Ana içeriğe atla

Karanlığın Efendisi - 13. Bölüm



Yağan kar tüm şehre hakim olup, beyaz bir çarşaf gibi onu sarmıştı. Kızlar kendilerini evin arka bahçesine atarken, Beren’ de onlardan habersiz evin ön bahçesinde kar sevincini yaşıyordu.

Karda oluşan ayak izlerine, ağaçların üzerine özenle düşen kar tanelerine keyifle bakıyordu. Bu koca beyazlığın içinde, huzur ve mutlulukla nefes alıyordu.

Elinde yuvarlayıp, top haline getirdiği karları havaya atıp, başından aşağı süzülmesi ile daha da keyifleniyordu. İçi o an çocuklar gibi şendi.

Bahçede, karlar ile yeterince uzun vakit geçiren Beren, diğerlerini endişelendirmek istemiyordu. Elini kapının ziline uzatıp, bastığında, kapının aralanmasını bekledi. Ancak kapı aralanmadı.

İkinci ve üçüncü kez de bastığında sonuç değişmedi. Kapı bir türlü aralanmıyordu. Öylece beklemeye devam etti.

Zilin sesini duyan Ares, bir yel gibi kalktı oturduğu koltuktan. Adımları odadaki pencereye ilerledi. Kimin geldiğini görmek için baktığında, biraz önce ona pansuman bedeni karşısında gördü.

Bastığı toprağı titreten adımlarla çıktı odadan. Kapıya ilerleyip, bir hışımla kapıyı aralayıp, onun yüzüne; öfkesini saklamadan baktı.

“Ne var? Ne istiyorsun?” aç bir aslanın kükremesi gibi bir ses işitti Beren o an. Evin bir kuralı gibiydi aslında. Bu çatı altında yaşayan hariç kimse izinsiz bu eve gelemez ve buna cesaret göstermezdi.

Şuanda her bireyin evde olduğu bir saatte zilin duyuluyor olması Ares’ i, kesinlikle kaygılandırmıştı. Arka bahçede kendi eğlencelerine dalan aile bireylerinin son derece keyifli vakit geçirdikleri sıra, kapının çalma olasılığını olmayışındandı.

Bu e zile bağlantısı olan her birey zaten evdeydi. Başka da kimse gelmeyecekti. Ancak bu kapının ziline basan kimdi diye düşündü Ares. Dost mu, düşman mı, endişe ile baktı pencerede.

Eğer kapıya kadar gelip, bu zile basmaya cesaret eden her kimse başına gelecek olanlara da, razı olmalıydı.

Ares’ in öfkesinin sebebi de bu yüzdendi. Kapının önünde eli silahlı bir düşman beklerken; aslında zile basanın kaçtığı bedenin ta kendisi olması hayli öfkelendirdi onu.

Kapıya ulaşan adımları o an, kapının önünde olanı öldürme arzusu ile yanarak ilerliyordu. Ancak kapıyı hışımla açıp, onun gerileyen adımları ve yüksek sesi ile onu korkuttuğu an pişman olmuştu yaptıklarından.

Gözlerinin perdeleyen o karartı kaybolmuş ve düşüne yetisi bahşetmişti ona. Beren karşısında öfkeden gözleri dönmüş bu beden ile karşılaştığında, eline pansuman yaptığı bedenini aynı beden oluşunu sorguladı.

Beren hızlı çarpan kalbine söz geçirmeye ve onu sakinleşmesi için beklemeye başladı. Bu heybetli adam, yine boğazını sıkıp, sıkmayacağını sorguladı o an.

Kalp ritmine sanki tüm bedeni ayak uydurmuş gibiydi. Karşısındaki bedenin de bunu duyup, duymadığını merak etti.

“Ben-“sözlerinin devamı maalesef korkusundan dilinden dökülmedi. Karşısında şuan gözlerine bakan bu adam, kesinlikle normal bakmıyordu. O an kapının ziline basması ile onu bu kadar kızdıracağını hiç ama hiç tahmin edemezdi Beren.

“Ares?” içerinden gelen kalın erkek sesini tanımamak mümkün değildi, her ikisi içinde. Can ‘ın o an onu kurtarmak için ilahi bir güç tarafından gönderildiğine inandı Beren.

Can, Ares’ i kapıda gördüğü sıra şaşırmış ve merakla yakalamıştı ona. Ona seslenen Can’ a dönüp, bir bakış atan Ares, daha sonra hızlı adımları ile bodrum katına doğru ilerledi.

Onun arkasından bakan iki çift göz bıraktığında, onunların nasıl olduğunu umursamadı.

“Beren, ne yapıyorsun dışarıda?” kapıyı onun için biraz daha açan Can, içeri girmesini bekliyordu. Olayı hala atlatamayan Beren, birkaç saniye sonra ona dönebilmişti.

“Kar için çıkmıştım. Sonra kapı kapanmış. Aptallık ettim b-“bir kar eğlecesinin böyle sonuçlanacağı bilseydi eğer çok uzun zaman da kardan uzak durabilirdi.

Mahcubiyeti sesine vururken, utanıyordu birazda. Misafir olarak kaldığı bu evde daha dikkatli davranmak zorunda olduğunu biliyordu.

“Sorun değil Beren, bu kadar rahatsız olma. Ares sana bir şey mi söyledi?" onun doğrudan gözlerine bakan Can, ikisinin tartıştığını ve Beren’ in şuan ki ruh halinin sebebinin bundan olduğunu düşündü.

“Hayır, herhangi bir şey söylemedi" onun kızgın oluşunu nedenini kendi anlamazken, Can'ın bunu öğrenmesine gerek görmedi o an.

“Pekala, hadi içeri gel. Üşümüşsündür" kapıdan biraz daha çekilip, onun geçmesi için alan açtı.

“Aslında artık gitsen daha iyi” elleri birbirine eziyet etmeye başlamıştı. Utana sıkala duruyordu şuan onun karşısında.

“Neden?” beklemediği bu yanıt onu şaşırtmıştı. Haline bakıp, sıkıntıda olduğunu anlayabiliyordu.

“Birkaç gündür fazla rahatsızlık verdim” onun rahatsız olduğu bir durumdan ötürü, böyle konuştuğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

“Eğer öyle bir durum olsaydı, burada olmazdın. Hadi, şimdi içeri gel de, şahane bir kahvaltı yapalım” onun neşesi sanki insana da, bulaşıyordu. Can yüzüne bakıp gülümsediğinde, Beren’ de gülümsemeden edemedi.

Ancak şöyle bir durum da vardı ki; Beren kahvaltı yapamıyordu. Bundan nasıl kurtulabileceğini düşünürken, karşısında ki bu neşeli adama, daha fazla zorluk çıkarmamak için içeri girmişti.

Kapıyı örtüp, birlikte mutfağa yönelen ikili o an, arka bahçede eğlenceleri biten kızlar ile karşılaşmıştı.

“Günaydın Beren, umarım rahat uyumuşsundur” Beril’ in sözleri ile daha geniş bir gülümseme ile karşılık veren Beren, bu kadar arkadaş canlısı olmalarına hayret eder gibiydi.

“Size de, günaydın. Gayet iyi uyudum” diğerlerine de, selam vererek yanıtladı onu.

“Hadi, gidip, muhteşem bir kahvaltı hazırlayalım. Kahvaltıda özel bir misafirimiz var" İdil söylerken, Beren ile göz göze gelip, naif bir gülümseme verdi ona.

Tüm bireyler mutfakta toplandığı sıra, eksik olan yalnızca Ares’ di. Bunu fark eden Can, neden henüz gelmediğini sorgulasa da, ayaklanıp, onu çağırmak istedi.

“Ben Ares' i çağırayım” söylediği sıra ayaklanırken, Egemen elini onun omzuna koyup, durdurdu onu.

“Sen keyfine bak, ben çağırırım” ondan daha önce ayaklanıp, omzunu tuttuğu elini sıktı.

Mutfaktan çıkan adımları daha sonra oyun odasına ulaştı. Onun nerede olduğunu biliyordu Egemen ve tereddüt etmeden oraya ilerliyordu.

Toplantı odasının kapısının önüne ulaştığında, kapıyı aralayıp yavaşça adım attı içeriye. Ares masasının başında yine evrakların arasında boğmuştu kendini.

O genç kızın hala burada olması onu rahat ediyor ve yukarı çıkıp, evden göndermemek için kendini kontrol altında tutmaya çalışıyordu.

“Ares kahvaltı hazır, kardeşim" masaya doğru yaklaşıp, o hala yüzüne bakmamış iken, dikkatini çekmek istedi.

Ares onu yanıtlarken, yine de başını kaldırmamıştı.

“Size afiyet olsun. Benim burada işlerim var” onun sözlerini gerçekten kulaklarının doğru algıladığını sorguladı Egemen.

Kurduğu bu cümlenin nedenini anlayamayan gözleri, irice bakıyordu kardeşinin yüzüne. Tek bir ifade okumayı umut etse de, son derece düzdü.

“Yemek masasına eksiksiz oturmamızı söylemiştin. Herkes buna uyarken, bunu senin bozuyor olman onlara haksızlık" sesinin tonundan bile bu durumu garipsediği anlaşılabilirdi.

Gözlerimi ondan bir an olsun ayırmadan, hareketlerini takip ediyordu, Egemen. Ares onun haklı olduğunu ve söylediğin de,  son derece hatalı olduğunu biliyordu.

“Seni rahatsız eden ne var Ares? Beren mi?” ismi söylediği an öfke ile başını kaldırıp onun yüzüne baktı Ares. Egemen o an sorunun gerçekten Beren olduğunu anladı.

Dikkatli davranması gerektiği hatırlattı kendine.

“Size sadece tek bir gece için izin verdim, lanet tek bir gece. Bana teşekkür borçlu olduğunuzdan bunu yapmalıyız dediniz” öfkesinden köpürdüğü bir zaman masadan hışımla kalktı.

“İnat yapar gibi her gün gözümün önüne sokuyorsunuz" toplantı odasında sesi bir çığ gibi büyüyor ve Egemen o çığın altında eziliyordu.

“Ares, ben-" bu durumda ne söyleyebilirdi ki? Sakin ol mu, bunun için geç kalmıştı Egemen. Böyle bir öfkenin ardından onu sakinleştirmenin mümkün olmayacağının farkındaydı. Olacak olandan korkuyordu o an.

“Onun aramızda ne işi var, Egemen. Bizim gibi bir değim o, biz kanın içinde yüzüyoruz. O ise kan damlalarından dahi korkuyor”

Birkaç günlük içinde biriken bir öfkeydi bu, olanca gücü ile karşısındaki kardeşine gösteriyordu.

“Birkaç gün önce eli silahlı bir adam onu, bizim yüzümüzden rehin aldı. Gittiğinde yeniden geri getirdiniz. Ve dün gece" sözlerinin devamını getiremedi Ares, büyük bir vicdan azabı çekiyordu zira.

Elindeki pansumana baktı Ares. Öfke ile inip kalkan nefesi, göğüs kafesini zorluyordu. Dün gece Beren’ in narin boynuna dolanan parmaklarından utandı Ares.

“Dün gece ne oldu Ares?” devam etmesini, sözlerinin nereye varacağını bilmek istedi. Ancak yaptığı büyük bir hataydı, zira Ares kendini kasmayıp, içinde biriken tüm öfkeye sebep oldu.

Ellerinin titremeye başladığını ve gözlerinin bulanıklaşmaya başladığında artık onun için dönüşünün olmadığını biliyordu.

“Ben onu, az daha kendi ellerim ile öldürüyorum. O bana yardım etmeye çalışırken, onun boyununu sıkıp, nefesini elinden almaya çabalıyordum” Egemen’ in karşısındaki o an kardeşi değildi artık. Karanlığın esir aldığı biriydi sadece.

“Bizden kurtulması gerek, bizim ona zarar başka vereceğimiz hiçbir şey yok” bu onun için son noktaydı artık. Krizine daha fazla engel olamadı.

Onun haline bakıp, konuyu buraya kadar getirdiği için büyük bir pişmanlık duyuyordu Egemen. Ares’ in titreyen bedenini gördüğü an beri bir hüzün kaplamıştı içini.

Onunla normal konuşma yapmak istediği sıra, Ares’ in normal biri olmadığını o an unutmuştu Egemen. Şuan yaşanan bu durumdan da, kendini mesul tutuyordu.

“Beni yalnız bırak, Egemen” titreyen bir ses tonu o an kendine bile yabancıydı Ares’ in.

“Odadan çık Egemen”dedi Azrail titreyen sesi ile.

“Kardeşim ben-“

“Çık buradan” koca bir haykırıştı odayı dolduran. Başka seçeneği olmayan Egemen, sessiz adımlar ile onu odada yalnız bıraktı.

Dışarı adım atar, atmaz anında ardından sertçe kapanmış ve kilitlenmişti. Daha sonra ise içeride kopan kıyametin varlığı isbat etmek ister gibiydi, kulaklarına dolan ses.

Önüne gelen her ne varsa, yerle yeksan etti Ares. Koca çığlıklar kopuyor ve odadan taşıyordu. O an Egemen’ in ise tek yapabilidiği, kulakları yırtan sesleri sadece kapının önüne oturup; dinlemekti.

Arkasındaki duvara birkaç kez başını vurdu Egemen, akılsız eden başından öfkesini çıkarıyordu. Dilini tutamadığı için kendine kızdı en çok.

Sorumlusu yalnızca kendiydi, içeri kopan kıyametin.

“Affet beni kardeşim”

Aradan geçen uzun zaman sonra içeride sesler durmuştu nihayet. Ares’ in krizinin sona erdiğinin kanıtıydı bu. Şuan yaşananlar bu aile için bir yıkımdan başka bir şey değildi.

Egemen, burada durup, onu dinlediğini Ares’ in bilmesini istemediği için merdivenleri aşıp, hızla oyun odasına ulaşmıştı. Eğer Ares, onu kapının önünde görseydi, bundan büyük bir rahatsızlık duyacağını biliyordu.

Kısa bir süre sonra ise az önce kullandığı merdivenlerden Ares, görünmüştü. Üstü başı dağılmış ve her iki elinde de, oldukça hasar vardı. Beren’ in yapmış olduğu pansuman yok olmuş ve yarası yeniden tazelenirken, diğer elinin üst kısmı da parçalanmıştı.

İki genç birbirlerine bakıp, bir şey söyleyemeden duruyordu öyle. Daha sonra konuşma cesareti gösteren ilk kişi Egemen oldu.

“Aptallık ettim Ares, affet beni. Be-“

“Durumun seninle bir alakası olmadığını biliyorsun Egemen” bu yorgun sesi işiten kulaklarına kızdı Egemen.

Ares elinden geldiği kadar kriz anlarını ailesinden sakınmıştı. Onlardan uzak bir yer bulana kadar büyük bir çaba ile krizini geciktiriyordu.

Kriz anlarını onlara göstermek şöyle dursun, onların yanına ancak krizin üzerinden yeteri kadar zaman geçtikten sonra geliyordu.

Üzerinden zaman geçmiş ve Ares yeterince sakinleşmiş olsa dahi ne kadar hasar aldığını görebiliyordu. Bunun onu ne kadar yıprattığına şahit oluyorlardı.

Bu yüzden bu kriz anları bu ailenin kıyameti gibiydi. Doğal bir afet gibiydi. Bu durum yaşanıyorken, ellerinden bir şey gelmeden öylece izliyorlardı.

Şimdi ise bu olayın bir kısmına şahit olmuştu Egemen. İnsanların Azrail diye adlandırdığı bir insan böyle yıkılmış hali ile kime meydan okuyabilirdi. Kendi canı elinden alınmış gibi şuan Egemen’ in karşısında olan bu adam, bu hali ile kimin canını alabilirdi?

“Kahvaltıya dön” onun gözlerindeki ifadeyi okuyan Ares, güçlü bir tavır takınarak onu bundan kurtarmak istedi.

“Peki ya sen?” senin titriyor oluşuna aldırmadı Egemen. Onun yeniden dik durduğunu görmek istiyordu.

“Geleceğim” onun sözlerinin ardından rahat bir nefes aldı Egemen. Birçok insanın ölüm kararına öncülük etmiş olan bu adam, o an çocuk gibi sevinmişti.

Ares’ in kendinden dolayı şuan kriz geçirdiğini düşünüyordu. Ancak onun hala böyle sağalm duruşuna, aile için yaptığı bu fedakarlığa karşı ağlamak istiyordu Egemen.

Nasıl bir savaş anında emir vermesi gereken, doğru strateji ile savaşı kazandıracak işinin ehli bir komutana ihtiyaç varsa; onların hyata karşı verdiği bu savaşta da, o komutan Ares’ di.

Sırtında taşıdığı onca yüküne, ayakta durmaya mecali kalmamasına rağmen, sapa sağlam duruşundan dolayı, bu ailenin babası gibiydi.

Oyun odasından çıkan Egemen, giriş kattaki lavaboya atmıştı kendini. Kendi yansımasına bakıp, aşağıda olanları atlatmaya çalışıyordu. Diğerlerinin yanına dönmesi gerektiği için önce normale dönmeliydi.

Çeşmenin altında tuttuğu avucuna dolan, suyu yüzüne çarptı ve bunu birkaç kez tekrar edip, kendine gelmesi için işe yaramasını umdu. Elini, yüzünü kurulayıp, daha sonra ise lavabodan çıkıp, mutfağa yöneldi.

Mutfağa ulaştığında, kendine çevrilen bakışları umursamadan, yerine oturdu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden kuracağı cümleden önce sesinin normal seviyede çıkmasını umdu.

“Ares, birazdan burada olur?” diğerlerinin meraklı bakışlarının farkındaydı. Elbette Ares’ in hala neden gelmediğini merak ediyorlardı. Ancak olanı öylece söyleyemezdi.

O sıra Beren dakikalardır, yapmayacağı kahvaltı hazırlığına yardım ediyordu. Birinin ona, masaya oturmasını söylemesi konusunda gerginlik yaşarken, bu evden hızla uzaklaşmayı da düşünmüyor değildi.

Kısa bir süre sonra Ares, daha iyi olduğunu hissettiği bir zaman, mutfak kapısından içeri girmişti. Adımları kendi sandalyesini bulup, direk olarak oturmuştu.

“Günaydın Ares, uyuya mı kaldın yoksa?” masadaki kızarmış tavuklarla ilgilenen Anıl, başını daha sonra kaldırıp Ares’ e baktığında, söylediği şeyde anında pişmanlık duydu.

“Aşağıda işlerim vardı” diye yanıtladı Ares onu.

Mutfağa girdiği sıra herkesin üzerinde gezinen gözleri en çok Beren’ in üzerinde oyalanmıştı. Onda fark ettiği bir durum varken, bunun sebebinin kendi varlığı olduğunu düşündü.

Ancak tavırları bu kadar basit bir şeymiş gibi değildi. Ares o an bu sorunun daha derin olduğunu hissetti. O an, bu sorun her ne ise bilmek ve ortadan kaldırmak istedi Ares, üstelik bunu neden istediğini kendine bile açıklayamazken.

“İşte tüm eksiklikler tamam. Artık kahvaltıya başlayabiliriz” dediği sıra elinde kalan tabakları masaya yerleştiren İdil, yerine oturdu. Ayakta kalan tek kişi Beren’ di.

“Neden oturmuyorsun, hadi Beren” Beril’ in sözlerinin ardından, korktuğunun başına geldiğini hissetti o an.

“Şey be-“ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Her bireyin onu hedef alan gözleri onu daha da geriyor ve cümleleri toparlamasına engel oluyordu.

“Bir sorun mu var, Beren?” diyen Selin’ in gözlerine baktı Beren.

“Şey, aslında-“sözleri toparlayıp, bunu onlarından saklamak istemedi. Bilsinler ve daha fazla kahvaltı için baskı yapmasınlar diye düşündü Beren.

“Ben ailemi kaybettiğimden bu yana, kahvaltı masasına oturmaya hiç cesaret edemedim. Bu öğün bizim için özeldi” sesine yansıyan burukluk fark edilmeyecek gibi değildi. Bunu ilk kez birilerine karşı dillendiriyordu Beren. Kaybetmenin en ağır yanlarından biri de, yokluğa alışmaktı sanırım.

“O yüzden size afiyet olsun. Ben salona geçsem daha iyi” masada oturan bireyler, şaşkınlıkla baktı ona. Böyle bir durumdan ufak bir kahvaltı seansını dahi atlamak nasıl bir durumun oyunu algılayamadılar.

Ancak bundan etkilenmeyen de vardı içlerinde. Ares onun kapıdan çıkmasına müsaade etmeden, seslenmişti ona.

“Bekle” duyduğu bu tek kelimeye itaat etmek zorundaymış gibi bedeni anında uydu buna.

“Masaya otur ve bize sadece orada oturarak eşlik et” eli ile karşısındaki boş sandalyeyi işaret etti Ares.

“Bazı şeylerin üstesinden gelmek için cesaret etmelisin” diye devam etti. Diğerleri sessizce izliyordu onları. Beren ayaklanıp sürüyerek, yaklaştı kahvaltı masasına.

Başını kaldırmadan masadaki yerini aldı. Üslubu ne kadar sert ve tavrı ne kadar kaba da olsa, Ares’ in bu sözüne uymaktan geri durmadı Beren.

Hayatının bu şekilde ilerlemeyeceğini, bu durumu artık aşması gerektiğini biliyordu. Böyle bir yaşam sürmesini anne – babası da istemeyeceğinden emindi.

“Afiyet olsun” kahvaltıya başlayan bireyler sessizlik içine çekilmiş gibiydi. Su bardağına uzanan Ares’ in elleri çekti Beren’ in dikkatini, tıpkı diğer erkeklerinden dikkatini çektiği gibi.

Kendi elleri ile özenle yaptığı pansumanın bozulmuş olduğunu gördü. Her iki elinde de özensizce sarılmış bez parçaları vardı. Bir kahvaltı masasında oturduğunun bile farkında olmayan Beren’ in aklında olan şey; Ares’ in elleriydi.

Tüm kahvaltı boyunca onun ellerini izlemişti Beren. Öyle bir yara sahip biri, bu kadar acısızca nasıl rahat kullanabilirdi ellerini?

Bir elinin sargıya ihtiyacı varken, diğerine hangi ara olmuştu bir şeyler. Sorgulayan Beren, hiçbir yanıtı da kendi başına bulamıyordu.

Kahvaltısını bitiren aile bireyleri, masayı toplamış ve evden ayrılmak için hazırlanmaya başlamıştı. Bir ara fırsat bulup, diğerleri kendi odalarına çekildiğinde, Beren’ de kendini Ares’ in odasının kapısı önünde bulmuştu.

Onun kovmasını, ya da sen karışma deme ihtimaline rağmen kapının önüne varmıştı. Tek istediği pansumanı yenilemekti.

Neden oluyordu bu yaralar, neden bu kadar büyük bir yaraya sahipti? Yanında olmak ve onları sarıp, iyileştirmek istedi Beren. Nedeni yoktu, sadece istiyordu.

Eli kapıya gittiğinde, vazgeçmeyi de düşünüyordu. O an aklında yankılanan Ares’ in sesini duydu Beren.

“Üstesinden gelmek için cesaret etmelisin”

Kapıyı kibarca birkaç kez tıklatıp, ardından araladı. İçeri girdiği sıra Ares, üzerine takım elbisesinin ceketini giyiyordu. Odadan çıkmak için yöneldiği sıra Beren’ in gözleri ile karşılaştı.

Ceketinin yaka kısmını düzeltirken, onun yüzüne bakmış ve dudaklarını aralamıştı.

“Neden geldin?” bu kızın sürekli etrafında olmasını istemiyordu. Onun gözleri ile karşılaşmayı sevmiyordu. Onun varlığını bilmek dahi istemiyordu.

“Ellerinin düzgün bir pansumana ihtiyacı var” tereddüt ederek söyleyen Beren’ e karşı öfke ile gözlerini devirdi Ares.

“Bu kadar istekliyken, psikoloji yerine hemşirelik okusaydın”

“Sana yadım etmek istiyorum. İzin verir misin?” Ares onun ısrarcı tavrının nedenini anlayamazken, bunu Beren’ de bilmiyordu. Kendine karşı tek açıklaması bunu iyi bir insan olmak için yaptığıydı.

Peki, ya Ares, o neden ona karşı bu kadar kibardı? Kendi ailesinin yardımını bile kabul etmeyen Ares, bu genç kıza karşı neden bu kadar kolay gardını indiriyordu?

İçinde hareket eden duygulardan nefret etmişti Ares. Bundan ötürü bedenini ele geçiren bir korkusu dahi vardı. Buna engel olmak ve bunu yok etmek istiyordu.

Ares ona yeniden izin vermiş ve iki genç yatağa yan yana oturmuştu tekrar. Bir dejavu gibiydi şuan yaşadıkları. Yine büyük bir özen göstermişti Beren, elleri arasında tuttuğu yıpranmış ellere.

Dokunuşlarına dikkat ediyor ve bu hasarlı ellerin sahibinin canını yakmamaya özen gösteriyordu. Onun yüzüne bir de, birbirlerine bu kadar yakınken, baktı Ares.

Gözlerinin hemen önünde olan bu yüze bakarken, yine aklında dolaşan tek şey; onun ne kadar eşsiz bir güzelliği sahip oluşuydu.

“Çok güzelsin” dilinden dökülen bu sözler, bir büyünün etkisinde olan bir bedenden duyulmuştu sanki.

“Dünyadaki tüm varlıklardan üstünmüşsün gibi ve sana parmağının ucu ile bile dokunmanın günahı büyükmüş gibi” sözleri dinleyen Beren, işine ara verip onun gözlerine bakarak dinledi onu.

“Senin böyle bir evde ne işin var? Senin benim gibi bir adamın yanında ne işi var?” sözleri dinlerken, gözlerinde farklı şeyler gördü Beren.

“Dünya üzerinde en son uğraman gereken yer bizim yanımız. Senin burada, bizim yanımızda olmaman gerek. Kaçıp, kurtar kendi, bizden” ses tonu bunu rica eder gibi değil, bunun için yalvarır gibiydi. Beren bunu anlamadı, Ares’ in ne duygularla bu cümleleri kurduğunu o an zaten anlayamazdı.

Onun gözlerine bakarken, içini kaplayan duygulardan korkuyordu Ares. Bir mıknatıs gibi birbirine çarpıp ayrılmayan gözlerini, Beren’ in ayırmasını istiyordu.

Aralarında gözle görülmeyen bir ağ vardı sanki Ares, bunu Beren’ in bozmasını istiyordu.

“Ben ailemi kaybettikten sonra çok fazla yalnızlık çektim. Kendimi eve kapattım, kimseyi görmek istemedim. Çoğu zaman duvarla konuştum. Kimseyi hayatıma kabul etmek istemedim” fısıltı gibi ulaşıyordu Beren’ in sesi, Ares’ in kulaklarına.

“Fakat siz bir anda, yaşantınıza dahil ettiniz. Sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi tavılarınız fazla sıcaktı. Evinize davet edip, kalmam için bir oda sundunuz.

Şaşılacak şey ama ben odadaki yatakta uyurken, kendi evimden daha rahat uyudum” yüzüne yakından bakıp, gözleri bir an olsun onun yüzünden ayırmayan Ares’ e, sesli bir gülümseme bahşetti Beren. Ares’ o an sihirli bir değneğin esiriydi adeta.

“Bu çatı altında ailenin bir parçası gibi hissederken, bunu bırakıp, soğuk ve karanlık evime gitmek beni rahatsız hissettiriyor. Tek ve uzun yaşamaktansa, bu ailenin bir parçası olarak kısa ve mutlu bir hayatı tercih ederim” sözlerini dikkatle dinledi Ares, onun. Yüzüne yerleşen buruk ifade hoşuna gitmemişti.

“Bizim yanımızda, mutlu olamazsın” konuşmaya ihtiyacı olan iki insandı sanki onlar. Yaptıkları bu şey, onları rahatlatıyordu.

“Beni rehin alan adamın elinden kurtardığın için mutluydum”

“Eğer bu ailenin etrafında olmasaydın, o gece hiç yaşanmamış olacaktı” Ares’ in o an gözleri Beren’ in boyundaki iyileşmeye başlamış, belli belirsiz olan; o adamın yaptığı yara izine kaydı.

“Peki, ya bu yara oluşurken de, mutlu muydun?” Ares, pansumanı biten sağ elini, onun boynunu perdeleyen saçları geriye çekmek için görevlendirdi. O yara ile karşı karşıya geldi o an.

“Evet, öyleydim. Çünkü adam bu yaraları yaparken, gözlerini kaplayan o ifade, her ne olursa olsun, beni kurtaracağını kanıtlıyordu” bir süre göz göze kaldı iki genç ve öylece yüzlerine baktılar.

O an güneş yeniden doğmamıştı, yağmurun yağmadığı gibi, gökkuşağıda yoktu etrafta. Saatlerdir acı içinde sancılanan bir anne bebeğini kucağına da almıyordu bu odada.

Ancak bunların insana verdiği sebepsiz bir huzur vardı ki; iki genç birbirlerinin gözlerine bakarken, bunları hissediyordu. Bir heyecan, bir sevinç vardı odada.

Şuan bu odada, birbirlerine bu kadar yakıdan bakan bu iki genç, o an birbirlerini kaybetmek istemediklerini fark ediyordu. Seçenekleri olsa, yıllarca böyle kalmayı dilerdi ikisi de o an.

Aniden açılan kapı ile korku ile yerinden sıçardı Beren, Ares ise gelenin kim olduğunu görebilmek için gözlerini Beren’den ayırmak zorunda kaldı. Gelen, Can’ dı.

“Ares, biz haz-“odada karşılaştığı manzara ile anında ağzını kapatıp, durumu kurtarmaya odaklandı.

“Üzgünüm, lütfen rahatsız olmayın” birkaç kelime geveleyip, aynı hızlı örttü kapıyı Can.

Adımları hızlı tutarak, aşağı kata ulaşan Can’ ın karşılaştığı bu manzara fazlası ile hoşuna gitmişti. Ares, aileden olmayan birine bu kadar nazikken, bu durum da her biri aynı şeyi düşünüyordu.

Can’ ın odadan çıkmasının ardından Beren pansumana devam etmişti. Sanki öyle biri hiç gelmemiş gibi devam etti, oturmaya iki genç.

Nihayet pansumanı bitiren Beren, aklında bir pervane gibi dönüp duran sorunun cevabını öğrenmek istedi.

“Yaraların nasıl oluştu?” ellerini göstererek sordu Beren. Yüzleri birbirine yakın, göze gözlerdi. Ares’ in yatağında yan yana oturuyorlardı.

Onun sorusunun ardından, Ares’ in gözlerinin hedefi değişmişti. Elini kaldırıp, Beren’ in alt dudağındaki yara izine götürmüştü. Yıllar önce olduğu belli olan yara izinde, parmağını gezdirmişti.

“Peki, bu yara nasıl oluştu?” nasıl bir duygu karmaşasıydı şuan Beren’ in hissettikleri. Ares’ in dokunduğu dudağı sanki artık onun bir parçası değildi.

Yakından gelen onun nefesini içine çekerken buldu Beren, kendini. Fazla yakınlardı birbirlerine, ancak o an bir de, yarasının nasıl olduğunu hatırlayan Beren; duygularının bin parçaya bölündüğünü hissetti.

Sorunun yanıtı veremedi. Beyni pelte kıvamına gelmişken, gözlerini dahi açık tutmakta zorlanıyordu. Bunu söylemeye de zaten cesareti henüz yoktu.

“Bazen cümle kurmak değilde, o cümleler ile hatırladığın anılar, yapışır boğazına. Bu yüzden susarsın” anlatmak istemediğini, ya da anlatamayacak olduğunu fark etti Ares.

Ares haklıydı, ikisi de; yaraları hakkında konuşmaya başladığı an, hatırlattıkları ile uzun zaman toparlanamayacaktı.

Hayatları boyunca taşıyacakları bu yara izlerinin nedeni zaten yeterince onları yıpratırken, bir de bunu dillendirmek, sancılı bir acıydı onlar için.

“Eğer bir gün bu yaranın nasıl olduğunu anlatırsan, bende sana benim yaralarımın nasıl olduğunu anlatırım” dediğinde ellerini işaret etti Ares. Daha sonra ise Beren’ in yara izinden hala indirmediği elini yavaşça aşağıya indirdi.

“Söz mü?” diye sordu Beren.

 “Söz”

 _

Öğle saatleri, kış ayının ortasında dahi güneş en sıcak yüzünü gösteriyordu yeryüzüne. O sıra emniyet müdürülüğünde ise bir kargaşa vardı.

“Amirim, iki gün önce kaybolan Kaan Demir’ in; mobeseye takılan son görüntülerine ulaştık” polis memuru, kendinden üst rütbede olan amirini selamlayıp, odasına girmişti.

Elinde incelediği dosyayı bir kenara bırakan amir bey, memurun uzattığı, cd’ yi aldı. Zarfından çıkarıp, önünde açık olan, bilgisayarına taktı.

“Şüphelerimiz doğru çıktı, amirim. Hakan Demir’ i olduğu gibi Kaan Demir’ i kaçıran Ares Karal ve adamlarıymış” açılan cd’ ye eğilip, konuşmaya devam etti, polis memuru.

“Restoranın üzerine geçirmiş olduğu zaten başlıca bir kanıt. Amirim, iki kardeşi de A-“ polis memuru, detaylıca araştırmalarını anlatırken, amir bey cd’ ye tam anlamı ile bakmadan, cd’yi çıkarıp, onu parçalara ayırmıştı.

“Amirim, ne yaptınız? O bir delildi” dehşete düşen gözleri ile izledi amirini.

“İşler burada böyle yürüyor, yapacak başka bir şey yok. Yenisin sen, alışırsın elbet” her ne kadar kendi de bundan memnun olmasa da, başına bela alma gibi bir niyetili kesinlikle yoktu.

“Özür dilerim, amirim ama bu bir suç. Delili yok ettiniz. Memuriyetiniz de yanabilir”

“Bu adamlara bulaşmak istemezsin. Sülalenin bile başı belaya girer, bazen bizlerde sessiz olup, göz yummak zorunda kalıyoruz işte” oflar gibi bir nefes bıraktı dışarı amir bey.

“Sana tavsiyem, Ares Karal’ ın adı geçen her dosyayı yok et. Bu bir emirdir, anlaşıldı mı?” diyen amir beyin gözleri yerdeydi.

“Ama amir-“

“Anlaşıldı mı dedim?” sertçe yineledi.

“Anlaşıldı amirim”

Bundan her ne kadar utanç duysa da, Ares Karal yüzünden başının Mehmet Arslan ile belaya girmesini istemiyordu.

Bir bela gibi, başlarına çökmesinden endişelenen amir bey, bunu yapmaya mecburdu. Mehmet Arslan zamanında kötü işlere önderlik etmiş bir adamdı.

Onun tahtını devralan Ares Karal’ a el uzatmak, Mehmet Arslan’ ın kabus gibi üzerlerine çökmesine neden olurdu.

Bu yüzden Ares’ in yaptıkları, görmezden geliniyordu.


Yorumlar

  1. yaaaaaaa çooook güzeldi hemen bi bölüm dahaaa :D

    YanıtlaSil
  2. ay nasıl güzel bölümdü 😻

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Emoji eklemeyi unuttuğum için kaldırmıştım 😂 Bu bölüme hayran oldum gelecek bölümü sabırsızlıkla bekliyorum 🥰

      Sil
  4. Bayıldım 💜💜💜💜 hadi bir an önce sevgili olunnn

    YanıtlaSil
  5. yazarcım bölümleri bam güm atsa da su gibi okusaaakk 😂😊😊

    YanıtlaSil
  6. yazarcım bizi buralarda unutmuş olabilir misiiinn şsöcşaödşaş

    YanıtlaSil
  7. Kitabın basım günü belli oldu mu ?

    YanıtlaSil
  8. Yeni bölüm gelsin artık lütfen 💜

    YanıtlaSil
  9. Yazarcığım lütfen artık yeni bölüm gelsinn

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlığın Efendisi - Final

  Ertesi gün aile bireyleri büyük bir telaş ile uyanmıştı. Dün Ares ve Beren ruh sağlığı merkezindeyken, diğerleri de, Meliha Hanım ile birlikte geri kalan eksikler için yeniden alışverişe çıkmıştı. Bu gün iki düğün birden olacak ve ailenin mutluluğu ikiye katlanacaktı. Büyük bir telaş kahvaltı masası kurulurken, herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. “Herkese günaydın” kocaman neşesini herkese dağıtmak isteyen Beril, sesini duyurduğunda, ona bakıp, gülümsemeden edemiyorlardı. “Günaydın”mutfakta olanlar onu karşıladığında, adımları tezgaha doğru ilerlemişti. “Görende bugünkü gelinlerden biri de, sensin sanacak” Çağla, ona laf yetiştirirken, elinde doğradığı şey ile birlikte elini de, kesmemek için büyük bir özen gösteriyordu. “Yakında o da, olacak kardeşim. Hele siz önce bir evlenin” sevgilisinin arkasından mutfağa iğren Can, Çağla’ yı yanıtladığında, Beril’ in yüzü hevesle parlamıştı. Güne ilk başlayan Selin olmuşken, rekor sayılacak bir saatte hemen ardından ...

Karanlığın Efendisi - 65. Bölüm

  Saat epeyce ilerlemiş ve Ares’ in uyanmasının ardından üç kafadar çat pat hazırladıkları akşam yemeği yenmişti. Yemeğin ardından Beril’den gelen filmi izleme teklifi kabul görmüş ve bireyler sinema salonuna ilerleyip, seçtikleri bir film ekranda dönmeye başarmıştı. Ancak kimse filmle ilgilenmiyor ve kendi dünyasındaki sorunlar ile boğuşuyordu. Film sona erdiğinde, yapılan alışverişte yorgun düşen kızlar uyuya kalırken, onları odalarına taşımakta erkek arkadaşlarına düşmüştü. Ares ve Beren çifti odadan ayrılıp, kendi odalarına ilerlerken, Beren’ in aklına; Ares’ den istediği şey gelmişti. Ares onun isteğini bugün yerine getireceğini söylemiş olasa da, şuan ki hali buna hiçte uygun değildi. Ancak sözlerinin her daim arkasında duran sevgilisinin dediğini yapacağından da, emindi. Odaya girdikleri sıra Beren’ in gözleri Ares’ in üzerindeydi. Ares uyandığından bu yana yalnızca birkaç kelime etmiş ve önüne konulan yemekten yalnızca birkaç çatal almıştı. Onun için fazlası ile endişelen...

Karanlığın Efendisi - 15. Bölüm

Kahvaltı masasının hazırlığı tamamlandığında, hep birlikte masadaki yerlerini almışlardı. Kızlar, Beren’ in onların yanında anlatmaya uygun görmediği şeylerden ötürü biraz buruktu. Tam anlamı ile arkadaş olup, kendini daha rahat hissetmesini istiyorlardı, fakat Beren, aralarında olan mesafeyi bir türlü yıkamıyordu. “Aslında her birinize gerçekten minnettarım. Beni öylece ailenizin içine alıp, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Ben insanlarla arası iyi olan biri değildim. Bu konuda fazla beceriksizim ama bunun üstesinden gelmeye gayret edeceğim. Aile kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdim, belki insanlardan tamamen koptum. Ama sizinle tanıştığımdan bu yana birazda olsa toparlandığımı hissediyorum. Tekrar kahkaha atmama neden olduğunuz için minnettarım. Son zamanlarda, geceleri düzgün uyuyamıyorum. Buraya gelmeden önce de kabristana uğradım. Ne zaman uğrasam, biraz fazla hassaslaşıyorum. Aileme son zamanlarda daha çok ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Ama sizler şuan yanım o...