ARES KARAL
Ben Ares
Karal. Yaşadığım onca şey hanginiz için bir anlam ifade ediyor emin değilim.
Eminim okuduğunuz şeyler canınızı yaktı. Belki gözyaşlarınız bile yanaklarınızı
ıslatmış olabilir. Ben tüm bunları annesinin saf sevgisi ile büyüyen on altı
yaşında bir çocukken yaşadım.
Şuan
yirmi altı yaşındayım. Aradan geçen onca zamanın ardından orada yaşadığım tek
bir dakikayı bile unutmadan, hayatımı sürdürüyorum. Annemin çığlıkları hala
kulaklarımda yankılanıyor. Bizi bırakmaları için onca yalvarışımız hala
dudaklarımda sanki. Gözlerimi kapatmama gerek olmadan, karşımda görüyorum, tüm
o yaşananları.
Üzerinde
koca bir on yıl geçti ama benim için hiçbir şey değişmedi. Sanki hala o terk
edilmiş fabrikadaydım. Sanki ellerimde hala zincirlerin ağırlığı var. Annem
sanki hala tam karşımda ve gözlerime bakıyor.
Bedenimde
her gün yeniden açılan yaralar var sanki. Hala çığlık çığlığayız ama yine kimse
duymuyor bizi. Şuan yanımda olan aileme iyiymişim gibi davranmak benim bir
zorunluluk. Çünkü onlara haksızlık etmek istemiyorum.
Benim
için yıllarca ellerinden geleni yapmış olan bu insanlara bunu borçlu olduğumu
düşünüyorum. Belki onlar çoğu şeyin üstesinden geldiğimi düşünüyorlar. Ama ben
hala o fabrikadan kurtulamamışım gibi hissediyorum.
Ölene
kadar benimle devam edecek bu şey, beni sanki buna mahkûm ediyordu. Ben o
fabrika duvarları arasında bir ant içtim. Bize bunları yaşatan, dışarıda bizim
gibi insanları bunları yaşamaya mahkûm eden her kim varsa onun Azrail’ i ben olacaktım.
Ne kadar
canı varsa, layık olduğu ölüm nasılsa, ben de onlara bunu misli ile geri
verdim. Belki canavar olduğumu düşünen birileri var aranızda. Ama anneme
yapılanı hi kimse umursamadı, anneme dokunan o adamların elini hiç kimse
kesmedi. Beni neden şimdi yargılıyorsunuz ki?
Bellerinde
silah ve cepleri para dolu olan bu adamlar, her şeyin üstünü bir şekilde
kapatmıştı. Ne polis, ne savcı, ne de hâkim… Bizi kurtarmaya hiç kimse
gelmemişti. Biz neden yaşamak zorunda bırakılmıştık, tüm bunları. Neyin bedeli, neyiz cezasıydı ki bu? Ya şöyle söylenmeli
aslında. Nasıl bir suçun cezasıydı ki bu, böyle bir caniliğe göz yumulmuştu?
Cüneyt
Karal’ ın faturasını biz ödemek zorunda kalmıştık. Ben de şimdi bedel ödemesi
gereken asıl insanlara yaptıklarını ödetiyordum. Hak etmeyen insanlara
yapılanları, hak edenlere iade ediyordum, hepsi bu.
Beni
iyileştirmek için yatırdıkları sedyeden, o adamların Azrail’ i olabilmek için
ayaklanmıştım. Birkaç yıl sonra ise bir
Azrail olarak karşılarına dikildim. Öyle şeyler yaptım ki onlara; yine de tam
olarak tatmin olmadım.
O
depodaki kuyuya ilk o adamların cesetleri atıldı. Öfkem onlara karşı bir gün
olsun azalmazken, onlardan aldığım her can onlarınmış gibi acıtıyorum
canlarını. Cani, acımasız ve vicdansız bir adam yapardı belki yaptıklarımı.
Ama benim
annemin yaşamak için tek şansı varken, hiç yoluna kaybetmişti. Ölüm herkes için
yıkıcı bir kayıptı. Ama benim annem canice katledilmişti.
O
sevgisiz büyüyen bir kadındı. Kalbinde olan tüm sevgiyi her zerresini bana
bahşetmişti. Tek yaptığı o lanet olası adamla evlenmekti. Karşılığı ise elektrikli bir sandalye olmuştu.
Tüm
bunlarla birlikte artık normal bir yaşam sürmem, nasıl mümkün olabilirdi? Bunu
benden istemek fazla bencilceydi. O fabrikadan sağ kurtulan sadece bedenimdi.
Ben ruhumu orada bırakmıştım. Annemin başına gelen şeyleri, benim açımdan
atlatmak ne demekti ki? Ben her gece, gözlerimi kapadığımda, onun silueti ile
uyuyordum.
Yaşama
amacım; o adamların benzeri her kimse ensesine yapışmaktı. Hayatta kalma amacım
bu iken, daha başka şeylere, dünyamda yer vermek istemiyordum. Yalnızca bu ama
vardı benim için. Ben yaşayan bir beden bile değildim.
Sadece
doğrularım vardı benim, onlara bağlı kalarak ilerliyordum. Bundan vazgeçmek
gibi bir durum söz konusu bile etmek istemiyordum.
Ancak onu
restoranda ilk kez gördüğümde; keşke demiştim. Keşke onunla hiç
karşılaşmasaydım. Adını keşke hiç öğrenmeseydim…
Üzerimde
öyle bir etkisi oldu ki; onun yanında kendimi fazla kirli hissetmiştim.
Gözlerine doğrudan bakamadım. Sanki ellerime bulaşan kanı açık ve seçik
görüyordu.
Annemin
gözlerine sahipti sanki. Her yaptığım şey için bana hesap sormak istiyordu. Onu
gördüğüm günden beri kendimi sorguluyordum. Diğer insanlardan çok daha farklı
bir aurası vardı sanki. Onunla yan yana olmak benim için bir şey ifade ediyor
gibiydi ama ben bu histen nefret ettim.
Benim bir amacım varken, bu hiç hesapta yoktu.
Tek bir gülümseme ile kimseye bağlı kalamazdım. Onu hayatımın hiçbir santiminde
istemezken, bir muhtaçlık hissi, savaş açtı kendi bedenimde.
Kaçtım,
yok saydım, görmezden geldim. Ama o masasının, ya da odanın bir köşesinde
oturuyorken, bir vampirin kana susamışlığı gibi onu görmeye susadım. İşe yaramayan
kalbim onun ses tonuna bile coşkuyla çarptı.
Beni
hayatta tutan, edindiğim amaçlarımdı. Böyle birinin hayatımın hangi amacına
sığdırabilirim diye sordum kendime; her şeyden üstün tut dedi, içimden gelen
aptal bir ses. Mutlu et, gülümset, kollarının arasında güvende tut…
O ve ben
nasıl bir arada olabiliriz dedim kendime. Elini sıkıca tutup, gözlerine bak.
Güzel yüzünden gözlerini ayırmadan bak ona; işte bu kadar basit dedi…
Ama ben
kriz geçiren, elini her kriz sonrası delik deşik eden bir adamım. Birkaç
saatlik uyku için bile ilaç almalıyım. Akli dengemin bile yerinde olduğu
şüpheliydi. Aynada yansımasına bile bakmaktan iğrenen bir adam, nasıl böylesine
birini hayatına dâhil ederdi?
Diğer
türlüsüne inan bir diğer tarafıma kızıyordum. Onu es geçip, olmayacağına ikna
ediyorum kendimi, ama onunla göz göze geldiğimde; bende insandım, yeniliyordum…
İnsani duygular
hala taşımak benim içinde mümkünmüş demek ki. Annemin bana öğrettiği şeylerden
birini hatırladım o gün. Karşılıksız sevgiyi… Hiçbir şey beklemeden, saf
sevgiyi, hâlbuki bunu unutalı çok zaman olmuştu.
Böyle bir
sevgi vardı evet, ama bunu ben nasıl yapabilirim? Yolunu kaybetmiş bir adamım
ben. Her girdiğim sokak çıkmaz, her açtığım kapı uçurum… Onun sonunda annem ile
aynı olur mu demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Göz göre
göre onu ateşe atmak değil de, ne bu peki? Aynıları yaşamaya gücüm yoktu.
Onunla beraber bende yok olurdum. Böyle bir şeyi düşünmek bile canlı canlı
kuyuya girme isteğimi körüklüyordu.
Ailemiz
şuana kadar birçok süreçten geçti, Beren ise şuan ki görüntüsüne aldanıp,
kalmak istiyor. Gözlerine bakarak git diyordum ama o kalmak istediğini
söylüyordu.
Tüm
gerçeğim ile karşısında durduğumda, gözlerini kaplayan o ifadeyi gördüm.
Korkuyordu. İşte dedim kendi kendme, yara izlerini görüp, bu hale gelen,
dahasını öğrendiğinde kesinlikle kaldıramazdı.
Benim ona
verecek acıdan başka hiçbir şeyim yoktu. Yanlış adamı seçmişti, ben onun
okuduğu kitaplardaki; nice romantikliği ile genç kızın gönlünü çalan o oğlan
değildi. Yaptığım iş ortadaydı, benim canımı yakmak için onun canını
yakacaklardı.
Bana
ulaşamayan her ne kadar düşmanım varsa, bunun için onu ele geçireceklerdi. Bu
basit bir kuraldı. Kötü insanların bedelini, masum insanlar öderdi. Bu yüzden
hissettiğim her ne varsa görmezden gelmek zorundaydım.
Ben lanet
olsun ki, Cüneyt Karal’ ın oğluydum. Ama Beren’ in sonu asla Nermin Karal gibi
olmamalıydı. Ne kadar onunla yürümek, ilerlemek istesem de yine de yapamazdım.
BEREN BAŞAK
Ben Beren
Başak, hiç bilmediğim, hiç duymadığım bir dünyaya adım atmıştım. Onların
dünyasından çok daha farklı bir dünyada büyütüldüm. Ama şimdi o bilmediğim o
dünyanın tam orasında duruyordum. Tuhaf olan şu ki; o bilmediğim dünyaya kendi
ayaklarım ile gelmiştim.
Korku
bedenimin efendisi olurken, yine de yanında olmak istiyordum. Kalbim onun adını
sayıklarken, öylece arkamı dönüp gidemezdim. O tüm yaşadıklarını tek başına omuzlanmış
bir adamdı. Bedeninde sayısız yara izleri varken, ruhunda kaç yarası vardı kim
bilir?
Baba
sevgisinden uzak büyüyüp, annesinin katledilişine şahit olmuştu. Bedeninde
onlarca yaralar olan bir adam, bugün tüm o zorluklara rağmen tüm o heybeti ile
her şeye meydan okuyordu sanki. Yeterince acı vardı, birazını da ben üstlenemez
miyim? Yanında olup, elini tutsam yine de iyi gelmeyecek mi?
Yaşadıklarını
unutturamazdım. Ama kalbini yumuşatıp, daha iyi bir hayat yaşamasını
sağlayabilirdim. Bunun için en azından çabalardım. Onu yalnız bırakmaz, her
anımı onunla paylaşırdım. Bir kez olsun yüzünün gerçek bir gülümseme ile
kıvrıldığını görmek için birçok şey feda edebilirdim.
Kızların
bana anlattığı şeyleri yaşamış birini canlı kanlı karşımda görmek, yıllar önce
hayatını kaybetmiş bir cesedin beden bulmasına şahit olmak gibiydi. Anlatılanlar
hem çok hayaliydi, hem de çok gerçek…
Dinlerken,
tüm bunların gerçek olamayacağını düşündüm. Bir insan yaşamı için imkânsız
olan şeylerdi yaşananlar. Bir baba bunu oğluna, eşine nasıl yapabilirdi,
gerçekten algılayamadım. Dünya da böyle insanlar var mıydı? Küçük bir çocuktan,
savunmasız bir kadından, işlemedikleri bir günahın bedeli olarak nasıl böyle
şeyler yapabilirlerdi?
Kim
annesinin gözlerinin önünde, böylesine bir ölüme layık görüldüğünü izledikten
sonra nefes alabilirdi? Ayağa nasıl kalkar bir insan? Korkunç bir hikâyeden
başka bir şey değildi. Ama şuan odamın hemen yanındaki odada olan o adam,
bunları her birini yaşamıştı.
Nefes
alıyordu, ayaktaydı. Arkadaşım Derya’ nın anlattığı şeyleri anımsadım,
dinlediğim o korkunç hikâyeden sonra. O birçok şey anlatmıştı bana. Korkunç,
acımasız, cani… Peki, onun yaşadığı tüm bunlardan da haberi var mıydı?
Akli dengesini kaybetmeden, dimdik ayağa
kalkma sürecini sorsaydım eğer bunu da anlatabilir miydi bana? Ya da böyle
birinin yaşadığı tüm şeylerden sonra tüm insanlara korku salan biri olduğunu
ben anlatsaydım ona, buna hayranlık duymaz mıydı?
Yorgun
bir bedeni vardı onun. Yarım, tükenmiş bir adamdı. Ama her şeye rağmen, şuanki
sahip olduğu ailesine fazlası ile önem veriyordu. O iyi bir adamdı ve ben onu
fazlası ile benimsemiştim. Geleceği hakkında endişeleri vardı. Hatta belki bir
geleceği dahi olsun istemiyordu. Bunu anlayabilirdim.
Ben
yanında olmaya çalıştıkça, belki birçok şeyde normale dönerdi. Belki sırf pes
ettiği için beni kabul ederdi. Benim ona ihtiyacım vardı, onun da daha iyi bir
hayata… Kalbinde bana ne kadar yer var, emin olamıyorum.
Ailemi kaybettiğimden
bu yana ilk kez biraz olsun rahat hissediyorum. Gözlerine baktığım zaman orası
güvenli diyorum kendime. Kalbim onu tanıyordu sanki. Ben sadece ona uydum, daha
fazlası değil.
Bana her git dediğinde; korktum. Gerçekten
beni yanından gönderecek ve ben tüm bunlardan mahrum kalacaktım. Onu bırakmak,
bu aileden uzaklaşmak istemiyordum. Yaşadığı hayatı kendi de, kabul etmediği
için beni buna dâhil etmiyordu. Onu anlayabiliyordum.
Onun
yeni, temiz bir hayata ihtiyacı vardı. Ben bunu sağlamak istiyordum. Ne kadar
zaman alacağı önemli değildi, onun elini asla bırakmaycağım.
Duydukları kanına işlemişti sanki. Uyuyamıyor, öyle
tavana bakıp, kızların sözleri beyninde yankılanıyordu. O sürekli bahsedilen,
korkunç geçmişi biliyordu. Ama dedikleri gibi nasıl bunu etkisinden
kurtulacaktı.
Bedenin her santimine kızların sözleri işlenmişti
sanki. Aklını kaybetmek ne demekse, buna fazlası ile yakın olduğunu
hissediyordu. Bedenine işleyen titreme sanki onu bir parçası gibi yakasını
bırakmıyordu.
Gerçek olamayacak kadar acımazdı tüm bunlar. Dünya
üzerinde aynı hava soluyan kim, bunları başka birine yaşatabilirdi? Kendi
ailesini umursamayan insanlar, karşısında gözyaşı döküp, yalvaran birine acılar
bahşeden insanlar, nasıl var olabilirdi?
Tüm bunlardan sonra onun hala dik duruyor olmasına
şaşırdı Beren. Neden tüm bunlardan sonra ayağa kalkmak isterdi? Neden yaşamak
için hala nefes alırdı bir insan. Beren ona saygı duymuştu, o gece.
Yatağının yanında ki komodinin üzerinde duran
telefonun tuşuna basıp, ekranı aydınlattı. Saat çoktan gecenin kör bir zamanına
ulaşmıştı. Ares’ in eve dönmesinin ardından ise birkaç zaman olmuştu henüz.
Onu görmek istedi Beren. Aptal gibi bedeninde
taşıdığı yaraları kendi yapıyor sandığı adamın gözlerine, bir de bir başkasının
onun gözyaşlarına acımadan, yaşattığı acılara maruz kalmış bir adam olarak
bakmak istedi.
Yanında olmak için deli gibi savaş veren bedenini
yattığı yataktan, nihayet ayırmıştı. Odasının hemen önünde olan, yerdeki kan
lekelerinin temizlendiğini şuan fark ediyordu. Adımları savsak olsa da, aslında
düşmemek için bir çabası olmadan ilerledi.
Ares’ in odasının kapısına ulaştığında, birkaç
nefeslendi. Yapamacak gibi hissetse de, yapması gerektiğine inanıyordu. Kapının
kulpunu indirdiğinde, kapıyı çalıp, çalmadığının bir önemi yoktu. İçeri adım
attığında, aradığı bedeni bulmuştu.
Yatağında oturmuş, iki eline gelişi güzel sardığı,
havlular ile öylece oturuyordu. İçini kaplayan bir acı büyüdü o an. Gözyaşları
artık bir nehir gibi hiç durmaksızın yanaklarını ıslatıyordu. Ares’ in kriz
geçirdiği anlar olduğunu ve bu anlarda ne kadar yıprandığını da, anlatmıştı
kızlar ona.
Karşısında sessizce gözyaşlarını kaybeden genç
kızın yüzüne baktı Ares. Tüm her şeyi öğrenmişti, bunu anlamamak için aptal
olmak gerekirdi. Acı çektiğine şahit oldu Ares onun. Yatağından ayağı
kalktığında, göçük altında kalan bir beden nasıl çıkmak için çabalarsa, sanki
buna şahit oluyordu.
“Artık öğrendin değil mi? Artık biliyorsun” Beren
daha önce kimsenin böyle bir sese sahip olduğunu duymamıştı. Böyle acı ile
kavrulan bir insan ile hiç karşılaşmamıştı. Gücü olmayan Beren onu başı ile
onaydı.
“Ve hala
buradasın. Neden Beren?”
“Benim senin yanında olmaya ihtiyacım var” doğru
olanı söylüyordu. Ona ihtiyacı vardı. Ama sözlerinin uzun bir devamı olsa da,
bu kadarı yeterli dedi içinden.
“Hâlbuki benden kaçıp uzaklaşman gerekirdi. Artık
bir Azrail gibi can aldığımı da, sana söylemediler mi? Ben yalnızca sana ölüm
bahşedebilirim. Kaç, kurtar kendini Beren” yalvaran bu adam karşısında nasıl
nefes alacağını bilemedi Beren.
“Ben karşımda bir Azrail görmüyorum. Acılarını
bastırmak için elleri yaralayan, pansumana ihtiyacı olan bir adam var karşımda.
Gözlerim, ellerim, kalbim; bu adamın yanında bir an olsun ayrılma diyor. Sen
söyle, nasıl gideyim?” ona doğru birkaç adım attı Beren. Gözlerinin onun
gözlerinden ayırmıyordu.
“Neden seni
sevmeme izin vermiyorsun?” geri geri birkaç adm sonrası güçsüz bacakları ile
yatağa oturdu Ares. Şuanın neden yaşandığı sorguluyordu aklı. Bu anın bir an
evvel yok olmasını, kaldıkları yerden devam etmelilerdi.
“Ben
sevilmeye layık biri değilim. Artık her şeyi öğrendiğine göre ardına bakmadan
kaçmalıydın”
“Benim için dünya üzerinde, sevgiyi en çok sen hak
ediyorsun”
“O depoda kaç adamı katettiğimi bilsen, böyle düşünmezsin”
“Bunun yanlış olduğunun farkındasın”
“Evet, böyle bir adama dönüşmeyi istemezdim ama
hayat herkese istediğini vermiyor”
“Hayat bize sadece seçenekler sunuyor. Hangi yöne
gitmek istediğimize yine bir karar veriyoruz” onunu sözlerinin ardından,
oturduğu yatağından hışımla ayaklandı Ares. Öfke ile baktı, karşısındaki
gözlere.
“Hayat bize sadece seçenekler mi sunuyor?” hasarlı
çıkan sesine aldırmadan, olanca gücü ile bağırıyordu karşısındaki genç kıza.
Ellerine sardığı kanlı havluları, öfke ile çıkarıp, odanın bir köşesine
fırlattı.
“Bunların hiçbirini ben seçmedim” dediğinde yaralı
ellerini, onun gözlerinin önüne serdi. Bu kez yaraları elleri, üzerindeki tişörtü
yukarı sıyırdı.
“Bunların hiçbiri benim seçimim değildi. Annemin
katledilişini izlemeyi ben seçmedim. Cüneyt Karal’ ın oğlu olmayı ben
istemedim” gözlerinin dolduğunu gördü onun, Beren. Acısını görüyor ancak sadece
bu kadarı yapabiliyordu. Kahroluyordu, karşısında öfke ile bağıran bu adam
için.
“Adi olan insanlar değil, hayatın ta kendisi. Her
insanın derdi kendi menfaatidir. Bazıları bataklıkta doğar, bazıları da doğduğu
gün evinin şahı olur” gözleri Beren’ in üzerinden ayrıldı. İçindeki acıları
haykırırken, gerçekten muhatabı Beren miydi, bir muammaydı.
“Şanslı olanlar senin gibi mutlu bir yuvada
büyürken, bazıları da benim gibi dünyanın karanlığına boyun eğiyor. Senin
dünyanı yıkan, anne ve babanı bir trafik kazasında kaybetmek oldu. Benim
dünyamı yıkan şey ise anneme dokunan o adamları yalnızca izlemek olmuştu.
Keşke benim de annem bir trafik kazasında hayatını
kaybetmiş olsaydı. Keşke bir mezara sahip olmuş ve ben de sürekli olarak ona
gidebilseydim. Ben bunu seçerdim Beren.
Hayat bir ayrıcalık tanıyıp eğer seçenek sunuyorsa, bunu benim gibi bir
adamın yanında olmayı seçerek ziyan etme” sonlara doğru alçalan sesi ile gücü
çekiliyordu sanki. Onun bu haline dayanamadı Beren, ileri atılıp, yanına varmak
istese de yapmadı.
“Neden canımı acıtmaya çalışıyorsun?” sözleri
fısıltı gibi ulaştı Ares’ in kulağına. Hıçkırıkları sözlerine karıştı.
“Canın acımasın diye senden uzak durmaya
çalışıyorum”
“Sana ihtiyacım olduğunu söylediğimde; gözlerime
bakarak gitmemi söylüyorsun. Sence de gerçekten canım yeterince acımıyor mu?”
“Ben sadece gerçekleri görmeni istiyorum. Yanında
olmayı istediğin bu adi adamın nasıl biri olduğunu öğren ve ondan uzak dur,
istiyorum”
“Kendine şöyle şeyler söyleme artık. Asıl
gerçekleri görmesi gereken sensin. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu görmüyor
musun? Senin yanında kalbim bile huzura eriyor, yüzüm bu sen karşımda olduğunda
gerçekten gülüyor” onun haline bakıp, ikna etmek için çabalıyordu. Peki, ne
içindi bu ikna çalışması, sevmek ve sevilmek için mi?
“Anne ve babamın yokluğu senin yanındayken,
hafifliyor. Senden uzak olunca huzursuz hissediyorum. Yanında daha iyi olduğumu
görmüyor musun?” düz bir ses tonu ile konuşan Beren, artık gözlerı bile onu
terk etmiş gibiydi. Bir adamdan sevgi mi dileniyordu?
“Farkında olmadan sana sandığımdan çok daha fazla
bağlanmışım. Öyle ki; şuan en büyük korkum, beni yaka paça bu evden dışarı
atman. Bu ailenin içinde olmaktan memnunum ama seninle aynı ortamda olmayı bile
daha çok seviyorum” gözlerini ayırmadan, yüzüne değil de, yeri izleyen adama
bakıyordu.
“Anlatılanlardan sonra artık onlara daha çok saygı
ve sevgi besliyorum. Ama sebebi yine sensin. Olanlardan sonra seni yalnız
bırakmadıkları için minnet duydum onlara karşı. Seni yılmadan, bıkmadan hayata
döndürmek için çabalayan ailene saygı duydum” durup biraz nefeslendi.
“Anne ve babamdan kalan tüm sevgiyi sana vermek
istiyorum. Neden kabul etmiyorsun? Ben hayatımı seninle yaşamak istiyorum. Beni
iyiliğim için olduğunu söyleyerek bu evden gönderip, yalnızlığa itiyorsun.
Neden?” hıçkırıkları müsaade etmese de, içinde olan tüm fırtınayı ona da
gösterdi Beren.
“Karşımda ağlama, beni yapmak istemediğim şeylere
zorluyor” sarılmak gibi diye geçti o an Ares’ in aklından. Bu konuda kendine
engel olmak isteyen Ares, tekrar gidip yatağına oturdu. Onun haline bakan
Beren, ne kadar zorlandığını görüyordu. Kendi yüzünden bu haldeyken, bu yüzden
kendini suçlu hissetti. Ufak adımları ile gidip, onun yanına oturdu.
“Yaşadığın şeyler gerçekten çok ağır. Belki bu
kadarı henüz kimsenin başına gelmedi. Sen bunu gerçek ile yıllarını
geçirmişken, bunu yapabilecek kaç insan var bilmiyorum” onun öflenmemesi için
naif bir ses tonu ile söylüyordu Beren, sözlerini.
“Omuzlarına aldığın yük, belki hiçbir zaman
hafiflemeyecek olabilir. Ama hayatın sana ne zaman seçenek sunacağını
bilemezsin. Belki gözleri o kadar çok sıkıyorsun ki, bunu göremiyorsun”
gözlerine bakmasa da, onu dikkatle dinliyordu Ares ve Beren bunu farkındaydı.
“Yaşadığın bu hayattan memnun değilsin. Sadece sen
değil, çevrendeki hiç kimse memnun değil. Hayat sana belki de şuan bir seçenek
sunuyor Ares ama sen yine inandığın şeyi yapmak istiyorsun. Bana hayatın bir
tekrarı olmadığını söylemiştin, sen neden bu şekilde bir hayat yaşamak
istiyorsun? Süren dolp, diğer tarafta annen ile karşılaştığında; tüm yaptığın şeyler
için bir aferin mi bekliyorsun.
Ona ne söyleyeceksin Ares; bize yapılanları,
başkalarına bende yaptım ve artık ödeştik. Ne olacak peki ondan sonra, annen
boynuna sarılıp, seni kutlayacak mı?” onun göz göze geldiğinde, gözyaşlarını
görmedi, ama gözyaşlarından daha da acıydı, gözlerini saran o ifade. Yaralı
elleri ile birbirine daha çok eziyet eden Ares’ in eline uzandı ve sıcak avucu
ile onu sıkıca sardı.
“Sence annen böyle bir hayat yaşamanı ister miydi?
Cüneyt Karal’ dan haklı olarak nefret ederken, yaşadığın şuan ki bu hayat, tam
da onun istediği gibi bir hayat değil mi? Yeni bir başlangıç yapmalısın Ares,
yaşadıklarını hala unutmamış olsan da, yeni bir hayatta iyi bir yaşam
sürmelisin” gözleri umutla parlayan, elini tutan bu genç kızın sözleri onu bir
masala ikna ediyor gibiydi.
“Geçmişte yaşadığın şeyleri anımsayıp acını taze
tutarken, onları bir kenara bırakıp, kendine temiz hayaller yaratmalısın. Annen
küçük oğlunun ileride böyle bir Ares olmasını eminim istemezdi. Annen ile
karşılaştığında, başkalarının kanları ile kirlettiğin elini mi uzatacaksın
ona?” onun elini hala tutarken, diğer elini onun yanağına çıkardı. Yüzünü
kendine çevirip, onunla göz göze geldi.
“Yaşadığın
şeylerin elbette karşılığını alacaksın. Annen eminim maruz kaldığı şeyler için
çok daha iyi bir yerde. O yüzden sen de artık tüm bunlardan arınmalı ve
kurtulmalısın Ares. Kendine yeni bir düzen kur” fısıltı gibi söylerken, onu
buna inandırmaya çalışıyordu. Bir büyünün etkisi altında kalmış bir beden gibi
Ares, onun dudaklarından dökülen her kelimeyi dikkatle dinledi.
“Hiç mi korkmuyorsun benden. Başına gelebilecek
herhangi kötü bir olay, seni rahatsız etmiyor mu? O deponun varlığı senin için
ağır değil mi? Anlatılanlardan hiç mi etkilenmedin?” bu kez ikna etmek isteyen
taraf Ares’di.
“Ben süremin dolacağı günü sabırla beklerken, neden
bana yeni bir hayattan bahsediyorsun” ufak bir erkek çocuğu gibiydi sanki.
Annesini istediği oyuncağı alması için ikna etmek için çabalıyordu.
“Hiç, hem de hiç korkmuyorum. Ne olacağı umurumda
değil, ben seninle olmak istiyorum. Efendisi olduğun o karanlık dünyadan seni
çıkarıp, geri kalan hayatını güzelleştirmek için elimden geleni yapmak
istiyorum” gözlerine baktığı adamın kulaklarına, hiçbir tereddüt bulundurmadan
ulaştırdı Beren. Ares onun yanında ayrılıp, ayaklandığında, Beren’ in elleri
yatağa düşmüştü.
“Yapamam Beren, seni de lanet hayatıma dâhil
edemem. Bir gün elbet yaptıklarım için benden intikam almak isteyenler olacak.
Ve bu sefer restoranda rehin alındığından, çok daha kötü bir durum ile karşılaşacaksın.
Annem gibi bir son ile karşılaşmana müsaade edemem”
İşte tam da o anda, uzun zaman sonra ilk kez düştü
Ares’ in gözyaşları. Yanaklarını ıslatan, damlaları fark etti Beren. Bir
suçluluk duygusu ile yandı içi. Onun üzerine gittiği için hayıflandı.
“Sana sarılmama izin verir misin?” ayaklandı ve
onaylamasını bekledi. Kendinin de buna ihtiyacı varken, karşısındaki bedenin
buna daha çok ihtiyacı olduğundan emindi.
“Yapamam, yaparsam seni bir daha bırakamam” dediği
sıra başını yere eğdi ve düşen yaşlarına kızıp, hızlıca elinin tersi ile
kuruladı. Beren’ in karşısında bu halde olduğu için, o odadan çıktıktan sonra
sol elini delik deşik etmek istiyordu.
“Yine git diyeceksin değil mi? Kaç, kurtul
diyeceksin, sözlerimin hiçbir ehemmiyeti yok senin için. Yine doğru bildiğin
hayatına devam edeceksin” yenilgi bir ses tonuna bu kadar acı verebilir mi?
“Pekâlâ, madem öyle istiyorsun, bu sefer dediğini
yapacağım. Hayatından bu gece, bu kapıdan çıktıktan sonra tamamen kaybolacağım.
Seni şuan bu hale getirdiğim için kendimi o, kuyuya atmak istiyorum”
“Beren”
“Umarım bir
gün kendi hayatın için yaptığın tüm bu şeylere bir son verirsin. Umarım o
sığındığın karanlıktan bir gün kendi isteğin ile çıkarsın” daha fazla
söyleyecek sözü kalmamıştı Beren’ in. O kadar çok konuşmuş ve sonundan
umutlanmıştı ki; kendini şuan fazlası ile yorgun hissediyordu.
İki gençte birbirini sevmek ve hayatlarının geri
kalanını birlikte geçirmek istiyordu. Ama bazen sadece sevmek yetmiyordu
insana. Hayatımızı ele alan bazı gerçekler vardı ki; bizler ona sadece boyun
eğmek zorunda kalıyorduk.
Hâlbuki o gerçekler olmasa daha da yaşanır olacaktı
hayatımız. Bazen huzursuzluğun asıl sebebi bile o gerçeklerin ta kendisi
olurken, biz hayatımıza bu gerçeklere göre yön vermek zorunda bırakılıyoruz.
Tek istekleri birbirine yakın olmak, birbirini
sevmek olan iki geçte bu gerçekler yüzünden ayrı düşüyordu. Geçmiş için gelecek
bile yakabiliyordu bazen.
Ama neyse ki Ares o an; Her şeye rağmen demişti
içinden. Arkasını dönüp gitmek için hareketlenen Beren’ in kolunu kavradı.
“Gitme, Beren” dedi duyulması zor bir sesle.
“Eğer gidersen, yarın cesedimi o kuyuda bulacaklar”
Beren o an onunla yeniden göz göze geldi. Gerçekten yapabilirmiş gibi bir his
ele aldı onu.
“Bahsettiğin yeni bir hayat benim için gerçekten varsa,
bunu sen olmadan yapamam” asıl yenilgiyi yaşayan o an Ares’ di. Kalbine karşı
kaybetmişti… Beren onun bu kararın onu ne kadar zorladığını görebiliyordu. Her
şeye rağmen o Ares Karal’ dı. Yaşadığı onca şeyi bastırmak için insanlara acı
çektirmeyi seçmişti. Şimdi ise yaşadığı onca şeyin ardından yeni bir hayatın
temelini atmak üzereydi. O güçlü bir adamdı. Yeni, temiz bir hayatı bile kabul
edebilecek kadar güçlüydü hem de.
“Hayatıma girdikten sonra seni nasıl bir hayatın
beklediğiniz farkındasın değil mi? Onun gözlerine bakarak konuşan Ares,
gözlerini saran ışıltıya şahit oldu. Ve bu ışıltının hiç kaybolmamasını diledi.
Beren ise onu başı ile onaylayarak yanıtladı.
“Hayatıma girdikten sonra bir daha asla çıkışın
olmayacak. Gitmek istediğin zaman buna asla izin vermeyeceğim. Azrail ile
karşılaşma süremiz doluncaya kadar yan yana olacağız” Beren onu yine hızlıca
başı ile onayladı.
“Bana yeni bir hayat bahşedip, daha sonra beni o
hayatın ortasında bırakıp gidersen; seni o depoda tutsak ederim. Kendi kendine
son nefesini verene kadar hiç bilmediğin acılara tanık olursun” sözlediği bu
sert sözler, o an nefesini kesti. Gerçekten yapabilirdi, gözlerinde hiçbir
ifade bunun aksini söylemiyordu.
Ancak Beren o an; her ne olursa olsun dedi içinden.
O an yine başı ile onayladı onu.
“Sırf senin için Beren. Seni de karanlığa çekmemek
için yeni bir hayat kuracağım, seninle” gözlerini saran o ifadeye tanık olan
Beren’ in içi ısındı.
“Sarıl bana Beren, lütfen” cümlesini duyduğu an
kollarını hızlıca onun boynuna doladı Beren. Ares’ in onun sarılışına karşılık
vermesi ise birkaç saniyesini almıştı.
Bir bayram sabahına uyanan, gece ise gözlerini yeni bayramlıklarını yanı başında olmasının mutluluğu ile kapatan bir çocuğun
sevinci kadar masumdu hissettikleri. Birbirlerine sıkıca sarılan bu gençler,
sanki uçurumdayken, hayatını kurtaracak olan, o dala sarılıyordu gibiydi.
O sıra Ares içinden; keşke demişti. Keşke ona
sarılmak için bu kadar beklemeseydim…
Kollarında olduğu bu adam, Beren’ e sanki dünyada
da cennetin var olduğuna inandırıyordu şu an. Acıları ve yaşadıkları şeyler,
kendi köşesine çekilmişti sanki. Artık isteseler de birbirlerini bırakamayacakları.
Bir süre sonra birbirlerinden yavaşça ayırdılar
kollarını. Ares, Beren’ in hala yavaşça süzülen gözyaşlarını sildi.
“Şimdi, ellerine
pansuman yapabilir miyim? Yeterince üzeri açık kaldı” onun hasarlı ellerini
tutup söyledi Beren. Bu Ares’ in yüzünde eşsiz bir gülümseme belirmişti. İlk
kez şahit olduğu bu ana, hayran hayran baktı Beren. Onu gerçekten
gülümsetmişti. Daha sonra ise Ares onu başı ile onayladı.
Çok güzelllll
YanıtlaSilsarılmalarııı 😻
YanıtlaSilYa yerim ben onları çok minnoşlar 😘
YanıtlaSilSon kısımda kalbimi bıraktım💜
YanıtlaSilCok tatlilar amaaaa 💜💜
YanıtlaSilkalbimi aldın yazar çok tatlılarrrr
YanıtlaSilBölüm gelmemiş hala :/
YanıtlaSilkalbimi bıraktım yaağğğğğğ
YanıtlaSil