmadığını söylemişlerdi. Şimdi ise
evde de yoktu.
_
Odaya kaçar gibi çıkan sevgilisinin halini fark
eden Selin, peşinden gidip, onun neyi olduğunu öğrenmek için hayli
meraklanmıştı.
“Anıl, neyin var sevgilim” birlikte paylaştıkları
yatakta oturmuş ve ağlaması an meselesi gibi bir ifadeye sahip olan
sevgilisinin yanına oturdu Selin. Onun enerjik ve yerinde durmayan halinin
yanında şuan ki hali arasında koca koca dağlar vardı sanki. Bu yüzden
endişelenmeden edemedi.
“Vuruldum, hem de bir polis tarafından” sözlerini
anlamaya çalıştığı sıra rahatça söylemesinin yanında, vurulmuş bir adamın şuan
böyle karşısında oluşunu garipsemişti.
“Nasıl, neyi-“ endişe ve korkuyla doldu gözleri.
Vurulmak, hem de sevgilisi parça parça beynine işliyor gibiydi.
“Önemsiz bir şey, ufak bir sıyrık sadece bir şeyim
yok. Mesele bu değil zaten” gözlerine bakan sevgilisinden gözlerini
ayırdığında, odanın zeminini süsleyen halının üzerine kaydı. Desenini
incelemiyor sadece boş boş bakıyordu Anıl. Onu yapabilecek kadar kendinde
değildi aklı.
“Ne peki?” ellerini kavrayıp, haline baktığı
sevgilisinin bu denli üzgün haline yabancıydı Selin. Onun yanında olduğunu
hissettirmek ve bedenini sarıp sarmalayan gris sis bulutundan kurtarmak
istiyordu.
“Polisler depoya baskın yaptı. Ares ve Mehmet amca
o an şirketteydi. Kurşunlardan biri omzumu sıyırdı sadece. Ares geldiğinde,
beni vuran adamı vurmamı istedi. Sadece benden onu aynı şekilde yaralamamı
istedi. Ama yapamadım. Adamın parmağındaki yüzüğünü gördüğümde, tetiği
çekemedim” ses tonu bile bu durumun onu ne kadar etkilediğini sevgilisine
kanıtlar gibiydi.
Onun ellerini sıkı sıkıya tutuyordu Selin. Gözleri
ile her hareketini, her mimiğini takip ediyordu. Onun içine düştüğü durumun
farkına varıyor ve içinde verdiği savaşa tanık olarak bakıyordu.
“Yapmalıydım Selin, sırf Ares emretti diye o adamı
vurmalıydım. Ben yapmadığım da ne hissetti kendini kim bilir? Belki korkaklık,
belki aptallık bu yaptığım. Ares bunu asla unutmayacak” kendini sevgilisinin
kolları arasında bıraktı Anıl. Onun bedenine sıkıca sarılmak, biraz olsun
rahata kavuşmak istedi.
“Bunları bana anlatmamalısın Anıl” Ares’ in koyduğu
kurallardan birini sevgilisine hatırlattı Selin.
“Bunları sana anlatmazsam asla rahatlayamam
sevgilim. Sen benim; arkadaşım, sırdaşım, her şeyimsin. Seninle bunları
konuşmak, kollarında olmak bile rahatlatıyor. O adamı vurabilirdim ben Selin.
Bana verdiği zarardan daha az zarar vererek bile o adamı yaralayabilirdim. Ama
yapmadım, yapamadım. Kardeşimin sözünü yere düşürdüm”
“Sakin ol, sevgilim. Ares elbette seni affedecek
ama bunun için biraz zamana ihtiyacımız var. Onun bize ne kadar değer
verdiğini, bizim için ne kadar uğraştığını biliyorsun. Bu yaptığın şey keşke
yaşanmamış olsaydı. Ama maalesef olmuş artık. Şimdi sadece her şeyin biraz
sakinleşmesini beklemeliyiz” Selin bunları dile getirirken, amacı sevgilisini
biraz olsun rahatlatmaktı. Zira kendi de sözlerinden şüphe ediyor ve öyle
olması için diliyordu.
_
Ares depodan ayrıldığından bu yana kaç kez şehri
kez tavaf etmişti, saymadı. Güneşin gökyüzünü süslediği bir zamandan ta ki,
aydın en ışıltılı zamanına kadar ayağını bir türlü gazdan çekmeden ilerlemişti.
Bu durumu yaşayacağı hiç aklına gelmemişti. Bir gün bir nedenden ötürü
kardeşlerinden birinin ona bunu yaşatacağını hiç düşünmemişti.
Onu ele alan birden çok duygu varken, kendini en
çok belli eden hayal kırıklığıydı. Ares, Anıl’ a fazlası ile kırılmış ve bunu
şuan için hazmedemiyordu. Açıkçası Anıl’ ın bu yaptığını da anlayamıyordu? Onun
tereddüt eden ellerini, korku ile bakan gözlerini ve kulaklarında yankılanan yapamam sözü yankılanıyordu.
Daha önce böyle bir şey yaşamamıştı. Belki de bu
kadar etkilenmiş olması bundan kaynaklıydı. Ya da sadece kardeşine yapılan
şeyin hesabını sormak istediği vakit bunu yapmayan kardeşine kızıyordu.
Ailesine el uzatan biri varken, kardeşi neden tereddüt ediyordu?
Uzun uzundıya geçen araba yolculuğu sonunda bir
varış yeri seçmişti kendine. Ares Beren’ in anne ve babasının mezarının
bulunduğu kabristana gelmişti. Onun gideceği, ya da gitmek isteyeceği başka bir
yeri yoktu. Dünya kendi halinde dönüyordu. Ama Ares onun içinde de kendi ayrı
bir dünya kurmuş ve onu kendi elleri ile çeviriyordu.
Ares nefes alırken, yemek yerken, uyku ilaçlarının
yardımı ile bile olsa uyurken, bile yaşamıyordu. O hayatta olduğu halde
yaşamıyordu. O sadece hayattaydı o kadar. Kendi ait olan dünyanın dışında
kalanlar ile ilgilenmiyorken, o şuan da kendi dünyasına gitmek istemiyordu.
“Karşınıza böyle bir adam olarak durmak benim için
onur kırıcı ama maalesef ki kızınızı seven ve onun de sevdiği, şuan karşınızda
gördünüz bu lanet herif” sevgilisinin anne ve babasının mezar taşlarına
bakıyordu Ares. Yine böyle bir gece ancak başka bir yaşamda olmayı diledi o an.
Beren gibi birinin sevgisini tamamen hak eden bir adam olarak, onun anne ve
babasının mezar taşlarına bakmak istedi.
“Eğer onun yanında olmam sizi rahatsız ediyor ve
bizi onaylamıyorsanız, son derece haklısınız. Ben etrafına bela saçan lanetli
biriyim. Annemin hayatını dahi etkileyen bendim. O adamdan çocuk doğurmamış
olsaydı, belki onu Karal ailesine bağlayan hiçbir neden olamazdı” bacakları
bedenini taşımak istemediğinden sevgilisinin annesinin mezar taşının üzerine
oturmuş ve onlarla dertleşmeye devam etmişti.
Etraf sessiz ve insanı ürpermesine yetecek
ıssızdı. Ares nedensizce buradan korkmuyordu. Oturuyor ve karanlığa meydan
okuyan gecenin incisi diye bilinen ayın yüzüne bakıyordu. O da kendi gibiydi.
Yalnız ama gösterişli, herkes ona bakıyor, herkes onu biliyor ama kimse ona
ulaşmadığı gibi ona derdini de sormuyordu.
Hâlbuki bu inci gibi parlayan ayın yanında olan bir
dolu yıldızı vardı. Karanlık gökyüzünü süsleyen ay ve yıldızlar yan yana
olduğunda ilk önce hangisinin güzelliğine bakıyordu insanoğlu?
“Annem benim kocaman ailemdi. O olmadan nasıl devam
ederdi hayatım, düşünemez, düşüncesine bile oturur ağlardım. Güçsüz ve çelimsiz
bir çocuktum ben. Onu benden aldıkları zaman koruyamadığım gibi karşı bile
koyamamıştım. Tek varlığım olan annemin yok olduğuna gözlerimle şahit oldum”
Ay ve yıldız yan yana olduğunda, ilk kime bakmak
isterse, ona bakar insanoğlu. Ama karanlık gökyüzüne baktığında ayın görüşünü
merak etmeden de edemez. Aya baktıktan sonra görür yıldızında oralarda
olduğunu. Ares şuan gözlerinin önündeki ay gibiydi. Onu herkes görüyordu ama
içinde yaşadığı şeylerden herkes bir haberdi.
“Bana
bahşedilen ailemi korumak için yemin ettim. Artık güçlüydüm. Çelimsiz,
tecrübesiz bir çocuk değildim. Artık aileme zarar vermek için her ele karşı bir
kalkan sağlamlığında, karşı durabilirdim” yüzünde acı bir gülümseme belirdi Ares’ in. Yaptığının işe yarayıp, yaramadığını sorguluyordu.
“Onları kendi kurduğum dünyada yaşamaya belki
mahkûm ettim. Her adımlarını takip ettim, yanlarında olmadığım her anın dakika
raporunu istedim. Koşulsuz şartsız yanımda olan bu insanları aldıkları bu
karardan caydırmamak için elimden gelen tüm gayreti gösterdim” gözleri yerdeki
irili ufaklı taşlara kaydı. Öne doğru eğilmiş ve ellerini birleştirmişti.
Bu soğuk havanın ortasında kalan savunmasız bedeni
soğuğu hissederek titriyor ama gram umursamıyordu. Ağzından çıkan beyaz buhara
tanık oluyor, gözleri onlara kaydığında, havada aldıkları şekillere bakıyordu.
İçini acıyor kavruluyordu Ares’ in, dünyada tek sığındığı ailesiyken, şuan
oraya bile gitmek istemiyordu.
“Ben kardeşlerimi yine koruyamadım. Sanki yaptığım
bunca şey hiçbir işe yaramıyor. Belki benimle hiç karşılaşmamış olsalar,
yaşamları çok daha iyi ilerleyecekti. Belki onların hayatını böyle köşe sıkıştıran
ben ve benim korkularım” ellerinden biri alnına gitti. Sanki kaşınan bir yer
gibi usul usul hareket ediyordu. Sahi gerçekten yalnızca ayın aydınlattığı bu
kabristanın ortasında kalmış olan bu beden, neden bir gram bile korku
hissetmiyordu?
“Ben bugün o polis memurunu, sırt Anıl’ a verdiği
zarardan ötürü öldürebilirdim bile ama onlar da bunu yapabilir mi? Ya ben bugün
o adamı öldürdüğümde, bugün tetiği çekemeyen Anıl ya da diğerlerinin bana
bakışları nasıl olurdu? Her şey üstün olan ailemin bana olan bakışları değişse,
bundan sonra hayatım nasıl bir yol izlerdi?”
Malikânede o sıralar yemek masası yavaş yavaş
kurulmaya başlamıştı. Kızlar masayı kurarken, bilerek oyalanır gibiydi. Ares
henüz eve gelmemişti ve bu yüzden aceleye de gerek duymadılar. Selin ve Anıl
henüz odalarından ayrılmamıştı.
Beren bileğinden dolayı erkekler ile birlikte
salonda, masanın kuruluşunu izliyordu. Ares erkekler ile gelmemişti. Gecikeceğine
dair bir haber, bir mesaj da yoktu. İçine yine o sancılandıran kuşku düşmüştü.
“Egemen” Beren’ in sesini duyan erkeklerin hepsinin
adı çağırıyormucasına baktılar ona. Her birini onun ne soracağını biliyor ve
bundan dolayı büyük bir kaygı yanıyorlardı.
“Efendim” gelecek olanı bile bile baktı, genç kızın
gözlerine.
“Ben Ares’ e birkaç saattir ulaşamıyorum. Bu saat
oldu hala gelmedi. Acaba şirkette bir sorun mu çıktı?”korkuyla sorduğu sıra
terslenmenin endişesini taşıyordu. Ama Ares’ in neden gelmediğine dair olan
korkusu fazlası ile ağır basıyordu.
“Bir sorun yok. Acil bir işi çıktığından dolayı
gecikecek biraz. Telefonunda şarjı bitmiştir. O yüzden ulaşamamışsındır”
yalan söylüyor olmanın rahatsızlığı içindeyken, bunu asla yüzünden anlayamazdınız.
Gözlerini kaçırıyordu ama Beren fark etmedi. Tüm endişesi ile sevgilisini merak
edip, gözleri yolda kalan bu genç kızı kandırmaktan ötürü hayıflandı. Ama
gerçeği de söylemezdi.
Acil bir dedikleri andan itibaren gerisini
dinlemedi Beren. Depo dedi içinden,
Ares yine mi oraya gitmişti. Neden gelmemiş olsun ki başka türlü, bu saate
kadar Ares’ in dışarıda, kardeşlerinin burada olduğu ne işi olabilirdi?
“İnan bana Beren, kesinlikle düşündüğün gibi değil.
Bunu için sana yemin dahi yemiz edebilirim” Can, onun gözlerine inan perdeyi
izliyor ve içine düştüğü durumun farkındaydı. Kim olsa aklına aynı şey gelirdi.
Bunu anlamamak için aptal olmak lazımdı.
“Öyleyse nerede, söyleyin lütfen. Neden hala
dışarıda?” onun ses tonunu duyan herkes, onun şuan karşısındaki bu adamlara,
yalvararak sevgilisinin yerini öğrenmek istediğini, anlayabilirdi.
“Benim yüzümden” gelen sesi tanıyorlardı ve herkes
aynı anda kapıya döndü. Anıl, öylece kapıda dururken, gözleri Beren’ in
üzerindeydi. Yaptığının hatasını vicdanı ile çeken Anıl, Beren’ in içinde
olduğu endişe yüzünden gözyaşlarını serbest bırakmak üzereydi. Zira aynı endişe
onda ve diğerlerinde de vardı.
“Benim yüzümden gelmeyecek. Beni asla affetmeyecek.
Ares eve benim yaptığım salaklık yüzünden gelmiyor”Anıl’ ın bu sözlerinin
ardından hışımla ayağa kalktı Egemen.
“Anıl, sus artık!” dişlerinin arasından
söylediğinde, gözlerinde de öfke vardı. Ancak başka bir ses ile birkaç öfkeli
göz de ona dönmüştü.
“Bunun farkında olman gayet güzel bir gelişme” Cenk
bu durumun tamamen Anıl’dan kaynaklı olduğunu bilirken, içinde tutmak
istemeyenlerdendi.
“Cenk!” bir uyarı niteliğinde seslendi Mert,
kardeşine. Tüm bunlara bir anlama yüklemeye çalışan Beren, ne yazık ki
yapamıyordu. ‘Beni asla affetmeyecek.
Benim yaptığım salaklık yüzünden gelmiyor’ bu sözlerin ne demek olduğunu
dahi anlayamıyordu o an.
“Ben aptallık etmeseydim böyle olmazdı. Eğer hiç
düşünmeden o tetiği çekseydim... O adamı yaralamı mı istedi. Hâlbuki öldürmemi
bile istese neden tereddüt ettim ki?” Egemen onun yanına varana kadar sözlerine
devam eden Anıl, ne konuştuğuna ve kimin duyduğuna dikkat etmiyordu. İçini
yoran, canını yakan her ne varsa diline geliyor ve o olduğu gibi dışarı
salıveriyordu.
“Sana sus dedim Anıl. Çık şu salondan” yanına
ulaşan Egemen, iri elleri ile onu kolundan yakalayıp, apartopar salondan dışarı
çıkarmıştı. Öfkeli gözleri ile baktı kardeşinin gözlerine. Onun olanlar için ne
kadar pişman olduğunu görse de, öfkesi sönmedi. Boşboğazlığı meslek edinmiş
olan kardeşine oldukça kızgındı.
“Artık o çeneni kapalı tut Anıl. Beren’ in de seni
duyduğunun farkında değil misin?” kolunu hızla geri bıraktığında, ses tonu
kızların duyma ihtimaline karşılık olarak oldukça alçaktı.
“Korkuyorum Egemen, bunca saat gelmedi. Bu
sessizlik korkutuyor beni” gözleri dolduğunda bu sadece yaptığı şeyin ne ile
sonuçlanacağını bilememesinin korkusundandı. Belirsizlik daha da
endişelendiriyor ve sanki hiç düzelmeyecek hissi ile boğuyordu.
Ahh benim Aresim 😪🤧
YanıtlaSil