Ana içeriğe atla

Karanlığın Efendisi - 27. Bölüm


Aradan geçen birkaç saatin ardından Meliha Hanım ayaklandığında Beren’ de ona gözlerini çevirmişti.

“Benimle bir köpüklü bir kahve içmek ister misin kızım?” naif bir tavırla sorduğunda Beren’ de onun nezaketine aynı şekilde karşılık verdi.

“Teşekkür ederim Meliha teyze, ben kahve içmeyi pek sevmiyorum”

“Pekâlâ, kahve için mutfakta olacağım. Eğer ihtiyacın bir şey olursa lütfen seslen” o an bir burkulmaya bu kadar ilgi gösteren bu ailenin Ares’ in üzerine titremesini şuan daha iyi anlıyordu. Meliha hanımın salondan ayrılmasının ardından salonda yalnız kaldı Beren.

Mutfağa geçen Meliha Hanım, kahvesini yapmak için ocağa cezveyi koyduğu sıra bir telefonun melodisini duymuştu. Kulağına dolan ses hala son bulmadığında, harekete geçip, sesi takip etmişti. Portmantodan gelen sese ulaştığında, bir çantanın içinden nihayet henüz susmamış olan sesin kaynağına ulaşmıştı.

Erkanda yazan Ares ismi ile bu telefonun sahibinin kim olduğu o anlamıştı. Adımları hız kesmeden salona ilerledi. Ocağa yeni koyduğu kahvesinin hemen taşmayacağının rahatlığı ile salon kapısında içeri adım attı.

“Beren sanırım bu senin telefonun” diyerek telefonu uzattığında, Beren’ de kimin aradığını düşünerek onu onaylamıştı.

“Teşekkür ederim” eline aldığı telefonun üzerinde sevgilisinin adını gördüğünde ister, istemez bir gülümseme belirmişti yüzünde. Telefonu yanıtladığı sıra Meliha teyzesinin sesini duydu.

“Ben kahvem taşmadan gideyim” aslında amacı onun bu özel konuşmasında rahatsızlık vermemekti. Adımlarının sonunda mutfağa yeniden ulaştı Meliha Hanım.

Heyecanlı elleri ile arayan sevgilisinin yanıtlayan Beren, kulağına dayadığı telefon ahizesinden ona sesini ulaştırdı.

“Efendim” naif ve titrek bir sesle onu yanıtladığında, Ares ile telefonda konuşmaya hala alışmadığını o an daha iyi anlamıştı.

“Neden bu kadar geç açtın. Telefonun yanında değil miydi?” kızgın ya da hesap soran bir ses tonu yerine meraklı bir ses tonu duydu Beren.

“Hayır, değildi. Sanırım çantamda kalmış. Meliha teyze bana ulaştırıncaya kadar da biraz zaman geçti.

“Pekâlâ güzelim. Seni merak ettiğim için aradım. Bileğin nasıl?” ayrılmalarının üzerinden birkaç saat geçmiş olmasına rağmen onun aramış olması ve gösterdiği ile şımartılan bir çocuk gibi hissetmesini sağlıyordu.

Ares şirkete ulaştığında, ilgilenmesi gereken birçok dosyanın ortasındaydı. Ancak her geçen saatte ilgi azalmış ve aklını meşgul eden bir şey ortalığı karıştırmıştı. Güzel sevgilisi nasıldı, bileği ağrıyor muydu? Yalnız mıydı yoksa yanında birileri var mıydı?

“Gayet iyiyim ben, bu kadar meraklanmaya gerek yok” ancak gerçek aslında pekte öyle değildi. Bodrum katına indiğinden beri, bileğinden fazlası ile rahatsız edici bir sızı hissediyordu Beren.

“Peki, ilacını içtin mi?”

“Henüz değil ama içeceğim”

“İçmeyi unutma güzelim. Yanında seninle kalan bir tek Meliha teyze mi var?” elinde tuttuğu kalemi masa üzerinde bir ritim halinde masasına vuruyor ve yanıtını bekliyordu.

“Evet, kızlar restorana gitti”

“Anladım. Akşam için istediğin bir şey var mı?”

“Hayır, teşekkür ederim ama yok” yanaklarının ısındığını hissettiğinde, elleri ile kendine doğru sallayıp, ısısını düşürmeye çalıştı. Sımsıcak bir sevgiydi, sevgilisinin ona bahşettiği. Bu sevgi karşısında gözleri doluyor ve her gün şu kışın ortasında bile bahara uyanıyordu.

“Aşkama görüşürüz”

“Görüşürüz” telefonu kapattıktan sonra yüzünde koca bir sırıtış ile ekranı kararmış telefonuna baktı.

“Senin için bu kadar endişeleniyor olması, beni fazlası ile sevindiriyor” gelen ses ile birlikte irkilip, telefonunu hızla koltuk boşluğuna bıraktı. Meliha hanım elinde kahvesinin bulunduğu tepsi ile birlikte içeri girmiş ve yanında doğru adım adım yaklaşıyordu.

“Al bakalım güzel kızım. Eminim çikolata seviyorsundur” onu başı ile onaylayan Beren, yanına bırakılan, çikolata kâsesinden çikolata alıp arkasına yaslandı.

“Hazır yalnız kalmışken, seninle biraz sohbet edelim. Olur, mu?” koltuklardan birine oturmadan hemen önce önüne ufak bir sehpa koyan Meliha hanımın kahve tepsini de, onun üzerine bırakmıştı. Meliha hanımı başı ile onaylayan Beren elindeki çikolatasından da, bir ısır almayı ihmal etmemişti.

“Ama şuan karşısında Ares’ in Meliha teyzesi olarak değil, seninle yeni tanışan ve seni fazlası ile benimseyen, senin Meliha teyzen olarak karşısında oturuyorum” içten, samimi bir konuşma yapmak isteyen Meliha hanım, anne ve baba yokluğu çeke bu genç kızın, bir yakını olarak onun duygularını öğrenmek istiyordu.

“Ares’i tanıyorum kızım, onunla olmanın ne kadar zor olduğunu ve onun yaşadığı şeylere de, ortak olmanın ne kadar ağır olduğunu biliyorum. Onunla olmaya karar verdiğinde, bunun sana nasıl yansıyacağının farkında olarak mı yola çıktın?” sorusunu sorduğunda, Beren kendini gerçek anlamda sorgulamaya başlamıştı.

“Onun için nasıl bir fedakârlığın altına girdiğinin farkında mısın? Yüzündeki bu gülümseme gerçek mi Beren?” bir annenin sorusuydu bu. Sadece birinin değil, Ares’in, bu ailenin ama Beren’ in de, annesi olarak soruyordu Meliha hanım.

“Bazen bunun ne kadar zor olduğunu hissediyorum. Hatta bazenleri bir yerden sonra bunun tıkanabileceği bile aklıma geliyor” ellerinin birbirine nasıl eziyet ettiğini izlemeye koyulmuştu Beren. İçten bir konuşma yapıyordu. Hislerini saklamadan, ya da gizlemeden sözlerini dile getiriyordu.

“Onunla bir ilişkinin zor olduğunu biliyorum ama zorlanmıyorum. Çünkü o beni kesinlikle zorlamıyor. Birkaç gün öncesine kadar gözlerime kaskatı bir ifade ile bakan bu adam şimdi huzurun resmini inceleyen bir ifade takınıyor” dile getirdiği her cümleyi sanki kendine söylüyordu. Kendine de ilişkisinin ne kadar mükemmel olduğunu görüyordu.

“O beni gerçekten seviyor ve ben de onu gerçekten seviyorum. Beni mutlu ettiği kadar ben de onu mutlu etmek istiyorum. Yan yana olduğumuz zaman her şey kolay ve her sorun basit bir çözüme yakın” Ares ile birlikte her şey şuana kadar mükemmel gidiyordu. Seviyor ve sevildiğini hissediyordu. Aklından hiçbir zaman onun ya da kendinin sevgisinin hafif olduğunu hissetmemişti Beren. Onunla olmaktan gerçekten çok mutluydu. Derya’ nın anlattığı o adamdan çok daha farklı bir adam vardı, şuan yanında.

“Benim ona yeni bir hayat bahşettiğimi söylüyor ama asıl bu yeni hayata kavuşan benim. O bana henüz ölmemiş olmama rağmen dünyada cennetin de, yaşanabileceğini gösteriyor. Onun elini bırakmadan bir ömür yanında olmanın huzuruna ermek istiyorum” gözyaşları yanaklarından süzülürken, dinliyordu Meliha hanım. Oğlu Ares’ in elde ettiği mutluluk için döküyordu gözyaşlarını. Kendisine sığınan bu genç kızı böylesine güzel kabullendiği için düşüyordu gözyaşları.

_

Şirkette her şey yolunda ilerlediği bir vakit, erkekler toplantı odasında toplanmıştı. Erkeklerin Ares ile konuşmak istediği önemli bir konu varken, bunu için doğru zamanı bekliyorlardı.

“Ares” söze başlayan Egemen, bunun sözü üstlenmenin sorumluluğu altında kalsa da, bu ailenin sözcüsü olan o idi. Bunu onun yapması gerektiğine inandığı için başlamıştı sözlerine. Kardeşinin gözleri ile denk geldiğinde bunun doğru bir zaman olduğunu düşünüyordu.

“Biz çocuklarla konuştukta, bugün depoya sadece biz gitsek daha iyi olacak sanırım. Bu belli ki, ufak bir sorgu olacak. Mehmet amca ile kalsan daha iyi olacak”çekinerek bu cümleleri kuran Egemen’ in tek sebebi; kardeşinin ilişkisine zarar gelmemesi içindi. Diğer kardeşleri ile göz göze gelen Ares onlarında, Egemen ile aynı fikirde olduğunu görmüştü.

“Beren ile aranda olan şeyler henüz çok taze Ares. Ona yeniden aynı şeyleri yaşatmayı eminim istemiyorsundur. Önemsiz olan bu sorgu için bu riske atmana gerek yok” Egemen’ in sözlerini destekleyen Can ile göz göze geldi Ares. Daha sonra ise Mert’ in sesini duymuştu.

“Adam belli ki, sadece bir piyon, hatta yoldan geçen bir adama silah zoru ile yaptırmış dahi olabilirler” onların sözlerinde, haklı olduklarını bilen Ares’ in, Beren ile olan o yaşadıklarını yeniden yaşamak elbette en son isteyeceği şey bile değildi. Bu yüzden şuan için doğru olanı sözlerini kabul etmekti.

“Pekâlâ, bu kez dediğiniz gibi olsun” onları onayladığında, kardeşleri bundan memnun olmuştu. Zira kimsenin Beren ile aralarında kötü bir şeyler yaşanmasını istemiyordu.

_

Öğleden sonra Ares ve Mehmet Bey şirkette kaldığında, diğerleri de, yakalanmış olan adamın yanına, depoya gitmişlerdi. Ancak o sıralarda, depoda yaşanan bir kargaşa vardı ki; bu kargaşa birçok şeye de sebep olacaktı.

“Biz gereken teklifi verdik. Artık gerisi onlara kalmış. Verdiğimiz teklif, verebilecek en iyi telif, bundan daha iyisi ile karşılaşamayacaklardır” Ares Mehmet Bey ile derin bir sohbetin içindeydi o sıra.

“Bu iş kesinlikle sizde oğlum, böyle adamları tanırım. Fiyatı artırmak için önce naza çekilir sonra ise kıvama gelirler. Hiç şüphen olmasın”

 “Bizim açımızdan pekte bir şey değişmeyecek. Ama bu iş bir an evvel olmazsa, diğer işlerinden aldıkları çekler boşa çıkar” sözlerinin ardından masasının üzerinde duran telefonunun zil sesi tüm odada yankılanmıştı. Ekranda yazan; Egemen’ in adının ardından aramayı hemen yanıtladı.

“Efendim?”

“Ares, adamdan bir şey çıkmadı, bizde adamı saldık. Ama başka bir sorun var” onun sesini tınısından dahi tek tek okuyor gibiydi Ares. Bir sorun değil, koca bir sorun vardı. Bu kadar telaşlı ve bu kadar bozuk bir ses tonunun başka hiçbir açıklaması olmayacağın inanıyordu.

“Ne sorunu, Egemen?” sessizliğe bürünen kardeşine alelacele soruyordu. Korkunun bedenini ele geçirdiğinde, buna karşı koyma gibi bir düşüncesi de, yoktu.

 “İki polis bizi depoya kadar takip etmiş. Adamı saldığımız sıra bir baskın ile içeri girdiler. Aramızda bir çatışma çıktı. Sonra-“ özellikle söylemek istemediği bir durum vardı ki; Ares bunun ne kadar kötü olduğunu onun ses tonundan anlayabiliyordu.

“Konuşsana, Egemen” sert bir ses tonu ile ciddiyetle çıkıştığında, Egemen’ in söylemekten başka çaresi kalmamıştı. Ancak kuracağı cümlenin Ares üzerinde nasıl bir etki edeceğini bilen Egemen, elinden geldiğince saklasa da, sonun başka yolu kalmamıştı.

“Ares, Anıl vuruldu. Ama endişelenme sadece omzunda ufak bir sıyrık. O iyi merak etme” onun teleşa kapılacağını, korkup, büyük bir endişeye düşeceğini adı kadar iyi biliyordu Egemen. Hatta onu rahatlatmak için kurduğu bu birkaç cümlenin de ona tesir etmeyeceğinin elbette farkındaydı.

“Polisler nerede?” dişlerinin arasından, tüm öfkesi ile döküldü bu sözler. Onun bu hali Mehmet Beyi de endişeye sürüklemiş ve oğluna kaygı gözler ile bakıp, durumu anlamaya çalışıyordu.

“Odanın birinde, bağlı haldeler” telefonu kapattığında, o an ayaklanmıştı, oturduğu konforlu koltuğundan.

“Neler oluyor oğlum?” Mehmet Bey de, onun gibi ayaklandığında, büyük bir merakla baktı yüzüne.

“İki polis depoya baskın yapmış. Anıl’ da yaralanmış” hızlı ve yetersiz bir açıklamanın ardından adımları koşarcasına odadan ayrıldığında, Mehmet Bey de onu takip ediyordu. İkili Ares’ in bir çalışan tarafından getirilen arabasına binip, hızla şirketten ayrılmıştı.

 Mehmet beyin gözünden yol öyle hızlı akıyor ve Ares sürekli olarak süratini arttırdığında, onun kaza yapmasından dolayı kaygılanmaya başladı Mehmet Bey. Birkaç sene önce yine böyle bir çatışma esnasında, Can patlayan bir silahın hedefi olmuş ve kurşun karın boşluğuna isabet etmişti.

Herhangi ciddi bir problemi olmadan, ona özenle bakılmış ve kısa sürede iyi bir tedavi sonucu eski sağlığına kavuşmuştu. Ancak onun vurulduğu gün Ares oldukça etkilenmişti. Onları yaptığı iş elbette bilinen bir şeydi ancak Ares’ in ailesinin başına bu durum ilk kez o zaman gelmişti.

Onun ailesi diğer insanların ailesinden katbekat üstündü. Bu aileyi korumak için Ares yemin etmiş ve tüm gücünü bunun için harcıyordu. Ares şuan yaşamak zorunda kaldığı bu hayat onun kaderiyken, diğerleri sırf Ares’ in yanında olmak için bu hayatın ortasındaydı.

Onun peşinden düşünmeden giden bu aile, kendi canları tehlikeye atmaktan asla çekince göstermiyordu. Ancak tarih tekerrür eder gibiydi. Ares’ in ailesinden biri yine zarar görmüş ve Ares yine işini tam olarak yerine getirememişti.

Zararın ne kadar olduğunun hiçbir önemi yoktu onun için. Ailesine karşı yapılan bir saldırı varken, zararın ne kadar olduğu hiç ama hiç önemli değil. Ares her koşulda bunun hesabını soracaktı. Can’ ın vurulmasının ardından, o günden güne daha iyi olurken, Ares her geçen gün kendini affedememişti.

Şimdi ise onları oraya kendi olmadan gönderdiği için büyük bir vicdan azabı ile bedenini kıran kırana bir mücadeleye girmişti. O kurşunun hedefi kendisi olmalıydı. Kendi yaptığı şeylerden dolayı ona hesap sorulmalıydı, ailesine değil.

Nihayet deponun önüne varan araba, gelişi güzel boş bir yere park edilmişti. Mehmet Bey ile arabadan inen Ares, koşar adımla deponun içine doğru ilerliyordu. İçeri adımını atar atmaz gözler etrafta kol geziyor ve kardeşlerini arıyordu.

Sonunda bulduğunda, Anıl’ ın koluna pansuman yapan biri ve onun diğer kardeşleri olmuştu. O an aklı gerçekten de yerinde miydi Ares’ in? Kardeşinin bu halinin gören Ares’ in aklı nasıl doğru çalışırdı. Onların geldiğini fark eden Can ve Egemen ise hemen ayaklanmıştı. Cenk ise yanında ki Mert’ i dürtüp, Ares ve Mehmet Beyi görmesini sağladı.

“Ares, pekte önemli bir şey yok” onun neler düşüneceğini iyi bilen Egemen, onu rahatlatmak için sözlerini ortaya döküyordu. Onlara birkaç adım attığın attığında, Ares onun yanında geçip, Anıl’ ın yanına ulaşmıştı.

“Özür dilerim kardeşim” onun yanına ulaştığında, gözlerindeki ifade ile diğerleri tıpkı Can’ ın vurulduğu zamanın aynılarını yaşayacaklarını anlamıştı. Kardeşi ile karşı karşıya kalan Ares, ellerini onun iki yanağına dayadığında gözleri dolu doluydu.

“Ben iyiyim Ares, gerçekten” inanmak istemeyen bir adam için hangi sözler kâfi gelirdi? Hangi sözler onun içinde kopan fırtınayı durdurabilirdi?

“Neredeler?” gözleri Egemen’ i bulduğunda, sesine karışan öfkede gün gibi ortadaydı. Mert, ona karşıdaki odanın kapısını işaret ettiğinde, büyük adımlarının ardından kapıya ulaştığı sıra Mehmet Beyde telefon ile görüşmek için depodan dışarı çıkmıştı.

Anıl’ ın pansumanı bittikten sonra diğerleri ile Ares’ in girdiği kapıdan içeri girmişti. Ares öfkeli gözler ile karşısında, elleri, ayakları bağlı sandalyede oturan iki gence bakıyordu. Nefretin en koyu hali ilişti gözlerine.

“Hangisi?” karşısındaki gençlerden gözlerini ayırmadan soruyordu.

“Ares önce bi-“ onun öfkesinin farkında olan diğerleri onun biraz daha sakin olmamasını diliyordu.

“Hangisi!” ses tonu dahi artırmış ve hayli öfke ile dolduğunu hissettiriyordu.

“Gri tişörtlü olan” sonunda Anıl işaret ettiğinde, Ares’ in tüm öfke dolu gözleri de, işaret edilen adama dönmüştü. Kardeşinin canını yakan adama büyük bir nefret ile baktı Ares o an. Belinden silahını çıkardığında, beklemeden adama doğru yürümüştü. Ateş etmeye hazır hale getirdiği silahını karşısında korku dolu gözlerle, ona bakan o adamın alnına dayadı.

Genç adam bu haldeyken, korkmaması imkânsızdı. Ares’ in gözlerinden alevler çıkarken, karşısındaki bu adamı da kül etmek ister gibiydi. Ailesine, kardeşine el uzatan bu adam, onun için bu dünyaya fazlalıktı. Ne hakla böyle bir şeye kalkışa bilmişti bu adam? Nasıl ve neden böyle bir şey yapmıştı?

Kardeşine ve ona karşı olan kızgınlığı nedendi ki? Annesi ve kendi acılar içinde kıvrandığı sıra neden etrafta düzeni sağlamak isteyen böyle kahramanlar yoktu? Kardeşine silah doğrultmuş olan bu el, neden annesini kurtarmak içinde uzanmamıştı? Ares’ in ailesine hesap sormaya gelen bu polisler, on yıl önce yaşananların hesabını ne ara sormuştu?

Korku dolu gözlerle, Ares’ in gözlerine baktı genç polis. Şuan yaşadığı bu durum için kalkıştıkları bu şeyden ötürü pişmanlığın nefesine yapışmasını izliyordu. Silah patlayacaktı. Bu adamın ne bir şakası ne de geri dönüşü olabilirdi.

Tetiği çekmek için saniyeleri sayan bu adamın karşısında olmaktan, korkuyla bir olan bedeni ona nefes almayı bile imkânsız hale getiriyordu.

“Hangi cüretle buraya geldiniz. Aileme zarar vermeyi nasıl göze aldınız?” odada yankılanan bu ses sanki kendi bölgesinde bir düşmana rastlayan aslanın kükremesiydi. Diğerleri onun bu, burnundan soluyan halinden dolayı tabiri caizse diken üstünde duruyordu.

Daha önce Can’ ı yaralayan adam, listedeki sıradaki adamdı. Her biri onun büyük bir ceza almasını onaylamıştı. Ancak şuan karşılarında, amacı yalnızca görevini icra etmeye çalışan iki polis memuruydu. Onlara karşı bir kin beslemeyen kardeşler Ares’ in, onların üstüne gitmesini pekte uygun bulmuyorlardı. Her biri tetikte bekliyor ve durumun daha kötü hal almasını önlemek için bekliyorlardı. İki farklı tarafta gibi görünüyor olsalar da, bu odada bulunan her birey aynı amaç için çalışıyordu. Kötüleri bu dünyadan temizleyip, iyilere yer açmak…

Ancak Ares onlar kadar bu duruma yumuşak bakamıyordu. Bu adamlar kardeşine zarar vermişti. Ailesine silah doğrultmuştu. Gerçekten amacını dört dörtlük yerine getirmek isteyen polis memurları on yıl önce hangi derdin peşindeydi ki, anne ve oğlun acılarına göz yummuştu.

“Şehirde ailen ile birlikte mafya olarak anıldığında için kendini Don Vito Corleone mi sanıyorsun?” diğer polisin alaylı sesini duydu Ares. Gözlerine gölge yapan karaltı ile adamın yüzüne baktı. Elinde tuttuğu silahından da yardım alarak, alaylı konuşan adamın burnun üzerine sert bir yumruk indirdi.

 Ares’in kardeşleri her an, her şey için hala bekliyordu. Şuan için müdahale etmek onlar ve bu polis memurların için pekte iyi sonuçlar doğurmazdı. Bu yüzden sabırla bekleyip, gözleri ile Ares’ in her hakaretini takip ediyorlardı.

Adamın burnundan sızan kırmızı sıvı, hiç acelesi olmadan aşağı süzülüp, onun gömleğinin üzerinde, göz alıcı bir leke haline geliyordu. Sağ çıkabilecekler miydi? Bu adamlar onlara neler yapabilirdi? O an iki polisinde aklı bunlarla doluydu.

“Sakın beni daha önce gördüğün ya da kurgu hikâyelerine konu olan adamlarla karıştırma. Sana neler yapabileceğimi duymak bile istemezsin” sert ses tonu ile gözdağı verdiğinde, adam sözlerinden kuşku duymasa da, geri adım atmadan, şu vaziyetine rağmen kafa tutan ifadesini korudu.

“Senin ne kadar aşağılık bir adam olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorum. Yetmez mi? Yoksa anlatılanlardan daha da mı aşağılıksın?” burnundan akan kanları umursamadan konuşan adamı öldürmek ister gibiydi. Bedenin de geze öfke de bunu emrediyordu sanki. Ancak yapmadı.

“Buraya bunları söylemek için mi geldiniz?” alayla bakan ifadesi son derece iğneleyiciydi. Ares yüzlerine yukarından baktığı bu adamlara karşı bir nefret hissediyordu. Sanki zamanında işini bu kadar aşkla yapmak isteyen birkaç polis memuru olsa, annesi belki hala hayatta olabilirdi. Belki kaderin önüne bir şey geçilmez diyen birileri var ama acısının ortasında yanan bir bedene nasıl bunu anlatabilirsin ki?

“Kendini yenilmez biri sanıyorsun ama elbet bir gün seninde sonun gelecek, Ares Karal” onu kışkırtan adam ileri gittikçe yanında oturan arkadaşı daha çok korkuyordu. Arkadaşı yeterince Ares Karal’ ın nasıl bir adam olduğunu bilmeden bu kadar dikbaşlı davranabilirdi ama kendi bundan son derce rahatsızdı.

Bu işe kalkışmadan önce şuan burnundan durmaksızın kan akan, üzerindeki gömleği geçen her saniye kırmızılığa bürünen arkadaşını uyarmış ve bu yaptığı işin başına çok büyük dert açacağını söylemişti. Ancak yine de sonunda şuan arkadaşı ile yan yana elleri bağlı, Ares Karal’ ın onlara yapacaklarını bekliyorlardı.

“Bilmediğim bir şey söyle mesela buraya neden geldiğiniz gibi” Ares’in silah tutan eli yanına indiğinde, rahat bir nefes aldı odadakiler.

“Senin sonunu getirecek olan adaleti sağlamaya” ufak bir kahkaha saldı Ares, odaya. Bu gülüş neşeden ya da memnuniyetten katbekat uzaktı. Beyninin içinde dönüp duran adalet sözünden nefret etmişti. Herkesin bildiği ama kimsenin görmediği bu olgu, bir insanı yaşamından etmişti. Adaletsiz olan bu dünya için Ares, ona bahşedilmiş olan bu yaşamından vazgeçmişti.

“Herkesin ağzında olan bu adalette ne kadar çok güveniyorsunuz öyle” ses tonu düz bir halde ulaşıyordu diğerlerinin kulaklarına. Acılar içinde söylüyordu Ares, bunları ama herkes, omuzları dik ve karşısındaki bu adamları öldürmek üzere olan bir Ares görüyordu.

“Senin gibi aşağılıklar başka türlü nasıl temizleyebiliriz ki; adalet olmadan?” Ares zayıf bir adam olsaydı, şuan karşısında kendinden bu kadar emin konuşan bu adamın yakasına yapışır ve on yıl önce olanların ve bu yaşadığı on yılın hesabını sorardı. Ama yapmadı.

“Benim gibi pislikleri temizlemeye, keşke on yıl önce başlasaydınız” yüzüne öylece bakan bu adamlara daha fazla tahammül etmek istemiyordu. Onların yüzüne bakmak ona acı çektiriyordu. Sanki olan her şeye kör, sağır ve dilsizdi onlar. Bu yüzden onlara karşı istemsizce nefret doluydu Ares.

“Silahını çıkar Anıl” o an sanki bir şatonun tüm o koca pencereleri aynı anda patlamış ve kulak tırmalayan bir gürültü ile yerle buluşmuştu. Anıl’ ın gözleri o an karşısındaki adamlardan, Ares’ e dönmüştü.

“Ares buna ge-“ titreyen sesi ile onun ne yapacağını tahmin etmekte zorlanan Anıl, korkuyor dahi sayılırdı. Tüm bunların bu kadar büyümesine gerek görmüyordu. Ancak Ares, öfkeli sesi ile onun sözlerini böldü.

“Dediğimi yap, Anıl. Seni vuran adamı, sen de aynı şekilde vur” bu kesinlikle bir emirdi. Kardeşini yaralayan bu adamların artık bedelini ödeme vaktiydi. Ares her ne olursa olsun bunu yapacaktı. Ama önceliği Anıl’ a vermişti.

Anıl’ ın başka çaresi yoktu, bunu yapmaya mecburdu. Ares her ne olursa olsun mutlaka bir karşılığının olduğuna inan ve hayatını böyle yaşayan bir adamdı. Şuan onu bu fikrinden hiç kimse caydıramazdı. Cenk, kardeşinin yaralı kolundan dolayı, onun silahını belinden çıkarıp, ateş etmeye hazır hale getirdi. Ona uzattığında, alması için gözlerine bakıyordu.

Zira Anıl’ ın tereddüttü gün gibi ortadaydı. Herkes onun yüzüne bakarken, onun gözleri ona uzatılan silaha kaydı. Elleri silaha uzandığında kendinde, onların titrediğini gördü. Elinde tuttuğu bu silaha gerek yoktu. Bu adamlara hesap sormasalar da olurdu. Onlar sadece işini yapıyordu. Aralarında çıkan çatışmada sadece birkaç el ateş edilmişti. Anıl tesadüf diyebilecek kadar bir şansızlıkla vurulmuştu.

Sol kolundan vurulmasının avantajı ile elinde tuttuğu silahı kaldırıp, karşında, onu vuran polisin omzuna nişan almıştı. Elleri hala titriyordu. Kış ayında olmalarının yanı sıra soğuk soğuk terlerken, şakaklarından aşağıya süzülen ter damlalarını hissedebiliyordu.

Anıl aralarında acıma duygusu az gelişmiş bir adamdı. Tahsilat listesinde adı geçen adamlara, sadistliğe en yakın bir insan olarak yaklaşıyordu. Ama bu kez bu olaydan en çok hoşnutsuz olan adam yine Anıl’ dı.

Kaç adamın acı içindeki çığlıklarını dinlemişti? Kaç adamın işkencesini kendi eli ile hazırlamıştı. Bir gram tereddüttü olmayan Anıl, şuan tüm bedeni ile titriyordu. Şuan ki durum fazlası ile farklı hissettiyordu. Buraya getirilmiş olan her adam bu işkencenin her saniyesini hak ediyordu. Diğer insanlara yaptıklarının bedelini ödüyorlardı. Belki bu yüzden onlara, bu kadar soğukkanlı yaklaşıyordu.

Ona dönen gözler içinde bir çift gözde vardı ki; sözünü yerine getirmeyip, beklediği her saniye hayal kırıklığına dönüşüyordu. Onun tereddüt eden tavırları, titreyen bedeni kesinlikle memnun etmiyordu Ares’ i. Neyin yanlış olduğunu, kardeşinin ne için bu kadar zorlandığını anlayamıyordu.

Ölüm değil ki bu, sadece aynı karşılığı verecekti. Omzuna nişan alacak ve tetiği çekecekti. Anıl’ ın ne kabahati vardı ki, bu adamlar onu yaralamaktan tereddüt etmemişti? Peki, ya Anıl, o neden şuan bu durumdaydı?

Kardeşler, Anıl’ ı izleyen Ares’ i gördüklerinde, bir telaşa kapılmıştı. Hepsi Anıl’ ın, Ares’ in emirlerini yerine getirmesi için dua etmeye başlamıştı. Ares’ e karşı gelmenin yanında, bir de bunu ilk kez yaşıyor olmaları, ayrı bir korkuya sürüklüyordu.

“Yap dedim Anıl” bir daha duyuldu sanki o aslanın sesi. Adamların varlığı unutulmuş gibiydi kardeşler arasında. Gözleri bir an evvel tetiği çeken Anıl’ ın umudu ile ona bakıyordu. Anıl her geçen saniye bir ateş yığınına doğu koşuyordu. Onu yolundan çevirmeye kim arkasından koşabilirdi ki?

“Çek şu tetiği artık Anıl” Egemen’ den duyulan bir ses ne bir emir,  ne de bir ricaydı. Egemen kardeşine yalvarıyor gibiydi. Bir adamı yaralamak için bu kadar tereddüt ettiği için bu akşam malikâne ne gibi bi kıyamet yaşayabilir korkusu ile doluydu içi.

 “Yapamam Egemen, parmağında yüzük var. Onu bekleyen biri var. Yapamam” onun bu sözlerinin ardından aşağıya doğru indi silahı. Ancak o an bir silah sesi yankılandı depoda, o odada. Ares kardeşinin sözlerinin hemen ardından, hazırda bekleyen silahını adamın omuzundan vurmak için nişan almış ve aynı saniye tetiği çekmişti.

Korkuyla beklenmeyen bu ses karşısında gözlerini örttü her biri. Elleri kulaklarına ulaşan da vardı, irkilip, yerinde zıplayan da. Ares adamı omzundan vurduktan sonra saniyeler kadar kısa bir zamanda kendini odadan dışarı atmıştı.

Onun çıkışının ardından kardeşlerin ağzından; kahretsin, bir bu eksikti... Sözleri odada yankı bulmuştu. Anıl yaptığının nelere sonuçlanacağı yeni idrak eder gibiydi bacakları artık bedenini taşımak vazgeçmiş gibi olduğu yere çökmüştü.

O sıralarda deponun dışında olan Mehmet Bey önemli bir telefon görüşmesi yapmış ve yeniden kapıdan içeri girdiği vakit silah sesini duymuştu. İçeri girmeden öylece kaldı olduğu yerde, daha sonra kapı aralanmış ve insanların ona taktığı ismi sanki son derece hak eden bir ifade ile oğlu dışarı çıkmıştı. Bir Azrail’ den ne farkı vardı oğlunun, elindeki silahı beline takmaya çalışan, ben bir adam vurdum edası ile depodan çıkan…

Ona seslenmekten çekinen Mehmet beyin adımları, oğlunun çıktığı odanın kapısını buldu. İçeri girdiğinde ters giden bir şeyler olduğunu fark etti. Her biri çökmüş gibiydi. Onları toparlamak istemesi bir babanın en doğal hakkıydı.

“Gerisini ben hallederim. Siz gidebilirsiniz” evlatlarını ayağa kaldırdı onun bu cümlesi, odadan teker teker ayrıldı her biri. Kimse konuşmuyor, kimse doğru düzgün düşünemiyordu bile. Deponun dışına ulaştılar, adımları yavaş ancak oradan uzaklaşmak için son derece istekliydi.

“Anıl” arabalara yönelen kardeşler ancak daha sonra Egemen’ in sesi ile birlikte birden çok Anıl varmış gibi aynı anda ona döndüler.

“Onun neler hissettiğini az çok biliyorsun. Olanlar için kendini sorumlu tutuyor. Şimdi elbette sana biraz öfkeli olabilir ama kısa zamanda toparlanacağız. Sadece biraz zaman, tamam mı?” Anıl, Ares’ in gidişinin ardından yıkılmıştı. Ares’ e karşı gelmek, üstelik bunu ilk kez kendi yapıyordu. Bunun sorumluluğu altında ezildi Anıl.

Her şeyden önce Ares gibi bir adama karşı gelmekten utandı. Ailesi için her şeyi göze alan, ailesi için elinden geleni ardına koymayan Ares gibi bir adama karşı gelmiş ve onun söylediğini yapmamıştı. Kendini şimdi nasıl hissediyor acaba diyerek yeyip, bitiriyordu Anıl.

Bunu fark eden kardeşler arasında, Egemen, onu biraz olsun toparlamak istedi. Elini omzuna koydu kardeşinin ve sözlerinin yanında, bir de omzunu sıkarak destek olmak istedi. O da biraz olsun Anıl’ a karşı kızgın olsa da, bunu ona gram dahi belli etmek gibi bir niyet içerisine girmedi.

Can’ ın vurulduğu sıralar Ares o günlerde, çok daha sık sinir krizleri geçirmeye başlamıştı. Daha içine kapanık ve daha öfkeli bir adama dönüşmüştü. Çünkü Ares kaybetmenin eşiğine gelmişti. O günlerde bedenin üzerinde gezen korkuyu bir türlü atamamış ve kendine gelmesi hayli zaman almıştı.

“Sen de biliyorsun Egemen, beni affetse bile bu günü hiçbir zaman unutmayacak” doğru sözün üstünü daha söyleyecek bir şey bulamadı Egemen. Daha sonra kardeşler arabalarına binip, evlerin yolunu tutmuşlardı.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlığın Efendisi - Final

  Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. “Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden edemiyorlardı. “Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında, adımları tezgaha doğru ilerlemişti. “Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu. “Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında, Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor sayılacak bir saatte hemen ardından ...

Karanlığın Efendisi - 65. Bölüm

  Saat epeyce ilerlemiş ve Ares’ in uyanmasının ardından üç kafadar çat pat hazırladıkları akşam yemeği yenmişti. Yemeğin ardından Beril’den gelen filmi izleme teklifi kabul görmüş ve bireyler sinema salonuna ilerleyip, seçtikleri bir film ekranda dönmeye başarmıştı. Ancak kimse filmle ilgilenmiyor ve kendi dünyasındaki sorunlar ile boğuşuyordu. Film sona erdiğinde, yapılan alışverişte yorgun düşen kızlar uyuya kalırken, onları odalarına taşımakta erkek arkadaşlarına düşmüştü. Ares ve Beren çifti odadan ayrılıp, kendi odalarına ilerlerken, Beren’ in aklına; Ares’ den istediği şey gelmişti. Ares onun isteğini bugün yerine getireceğini söylemiş olasa da, şuan ki hali buna hiçte uygun değildi. Ancak sözlerinin her daim arkasında duran sevgilisinin dediğini yapacağından da, emindi. Odaya girdikleri sıra Beren’ in gözleri Ares’ in üzerindeydi. Ares uyandığından bu yana yalnızca birkaç kelime etmiş ve önüne konulan yemekten yalnızca birkaç çatal almıştı. Onun için fazlası ile endişelen...

Karanlığın Efendisi - 15. Bölüm

Kahvaltı masasının hazırlığı tamamlandığında, hep birlikte masadaki yerlerini almışlardı. Kızlar, Beren’ in onların yanında anlatmaya uygun görmediği şeylerden ötürü biraz buruktu. Tam anlamı ile arkadaş olup, kendini daha rahat hissetmesini istiyorlardı, fakat Beren, aralarında olan mesafeyi bir türlü yıkamıyordu. “Aslında her birinize gerçekten minnettarım. Beni öylece ailenizin içine alıp, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Ben insanlarla arası iyi olan biri değildim. Bu konuda fazla beceriksizim ama bunun üstesinden gelmeye gayret edeceğim. Aile kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdim, belki insanlardan tamamen koptum. Ama sizinle tanıştığımdan bu yana birazda olsa toparlandığımı hissediyorum. Tekrar kahkaha atmama neden olduğunuz için minnettarım. Son zamanlarda, geceleri düzgün uyuyamıyorum. Buraya gelmeden önce de kabristana uğradım. Ne zaman uğrasam, biraz fazla hassaslaşıyorum. Aileme son zamanlarda daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Ama sizler şuan yanım o...