Tüm
bireyler artık evlerine ulaşmış ve kendi odalarına çekilmişti. Ares bodrum
katındaki toplantı odasına kapatmıştı kendini. Birkaç dosya ile ilgileniyordu. Aslında
amacı kafasını boşaltmaktı. Bu gün Beril’ in, masa da anlattıklarını onu
geçmişe yenden dönmesini sağlamıştı. Hâlbuki bir an bile bunu aklından
çıkardığı yoktu. Onu ele geçiren duygular nedeni ile kendini sakin tutmaya
çabalıyordu. Aile bireyleri sinema salonuna toplanıp, filme odaklanmıştı.
Ares’ in gelmeyeceğinden emin olan bireyler ona sormak, işleri ile ilgilenirken, onu meşgul etmek istememişlerdi. Onlar keyifle film izlemeye koyulduğunda, Ares’in ne yazık ki bedeni artık alarm vermeye başlamıştı. Kulaklarını ele alan uğultu ile elleri kulaklarına çıktı. Gözleri bulanıklaşıp, onun görüşünü zorlaştırdı.
Ciğerleri patlamak üzereymiş gibi hızlıydı nefes alış-verişi. Kalbini sıkan bir el, her daim olduğu gibi yine oradaydı. Yavaşça yerinden kalktı Ares. Etrafı vahşi bir havyan gibi yerle bir etmeden kalktı masasından. Karşı çekmecede bulanan, sakinleştirici ilacı ulaşmaya çalışan, adımları savsak ve dengesizdi.
Yere değdiğine bile emin olamadığı adımlarının ardından nihayet çekmeceye ulaştı. Üst katını açtığında, şırıngayı görüp, eline aldı. Hızla ağzına götürüp, ağzı ile açtı kapağını. Derin bir nefes alıp, titreyen eline rağmen, dirseğinin iç bölgesine; her zaman yaptığı gibi ilacı encekte etti. Koca bedeninin zangır zangır, titremesini gözardı ederek, ilaç etki etmesini bekledi. Yere çöktü ve içinden ilaç etki etme süresini teker teker, saymaya başladı.
Bir, iki, üç
Beynini ele geçirip, kulağını delmek isteyen o uğultuyu bastırmak istiyordu. Elleri ile sıkıca örttü kulaklarını. Nefes düzeni, maraton koşan bir koşucudan farksızdı.
Yüz beş, yüz altı, yüz yedi
Çaresizce ilacın etkisini göstermesini beklemekten, başka hiçbir çaresi yoktu.
Uğultu azaldığında, gözlerini aralamıştı. Elleri kulaklarından ayrılıp, titreyip, titremediğini kontrol ettiğinde, bedenin artık normale dönmeye başladığını fark etti. Bacakları isyan etse de zorlayıp, ayrıldı toplantı odasından. Sert birkaç tane yumruk yemiş gibi bilinci yerine değildi. İnsanların ‘Azrail’ diye adlandırdığı Ares Karal’ ın böyle bir gerçeği de vardı. Güçsüz, savunmasız ve yıkık bir adam gibi ilerliyordu. Tüm bu bunlara sebep olan ise; lanet ederek hatırlanan geçmişiydi.
Ares kolay şeyler yaşamamıştı, hatta hiç kolay şeyler değildi. Kimse bunu atlatamazdı. O annesinin çığlıkları ile yaşayan bir adamdı. Onun yalvarışları kulaklarında çınlarken, ne kadar kurtulmaya çalışsa da, başaramıyordu.
Yemekte anlatılanlar onun tekrar eskiye dönmesine sebep olmuştu. Bu yüzden de şuan bundan kurtulmak için çabalıyordu. Suyun altında geçirdiği zamanın ardından, suyu kapatıp, duşa kabinden çıktı. Askılıktaki havlularından birinin alıp, belden aşağısını sarmış, daha sonra is bir de baş havlusunu alarak, geçti odasına. Saçlarını kurulamaya başladığında, aklında dolaşan şey belliydi. Ares yine her daim yaptığı şeyi yapacaktı.
Film başladığından bu yana aklı Ares’ de olan Egemen, fazlası ile huzursuzdu. Yemekte konuşulan şeylerin onun için ne anlama geldiğini bildiğinden, daha fazla dayanamayıp, ayaklanmıştı. “Nereye gidiyorsun?” diyerek, dikkatini sevgiline verdi, Çağla. Bu diğerlerinin de onlara odaklanmasına sebep olmuştu. “Ares’ e bakacağım. Gelirim birazdan” sevgilisini yanıtlayan Egemen, eğilip alnına ufak bir öpücük bıraktı.
Diğerleri yeniden filme odaklandığında, Egemen odadan ayrılıp, merdivenleri aşmıştı. Ares’ in kapısı önüne ulaştığında derin birkaç nefes alıp, ardından kapıyı tıklattı. Kapıyı aralayıp, içeri girdi yavaş hareketler ile.
Egemen karşılaştığı manzara ile huzursuzluğunda haksız olmadığını anladı. Ares beline sardığı havlusu ile yatağında oturmuş, elinde ki baş havlusu ile saçlarını kuruluyordu. Bu evde Ares’i iyi analiz edebilen kişi olan Egemen, şuan ki manzara ile Ares’in yineden kriz geçirdiği düşüncesine kapılmıştı. Zira haksız da sayılmazdı.
Böyle anlarda Egemen kendini, gücünü kaybetmiş gibi hissediyordu. Evin en güçlü ve sağlam bireyi olan Ares’i, krizler yüzünden böyle bir halde görmek; bir yangının ortasında kalmış bir beden gibi hissettiriyordu ona. Yavaş adımlarla ilerledi kardeşinin yanına ve usulca yatağın boş olan kısmına oturdu.
“Ne kadar sürdü?” ses tonu kısıktı, sanki duyulmasını istemez gibiydi. “İlaca erken davrandım”dediği sıra baş havlusunu saçlarından ayırıp, havluyu omuzlarına attı. O an havlu bedenine bir siperi idi Ares’ in.
“Bu gün yapılacak olan tahsilat çok önemli değil. Biz, sensiz idare edebiliriz. Biraz dinlenmelisin”tereddütlü çıkan sesini Ares’in fark etmemesi imkânsızdı. Egemen büyük bir ikilemde kalmıştı. Ares kabul etmezse, kendini zorlayacağını biliyordu. Ancak kabul ederse, onun şuan ne kadar kötü bir durumda olduğu gözler önüne serilecekti.
Ares bu güne kadar tüm tahsilatları bizzat kendi yapmıştı. Bu yüzden her iki seçenekte Egemen’ in canını sıkıyordu. Başını çevirip, kardeşinin yüzüne baktı Egemen. Ares’in onu başı ile onayladığını gördü. Gözleri bir süre daha onun yüzünde oyalandı.
O herkesin korku ile bahsettiği bir Azrail değildi. Onun yardıma ihtiyacı vardı. İçi yaralarla, kırıklarla dolu bir adamdı. Geniş omuzları her daim olduğu gibi dik değildi şuan. Başını eğmiş, yerdeki parkenin herhangi bir noktasına sabitlenmişti. Odadan çıkıp, onu yalnız bırakması gerektiğini biliyordu Egemen. Ancak bunu yaptığı zaman Ares’in ne yapacağını da biliyordu.
“Yalnız kalmalıyım” gür ve sert bir ses yerine, hüzün dolu bir ses ulaştı Egemen’ in kulaklarına. Egemen bunu yapmayı hiç istemese de yataktan kalmıştı. Ares, ona git demişti ve onun başka seçeneği yoktu. Ona engel olamazdı.
“Pekâlâ, sen dinlen. Ben diğerlerini toparlayayım” diyerek, adımları kapıyı buldu ve sessizlik içinde odadan ayrıldı.
Artık odada yalnız olan Ares, birkaç dakika daha öyle kaldı. Daha sonra ayaklanıp, dolabının önüne geçti. Uygun gördüğü kıyafetleri hızlı giyindikten sonra artık yapmak istediği şeyin zamanın geldiğini biliyordu.
Adımları bu kez yatağının yanındaki komodinin çekmecesini ulaşıp, çekmeceyi açtı. İçinden bu iş için özel olarak kullandığı hançer tarzı keskin aleti eline aldı. Bu keskin aletin bir görevi vardı. Sol avucunu açıp, henüz birkaç hafta önce yinelediği derin yaraya baktı. Derin bir nefes alıp, keskin aleti hissetti yaranın üzerinde. Daha sonra ise yarayı daha da derin hale getirip, kırmızı sıvının avucuna dolmasını izledi.
O halde yatağına yönelip, yeniden oturmuştu. Canının yanıyor olması, onun için pekte kıymetli bir şey değildi. Aynı yaranın defalarca kez yenileniyor oluşu, artık avucunda koca bir yarık bir dolaşmasına neden oluyordu. İyileşmesine izin vermeden, kaç kez bu durumla karşılaşmıştı. Avuç içi artık perişan halde olsa da, Ares’ in bunu hissetmeye ihtiyacı vardı.
Bedeninde taşıdığı yaraların artık iyileştiğini, bedenine kendinden başka kimsenin zarar veremeyeceğine kendini ikna etmeliydi. Her şeyin artık geride kaldığını, annesinin intikamı için ayakta kaldığına, her gün gözlerini açmasının sebebini ona hatırlatacak bir kanıta ihtiyacı vardı.
Kan damlaları küçük bir göl oluşturmuştu, siyah zemin üzerinde. Öylece bunu izliyordu Ares. Yüz üstü uzanmıştı yatağına. Yarasını incelediği birkaç dakikanın ardından, avucunu yatağına koydu. Kan damlaları yavaşça dağılıyordu gri çarşaf üzerinde. Parmaklarına değen ıslaklıkla, dağılmanın ne kadar hızlı olduğunun farkındaydı. Bunlar rutin şeylerdi, Ares kaçıncı kez yaşıyordu bu durumu?
Egemen sinema salonuna döndükten biraz zaman sonra aile bireylerinin keyifle izlediği filmde nihayet bitmişti. Saatin geç olması ile birlikte artık uyku vakti gelmişti, bireyler için. “Bu adama döndükten sonra profesörlük değil, ödül olarak altın insan unvanı gibi bir şey vermeleri gerekiyordu”Anıl’ ın sözleri ile birlikte, Cenk ayaklanmış ve filmi çıkarmak için televizyona yönelmişti. “Ben kesin üç gün sonra ölürdüm”Can’ ın sesinden dahi anlaşılıyordu endişesi.
“Abartma hayatım, ben on gün dayanırsın; diyorum”Beril sevgilisi ile eğlenirken, odada kahkaha sesleri de yükselmişti. Her biri kahkaha ile sohbete dâhil olurken, Egemen bunun dışında kalmıştı. Aklı hala Ares’ deydi. Mert ise Egemen’ in sessizliğinin sebebini anlayabiliyordu. Birlikte uzun yıllar geçirmiş olan bu aile, birbirlerini oldukça iyi tanıyordu. Egemen’in odaya girdiğinden beri sıkıntısı olduğunu, onun yüzünden okumuştu, Mert.
Sessizce müsait bir zamanda bunu sormayı bekliyordu. Bu akşam için yeterince keyifli zaman geçiren ailenin keyfini kaçırmamak için bekliyordu. Yüzlerine yerleşen gülümseme henüz kaybolmadan odadan ayrıldı, bireyler. Kızlar kendi odalarına çekilirken, erkekler henüz sinema salonunda kalmıştı. Onlar gerçek hayatı şimdi başlıyordu.
“Sorun ne?”nihayet sormak için doğru zamanı bulduğu için şükretti Mert. Diğerleri de iki kardeşin konuşmasına odaklanmıştı.
“Ares bu gece tahsilata gelmeyecek” diye söylediğinde, diğerlerinin yüzünden geçen şaşkınlığa gözleri ile şahit oldu Egemen. Sesini kaplayan hüznü fark etmemek imkânsızdı.
“Neden?”diye sordu kardeşler. Bu ilk kez olan bir durumdu ve ona neyin engel olduğu konusunda meraklanmışlardı. Bu güne kadar yaşamadıkları bu olaya tepkileri hayrete uğramış gibiydi. “Kriz mi geçirdi?”Mert’ in sesi kardeşlerinin kulaklarına dolduğunda; neden kriz geçirsin ki? Diye geçti akıllarından. Söyleyeceği şeyler için Egemen’ in ağzının içine bakıyorlardı. Ancak Egemen, gelen soruyu başı ile usulca onaylamıştı. “Ne kadar sürmüş peki?”kalın sesine rağmen endişesi apaçıktı Can’ın. Onlara ele alan duyguların içinde boğuluyorlardı sanki beş kardeşte.
“İlaca zamanında ulaşmış”diye yanıtlamıştı Egemen, Can’ı. Konuşulan konu ne can sıkıcı, ne yıpratıcıydı. Böyle zamanlarda; ne yapmalı, nasıl hareket etmeli hiçbir zaman bilemiyorlardı. Bu anlardan nefret ediyorlardı. Yaşamaktan artık yorulmuş olsa da, onlara inat eder gibi hayat; yeniden yeniden yaşatıyordu bunu. “Şuanda nerede?”Mert, sorarken, farklı bir endişe kapladı içini. Ares’ in her kriz sonrası yaptığı şeyi bildiğinden, engel olmak istiyordu.
“Odasında”kardeşini yanıtladığı sıra elleri saçlarının arasına karıştı Egemen’in. Hırsla dağıttı saçlarını. “Onu yalnız bırakmayalım”diyerek odadan çıkmak için hareketlenen Mert’ i, Egemen; kolundan tutarak ona engel olmuştu. “Çoktan yapmıştır bile”deyiverdi bir anda. Kelimeler ağzından kerpetenle sökülüyordu sanki. Üzüntüsünü, acısını gizlemeden duruyordu Egemen, kardeşlerinin önünde. Bu anlara nasıl son vermeleri, bununla nasıl baş etmeleri gerektiğinin acısına yanıyordu Egemen.
“Daha önce haber vermeliydin”dedi Mert ve kolunu Egemenden sertçe kurtardı. Kızgınlığı kardeşine değildi aslında. Zira Egemen’ in yapacak pek bir şeyi yoktu o an. Bunun farkında olan Mert, yaşamak zorunda kaldıkları bu anlara lanet ediyor ve kızıyordu.
Ellerinden bir şey gelmiyordu. Bu yüzden en çok buna kahreden Mert’in yaptığı; bir çırpınıştır. Üzerindeki alevlerden kurtulmaya çalışan bir adam gibiydiler. Sanki ne kadar hızlı koşarsa, üzerindeki alevlerden de o kadar çabuk kurtulabilirdi. Erkek de bunu yaşıyor gibiydi. Sanki Ares’ in yanına ne kadar hızlı varırlarsa, ona engel olma ihtimali varmış gibi…
Ancak Mert’ in de bildiği bir durum vardı ki; o alevlerden kaçan adam, ne kadar hızlı koşarsa koşsun, birinin yardımı olmadan asla onu saran alevlerden kurtulamaz. Birinin ona yardım etmesine izin vermeliydi. Ares içinde aynı şey geçerli aslında. Ares istemeden ona yardım edemezlerdi. Ares buna izin vermesi gerekiyordu ki, bu hiç mümkün gözükmüyordu.
“Engel olamayacağımızı biliyorsun”dedi Egemen. Mert’in ona çıkışmasına kızamıyordu, çünkü onun sadece Ares’ i durdurmak istediğinin bilincindeydi. “Şimdi ne yapacağız peki?”diyen Cenk, sessizliğini bozdu. “Sadece işimizi, tahsilata gideceğiz” kardeşlerini toparlamakta kendine düştüğünden, görevini yerine getiriyordu Egemen. “Ne yani, Ares’e bakmayacak mıyız?”sert bir ses tonu ile bir anda çıkıştığın da, beklemedikleri için afallamışlardı.
“Allah aşkına Mert, odaya girdiğin den yapmayı planlıyorsun? Pansumanı kendim mi yapacaksın, yoksa hastaneye mi götüreceksin?”kendi içinde boğulmasının yanı sıra bir de üzerine gelen kardeşinin artık susmasını diliyordu Egemen. Bu durum yeterince zorken, olmayacak şeyleri mümkünmüş gibi söyleyen kardeşine kızıyordu.
Diğerleri ise sessiz kalıp, tartışan kardeşlerini izlemekten daha ileri gidemediler. Her ikisininde haklı oluşu ise ayrı bir ironiydi aile için. Bu yüzden sessizlik onların tek yoluydu. Çaresizlik insanı sardığında, nefes bile almaktan nefret eder insan. Yaşan bir insan gibi değil, kimsesinin göremediği bir ruh olup, tüm şeylerden kurtulmak ister. Onlar bunu hissediyordu. Dünya üzerinde en çok bu histen nefret ediyorlardı.
“En azından nasıl bir halde, ona bakalım. Daha geçen birkaç hafta içinde tüm yatağı kan ile kaplıydı. Üzerinden ne kadar zaman geçti ki, şimdi yeniden oldu diyorsun. Bu durum korkutuyor beni Egemen”
Onun çaresizlik vurmuş sesini duyup, bu çatı altında hangi kardeşi ilgisiz kalabilirdi. Her biri için durum aynıydı aslında. Onun üzerinde daha fazla gitmek istemedi Egemen. Çığlık çığlığa, yardım dileniyorlardı, odayı sessizlik kapladığında. Elleri kolları bağlı yapacak hiçbir şeyleri olmayan kardeşler, böyle anları yaşamaya mahkûm gibiydi.
“Pekâlâ, nasıl olduğuna bakıp, oradan depoya geçiyoruz. Onu bu gece daha fazla rahatsız etmeyelim” orta yolu bulduğuna inanan Egemen, Mert’ in yüzüne baktı, konuşurken.
“Sağ ol, kardeşim” Mert’ in söylediğinde her biri, derin bir nefes bıraktı dışarı. Gerçekten o görüntü ile karşılaşmaya hepsi hazır mıydı? Ancak odadan ayrılan erkekler, ara holde, oyun odasından çıkan Ares ile karşılaştılar. Sol elindeki, özensiz sarılmış bir havlunun tamamı kırmızı renk ile lekelenmiş hali gözlerinden kaçmamıştı. Üzerindeki takım elbisesi ile dimdik duruyordu. Onların bu beklenmeyen manzara ile karşılaşması sonucunda Ares’ e bakan gözlerinin şaşkın bir ifadenin ele almasına sebep oldu.
“Dinleniyorsun sanıyordum” dedi Egemen, gözleri onun yüzünü inceliyordu. “Bu geceki tahsilatı tek yapacağım” dediğinde mümkünmüş gibi daha büyük bir şaşkınlık ele aldı onları. Egemen’in odada yalnız bıraktığı Ares ile şuan karşısında olan adam farklı kişiydi sanki. Ancak kimsenin şikâyeti yoktu bundan, her biri onu böyle dik gördüğünden oldukça memnuniyet duyuyordu.
O insanların Azrail diye seslendiği kişiydi. O girdiği ortama ölümü de beraberinde getiren bir adamdı. Fısıltısı ancak bir insanın son duyduğu şeydi. Bu Azrail, güçsüz olamazdı. Onu yıkmaya güçlü yeten dünya üzerinde hiçbir şey yoktu. Omuzları mecbur gibi dik durmalıydı. Ares bu ailenin gücüydü, eğer o güçsüzse diğerleri düşerdi. “Eline bak-“ diye söze başlayan Mert’i, sözleri ile böldü Ares.
“Bu gece gidip, güzel bir uyku çekin” dediğinde adımları da kapıya ulaşmıştı. Onların buna ihtiyacı olduğunu bildiğinden, onların istediği şeyi veriyordu sadece. Evin dışına ulaştığında adımları hız kesmeden arabasını buldu.
_
Beren yatağına uzanmış, bu akşam ki yemeği düşünüyordu. Beklediğinden daha iyi geçmiş olmasından son derece memnundu. Hatta onları sıcakkanlı ve son derece güler yüzlü olduğu kanısına varmıştı. Aynı masayı paylaştığı kişilerin, arkadaşı Derya ’nın anlattığı kişiler olduğunu dahi aklı tamamen unutmuştu. İçlerinden yalnızca tek bi kişi onun gerilmesine sebep olmuştu. Gece boyunca yemeği ile ilgilenip, tek kelime etmeden, karşısında oturan beden, onu fazlası ile geriyordu.
Onun etrafa yaydığı enerjinin dahi tehlike addettiğini hissediyordu. İnsana bakışları fazla derindi, sanki karşısındakinin içini görüyor gibiydi. Derin bakan gözlerinin sanki ucu bucağı yok gibiydi. Sonu olan bir okyanus gibi değil, gökyüzü gibi uçsuzdu. Bir kara delik gibi insanı içine çeken türdeydi.
Bir insanın tüm bunlar ile birlikte normal olamayacağını düşünüyordu Beren. Okuduğu ve izlediği filmlerden etkilenmiş olmalı ki; onun bir kurt adam, ya da vampir olduğu hissine kapıldı. Tekrar gözlerinin önüne getirdi, onun görüntüsünü. Bildiği kadar ile vampirler yemek yemezken, o önündeki tabaktan başını kaldırmadan, sadece yemek yemişti.
Kurt adamlar ise sıcacık bir bedene sahip olurken, onun bir buz kitlesi kadar soğuk bakışlarını ve benzinin nasıl soluk olduğunu hatırladı. İki seçenek üzerinde derin derin düşünen Beren, sonradan yaptığı şeyin saçmalığını fark etti. Yarın ki iş günü için artık uyuması gerektiğinden, uykuya teslim olmuştu.
Elbette ki Ares, ne bir vampir, ne de kurt adamdı. O sadece Azrail olmaya yemin etmiş; sıradan bir adamdı. Beren, belki de o korktuğu adamın arabasının şuan kapısının önünde olduğunu bilse, tüm gece uyanık kalabilirdi. Ares, Can’ ın ona göndermiş olduğu, garsonun adresini kontrol etmek istemişti. Kısa bir süre orada kalıp, gözleri, ona söylenildiği gibi ikinci katın penceresinin üzerindeydi. Arsından ise ayrılıp, deponun yolunu tuttu.
Yorumlar
Yorum Gönder