Malikanenin zil sesi yeniden duyulmuştu. Nilay yemek hazırlığına yardım etmeyi bırakıp, gelenleri karşılamak için hızlı adımlar ile gitmişti. Kapıyı açtığında erkek arkadaşı ile gelen diğer erkekler ile karşılaşmıştı. Gelenler; Mert, Egemen ve Ares'di. Diğerleri ayaklanıp salona gelmelerini beklemişlerdi. Nilay kapıda gördüğü an, sarılmıştı sevgilisi Mert'e sıkıca. Daha sonra gelenlerin sevgilisi ile diğerleri olduğunu bilen Çağla, hızla yaptığı işi yarım bırakıp; atlamıştı sevgilisinin kollarına. Tüm bireyler salonda toplandığı sıra sesi ile dikkat çekmişti Selin.
"Masa hazır, isterseniz hemen geçebiliriz"diyerek sormuştu.
"Olur"dedi Ares ve yemek masasına ilerledi, on bir kişi. Onayı verecek olandı o. Masanın bir oturma düzeni vardı ve bu düzen bugüne kadar bozulmamıştı hiç. Masanın en ucunda oturuyordu Ares, karşısı boş olarak, solunda Can karşısında Beril, Can'ın solunda Anıl karşısında Selin, Anıl'ın solunda Egemen karşısında Çağla, Egemen'in solunda Cenk karşısında İdil, Cenk'in solunda Mert karşısında Nilay; buydu düzen.
"Afiyet olsun" demişti Ares ve yemek başlamıştı.
Yemek sessiz geçmişti. Bir gerginlik vardı masada, belki sebebi sessizlikten rahatsız olan Can'ın da bu gece aklının meşgul olmasıydı. Canını sıkan daha önemli bir sorun varken, bu gece ağzını açmak dahi istememişti. Yemekten sonra kızlar, masa toplama işini bitirip; bulaşıklar ile ilgilenmişti. Salonda sadece erkekler kalmıştı. Ares, Can'ın ve Anıl'ın bakışmalarını fark etmiş, bu yüzden konuşmalarını istemişti.
"Biriniz, başlayın artık" Can gerilmişti. Söylemek istediklerini doğru ifade edebilmek adına aklında tekrar ediyordu.
"Ares"deyip, yutkundu Can. Sevgilisi Beril, ona her ne anlattı ise o da; Ares ve diğerlerine anlatmıştı.
"Beril ağlayarak anlattı bunu. Anıl, o adamın adının tahsilat listesinde olduğunu söyledi. Tahsilat, iki gün sonra"diyerek bitirdi anlatımını.
"Söylemek istediğin ne?" dedi Ares.
"Demek istediğim, bunu erkene alamaz mıyız? Kesinlikle bunu isteyen Beril, değildi. Sadece Beril' i üzen bu adamın hesabını erken görmek istiyorum"diyerek kızgınlığını dile getirdi Can.
"Yemeğin durgun geçmesinin nedeni de buydu. Moralleri bu yüzden bozuktu"dedi Anıl, Can'a destek vererek.
"Neden tahsilat listesinde?"
"Kardeşi Rusya'dan uyuşturucu getirtiyor. Bununla ilgilenen küçük bir çetesi var. Okullara ve belirli birkaç bar ile ticaret içinde. Bu restoran sahibi olan adamda, kardeşi ile ortak sayılır.
Restoranına gelen, gözüne kestirdiği kızları da bu yolla ağına düşürüyor ve on - on bir kız, onunla bağlantıdayken, ortadan kayboldu"
Ares'in sessiz kalışı, Can'ın onun kabul etmeyeceğini anlamasını sağlamıştı. Bu konuda kendini kötü hissedip, bencilce davrandığının düşüncesine kapılmıştı Can.
"Affedersin Ares, ben sanırım bencilce davrandım. Listenin sırasının bozmak doğru olmayacak" diyerek bakışlarını yere indirdi.
"Pekala, bu seferlik tamam ama bu ilk ve son. Bir daha hiçbir kızın adı tahsilat kelimesi ile aynı cümle içerisinde geçmeyecek. Ayrıca bu konuyu salonda konuşuyor olmanız da, hiç hoş karşılamadım" dedi Ares kızgınca. İş ile alakalı tüm şeyler bodrumda ki toplantı odasında konuşulurdu. İzlenilen adamlar, yapılan planlar, alınan ölüm kararları tüm hepsi bu odada karara varırdı.
"Harika, eğlence başlasın o halde" dedi Anıl heyecanla, aralarında sadistliğe en yakın kişiydi Anıl. Adamların çığlıklarını keyifle dinlerken, bunun onların hak ettiği şey olduğunun bilincindeydi.
-
Uzun zamandır, hakkında araştırma yaptıkları adamı bulmak kolay olmuştu Kardeşler için. Barın kapısı önünde pahalı büyük araç ile bekliyorlardı. Cenk ve Mert içeri girip, içtiği şeylerden dolayı artık bilinci yerinde olmayandan adamı, dışarı sürüklemişlerdi. Adamı hızla araca atıp son sürat uzaklaştılar.
"Lanet olsun, bu adamı ellerim ile öldürmek istiyorum" dedi Can, dişlerinin arasından adama, dünyanın en tiksinç şeyi; bu adamış gibi bakıyordu.
"Sakin ol dostum, bunun ne zevki var. Onun tüm hücrelerinin acıyı hissetmesi, sence de harika olmaz mı?" diyerek onu sakin tutmaya çalıştı Anıl. Adam alkol ve aldığı haplardan dolayı çoktan sızmıştı.
Yol boyunca, adamın boğazına yapışmamak için kendini zor tutmuştu Can. Ömrünü ayakları altına serdiği sevgilisini üzmüş ve gözyaşlarının düşmesine sebep olmuştu bu herif, öldürmek bir hakkı diye düşündü o an ki öfke ile. Depoya vardıklarında, adamı sürükleyerek sokmuşlardı içeri. Adamın şimdi elleri, ayakları sandalyede bağlı; karşılarında oturuyorlardı.
"Ayıltın" dedi Azrail, Anıl hazırladığı buzlu suyu, adamın başın aşağı döktü. Adam hissettiği şey ile gözlerini anında açarken, neye uğradığını anlayamamıştı. Karşısında gördüğü altı adam ile beyninde şimşekler çakmış gibiydi. Kalp ritminin nasıl düzeninin bozulduğunu dahi hissedebiliyordu o an.
"Ellerini çözün" diye emretti Azrail, adamın gözlerinin içine bakarak. Ses tonu, karşısındaki adamın sonun geldiğini; anlamasını sağlamıştı. Anıl'ın hazırladığı kağıdı, adama uzattı Ares. Cenk ellerini çözdüğü an, önce bileklerin ovmuş, ardından Ares'in uzattığı kâğıdı almıştı adam.
"İmzala" dedi Azrail. Adam seslice yutkunup, kâğıdı okumaya başladı. Restoranın Ares Karal' a satıldığına dair bir belgeydi ve tek eksiği imzaydı. Adam yavaşça Cenk'in uzattığı kalemi aldı. Kendini köle gibi hissediyordu adam, sahibi ne derse yapmakla yükümlü bir köle; tek kelime dahi etmiyordu.
Ne derse desin, karşısında ki adamlar durmayacaktı. Susmayı seçmişti adam, ne olursa olsun ölecekti. Zira Ares Karal' ın elinden kurtulmayı başarmış tek insanın olduğunu dahi duymamıştı. Ellenin titremesinin müsaade verdiğince ona uzatılan kâğıdı imzaladı. Tekrar Ares' e uzattığında, adamın uzattığı kâğıdı aldı.
"Bugün herkesin içinde bağırıp, aşağıladığın garsonun adı ne?" dedi Azrail keskin soğuk sesi ile adam affalamıştı. Gözleri kocaman açılmış; neden bunu sorduğunu anlamaya çalışıyordu. Ares' in kendi kardeşleri de, bu sorduğuna şaşırsa da; yine de ne yapmak istediğini görmek istediler.
"Beren" zorla çıktı adamın ağzından bu kelimeler. Titreyen sesi her bireyin kulağına dolmuştu. Ares Cenk'e başı ile işaret verdi hemen. Ona verilen mesajı anlayan Cenk, bir kaç adımla adamın yanına gitti. Ardından sağ cebinin şişkin durmasının sebebi olan telefonu çıkardı.
"Ondan içten bir şekilde özür dileyeceksin. Ve o bundan şüphe duymayacak anladın mı?" dedi Ares, adam seslice yutkunduğun da, yavaşça başı ile onayladı.
"Cevap ver!" diye haykırdı, onun sonunu getirecek olan Azrail. Tüm depoda yankılandı ses, adam korkudan altına kaçırabileceğini düşündü.
"Anladım" diyebildi adam, korkudan titrek ve korku dolu sesi kulak tırmalayan bir haldeydi.
"Ara" Ares' in bu sözünün ardından yanında duran Cenk, elindeki telefona yöneldi. Hızlıca adamın rehberinden, Beren'in ismini buldu Cenk ve üzerine tıklayıp telefonun arama yapmasını sağladı. Hoparlör tuşuna basıp, dit sesinin odada yankılanmasına izin verdi. Üçüncü çalıştan sonra açıldı telefon.
"Efendim" dedi naif bir ses. Adam ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Çünkü bu güne kadar özür dilemek şöyle dursun; çalışanlarının kalbini kırdığı için suçluluk dahi hissetmemişti. Bu onun için ağırdı ama Ares Karal emretmişti, bu yüzden yapmak zorundaydı.
"Hakan bey" diye seslendi telefonda ki ses. Onu aramış olan patronu, neden henüz cevap vermemiş olmasına anlam veremedi.
"Ah! Merhaba, Beren" dedi adam, konuştuğu bu genç kıza karşın, titreyen sesine lanet etti.
"Hakan bey, iyi misiniz?" diye şüphe ile sordu, telefondan gelen ses.
"Evet, evet. İyiyim, ben sadece senden bugün için özür dilemek istedim" sesinde duyulan titreme, tüm bedenini ele geçirmişti. Neden, nasıl diyordu adam. Ölecekti, burada öldürülecekti. Korkusu, titremesi; bu yüzdendi.
"Benden, bugün için mi?" dedi telefondaki. Şaşkınlığı sesinden anlaşılırken, öylece onların konuşmasını dinliyordu aile bireyleri.
"Evet, senden özür dilerim, Beren" diye söyledi adam hızlıca. İçinden telefonda ki sese küfürler yağdırıyordu o sıra. Tek istediği bu maskaralığa son verip, daha sonra bu adamların ona her ne yapılacak ise; bir an evvel yapmasıydı. Karşılarında kedi yavrusu gibi titremekten nefret etmişti adam.
"Sorun değil, Hakan bey "diyerek karşılık verdi naif ses. Ses tonu kırıktı, özür pek işe yaramış gibi durmuyordu.
"Pekâlâ, hoşça kal Beren" adamın o an aklında olan tek şey kaç dakikası, ya da kaç saniyesi kaldığıydı.
"Hoşça kalın Hakan Bey" ve kapandı telefon.
"Aferin, iyi işti" dedi Ares. Keskin gözleri adamdan ayırmazken, adam ölümün kokusunu bariz bir şekilde alıyordu artık. Sandalyenin üzerinde perişan bir halde karşısındaki altı adama, bakıp sırada neyin geleceğini anlamaya çalışıyordu.
Ares'i, Can'ın kulağına eğilip bir şeyler söylerken gördü adam, sıradaki ölümdü. İliklerine kadar hissediyordu artık. Ama biliyordu ki; tetiği çekip, kafaya sıkmak Ares'in tarzı değildi. Bu yüzden canının çok yanacağının farkındaydı. Ancak tek temennisi kuyuya girmemekti.
Birkaç dakika sonra Can, elinde koca bir bidon ile odaya girdi. Adam bidonun ne işe yaradığını, bununla ne yapacaklarını anlamak için büyük bir uğraş içindeydi. Sessizce ölümü bekliyor olması, onlar yapacaklarından daha zor geliyordu.
Bidonun üzerinde ki yazıyı gördü. Ne anlama geldiğini hatırlamaya çalıştı o an. Nitrik Asit, neydi bu?
Hatırladığı an midesini ele geçiren bir sancı hissetti. Ne yapacaklardı bununla? Kezzaptı bu, ona içmesi için vereceklerinden korktu.
"Yatırın" dedi Azrail. Adamın titremesi, Ares her ağzını açtığında artıyordu. Mert ve Cenk adamın ayaklarını çözüp, destek olarak ayağı kaldırdılar. Ardından sandalyenin arkasındaki, adamın henüz fark edebildiği; demirden yüksekliğe yatırdılar. Ellerindeki iplerden hızlıca kurtulup, demir yükseklikten aşağı doğru sarkan; kemerler ile yattığı yere sabitlediler adamı.
Adam gözlerini yukarı çevirdiğinde gördüğü şey ile ensesinden aşağı doğru kayan buz gibi bir terin süzüldüğünü hissetti. Üzerinde yattığı plakanın aynısından, başının üzerinde olduğunu da gördü. Mert ve Cenk, ellerinde ki makaslar ile adamın üzerinde ki kıyafetleri keserek çıkarmışlardı. Ares'den aldıkları onay ile adamın baksırını da kesip, bir köşeye atmışlardı. Adam artık çıplak kalmıştı.
"On saniye "demişti Azrail. Neye on saniye, ne olacaktı onuncu saniyede? Adam beynini tırmalayan sorular ile boğuşup, olayları anlamaya çalışıyordu. Anıl, Can'dan aldığı bidonu; adamın yattığı makinanın gerekli bölümüne, tamamen boşalttı. Makinayı on saniyeye ayarladı ve düğmeye bastı.
"Ben Ares Karal, senin Azrail'inim. İnsanlara uyuşturucu satıp, onları zehirlemenin de. Ağına düşürdüğün kızların, akıbetinden dolayı canını; bedenini delik deşik edecek olan; bu kezzapla veriyorum" diyerek adamın kulağına ölümünü fısıldadı Ares.
O an adam, Ares'in ne demek istediğini anlamamıştı. Gelecek olan şeyi merakla beklemişti. Bir an, ayak bileğinde yanma hissi ile sıçradı adam yattı yerde. Çırpınıp, kurtulmaya çalışması boşunaydı ama adam yinede deniyordu şansını. On saniye sonra yanan yerin bir santim ilerisi yanmaya başladı. Yanmanın etkisi öyle keskindi ki adam; bir közün oraya yerleştiğini sandı o an. Kendini tutmaya bıraktığında, koca çığlıkları ile tüm depoyu inletti.
On saniye aralıklarla adamın her santiminde, yukarıdan bir damla düşüp, değdiği yeri deliyordu. Adam acıdan kıvranıp, ölmeyi diliyordu. Bu şekilde nasıl ölecekti? Kavruluyordu sanki bedeni, bu iki plakanın arasında. Bedenin tıpkı Ares' in söylediği gibi; delik değişik olduğuna inanıyordu. Kardeşler adamın kıvranmasını izlemiş ve bir süre adamın attığı çığlıkları dinlemişlerdi. Ardından odadan çıkıp, koridora ulaşmışlardı.
"Ne zaman ölür?" Ares, sorduğunda gözleri Anıl'a kaydı.
"Yarım saat sonra bütün deliklerden eş zamanlı dökülecek. Uzun süreli olacağı için büyük ihtimal yarım saate ölmüş olur" diyerek karşılık Verdi, gözlerine bakan kardeşine.
"Emin misin?" diye soran bu kez Egemen'di.
"Yaşı kırkı geçmiş. Üstelik alkolde almış, bu yüzden vücudu ve kalbi uzun süre acı dayanmaz" diye açıkladı Anıl.
"Pekâlâ, gidelim o halde" dedi Ares ve kardeşler arkalarında; acı içinde çığlıklar atan adamı bırakıp, arabalarına ulaştılar. Arabaları süratle uzaklaşırken, evlerinin yolunu tuttular.
Yorumlar
Yorum Gönder