Gözlerini alarmın sesi ile açmıştı Beren. Başını saate çevirdiğinde işe gitme saatinin yaklaştığını gördü. Uzanıp alarmı kapattıktan sonra yatağında gerindi ve ardından yatağından kalkıp banyoya girdi. Erken kalkmayı seviyordu Beren, çalışmak ona iyi geliyordu. Duş almak onun için vazgeçilmezdi, suyun ona iyi geldiğini hissediyordu.
Kısa bir duşun ardından havluya sarınıp odasına, dolabının önüne geçip; kıyafetlerini hızlıca seçti ve üzerine geçirdi. Saçlarını tarayıp şekil verdikten sonra yatağını toplayıp, evden çıktı Beren. İşe gitmek için yola koyuldu, kulaklığında ki müzik eşliğinde. Kahvaltı etmezdi Beren, edemezdi. Ne zaman cesaret edip, kahvaltı hazırlasa asla eli uzanıp kahvaltıya başlayamazdı.
İki senedir böyleydi bu Beren için her zaman anne ve babası işe gitmeden harika bir kahvaltı yapardı ailesi ile. Babasının omleti, annesinin sıktığı taze portakal vazgeçilmezdi Beren için. Kahvaltıya büyük bir önem veriyordu aile. Akşamları çoğu zaman iş nedeni ile evde olamıyorlardı, ama kahvaltıda üç aile bireyi her sabah birlikte güzel bir kahvaltı yapmaya gayret ediyordu.
Beren ailesini kaybettikten sonra bir daha kahvaltı yapmaya ihtiyaç duymadı. Atlatamadığı bu durum için öğünü genel olarak kekler poğaçalar ile geçiriyordu. Yolda gördüğü pastahaneden çilekli ve çikolatalı cup kekler almıştı ve yoluna devam etmişti. Çalıştığı yere geldiğinde müziği kapatıp, kulaklığı çıkarmış; restorandan içeri girmişti.
"Günaydın" dedi, Derya gülümseyerek.
"Günaydın "diye karşılık verdi, aynı şekilde Beren. Tek arkadaşı denebilirdi, Derya için; restoranda samimi olduğu tek kişiydi.
"Yine mi şu vazgeçemediğin keklerden aldın? Çok sağlıksız besleniyorsun" çoğu zaman olduğu gibi yine söylenmişti Derya, arkadaşının sağlığını düşündüğü için. Beren ise dil çıkararak karşılık verdi ona.
"Bir gün o dilini koparacağım, gerçekten" diye kızıştı Derya alay eden ifadesi ile.
"Kıyamazsın " diyerek kocaman gülümsedi Beren.
"Evet, belki; biraz "deyip ufak kahkahalara sebep olmuştu Derya.
_
Öğleden sonra restoranda, birkaç masa hariç hepsi doluydu. Beren ve diğer çalışanlar, hızlıca sipariş alıp; servisleri sahiplerine götürüyorlardı. Restoranın kapısı aralanmış ve üç farklı beden, girmişti restorandan içeri. Kendilerine boş bir masa bulup oturmuşlardı. İçlerinden bir tanesi eline kaldırıp, Beren'in dikkatini çekti. İçtenlik ile gülümseyip masaya yaklaştı Beren.
"Ne alırsınız, efendim?" dedi ve arka cebindeki kağıt ve kalemi çıkardı.
"Üç tane milkshake. İkisi çikolatalı, diğeri çilekli" dedi elini kaldıran, gülümseyerek karşısında ki garsona baktı. Bir insan nasıl bu kadar güzel olabilir diye geçirdi içinden garsonun yüzüne bakan Beril.
"Hemen geliyor, efendim" deyip hızlıca arkasını döndü ve yaklaştı bara.
"İkisi çikolatalı, biri çilekli; üç milkshake Derya" diye bildirdi arkadaşına. Duydukları ile hızlıca hazırlamıştı, siparişleri Derya ve Beren' e uzatmıştı hazırladığı tepsiyi. Beren kendine uzatılan tepsiyi alıp, sipariş aldığı masaya götürdü ve istenilen şekilde bıraktı.
"Afiyet olsun efendim" dedi gülümseyerek ve masadan bir kaç adım uzaklaştı. O sırada gözüne yan masadaki tabakların boş olduğu takıldı ve gidip boşları elindeki tepsiye topladı. Geri çekilip gidecekken, arkasında az önce milkshake götürdüğü masadan biri; ceketini çıkarmak için ayaklanmış ve ona çarpmıştı. Beren'in o an korktuğu tek şey müdürünün ona gelip tüm kalabalık önünde bağırmasıydı.
"Ben çok özür dilerim, efendim. Sizin arkamda olduğunuzu fark etmedim" diye hızlıca söyledi Beren. Mahcubiyetten dolayı sesi titriyordu. Kabahati yoktu ancak özür dilemekten çekinmemişti. Yere eğilip dağılan parçaları toplamaya başladı, elinde ki tepsiye.
"Asıl ben özür dilerim. Sana çarpan bendim" dedi Beril, kendini kötü hissediyordu. Güzel gülümsemesi silinip, yerini telaşa bırakan yüzün sahibi karşısında; kendi hatasını telafi etmek için eğilip, Beren'e yardım etmeye başladı. "Lütfen, gerek yok. Ben hallederim" deyip ona engel olamak istedi Beren. "Hatamı telafi etmeliyim "dedi ve içten gülümsemesini sundu Beren'e. Gürültüyü duyan restoran sahibi Hakan bey; hızla ayrılmıştı ofisinden ve gürültünün kaynağını bulmuştu.
"Seni geri zekalı sakar şey, biraz dikkat etsene. Bıktım bu bitmeyen salaklıklarından" diye kükremeyi andıran bir ses ile restoranın doldurdu, Hakan bey. Beren onun aşağılamasından dolayı korkmuş ve gözleri dolmasına engel olamamıştı. "Ben özür dilerim, efendim. Bir daha olmaz" dedi Beren çatlayan sesine engel olamadan.
"Ona çarpan ve hatalı olan bendim, ona bu şekilde bağıramazsınız" dedi Beril, sinirle ayağı kalkıp. Hakan bey, karşısında ki kişinin Beril Bozkır olduğunu görünce; seslice yutkundu. Sakar garson, koca restoranda çarpa çarpa Beril Bozkır' a mı çarpmıştı? Tüm kanın beynine toplandığını hissetti.
"Seni şuursuz, salak; önüne bakmayı dene biraz. Son uyarım, eğer bir daha olursa kendini kapının önünde bulursun.
Lütfen efendim, siz rahatsız olmayın. Ben onun icabına bakarım, sizden onun adına çok özür dilerim. Lütfen keyfinizi bölmeyin" dedi Hakan bey, önce Beren' e hakaret edip; ardından Beril' e yalakalık yaparak. Beril iyice kızmıştı bu duruma, özellikle bu aptal adamın söylediklerinden sonra Beren'in gözyaşlarının akması; canını çok sıkmıştı.
"Ona bir daha bu şekilde bağırırsanız; sizin için hiç iyi olmaz beyefendi" diye acıkça tehdit etmişti onu Beril. Korkmuştu Hakan Bey, elbette karşısındaki ufak beden den değil; onun yaptıra bileceklerinden. Başı ile onay verip, hızlı adımlar ile ofisine döndü.
Beril tekrar eğilip, Beren'in yüzünü inceledi. Güzel yüzü kızarmış, gözyaşları akmaya başlamıştı. Beril kendini sorumlu tuttuğundan, karşısındaki garsonun gözyaşları içini sızlatıyordu. Onun ağlamasını durdurmak istiyordu ama ne demesi gerektiğini bilmiyordu. O sırada Beren, yerdeki kırıkları toplamayı bitirmiş; ayağı kalkmıştı.
"Tekrar özür dilerim, efendim" diyebildi zorlukla Beren. Ardından hızla restoranın mutfak kapısından içeri girdi. Beril yavaşça kalkıp, Beren'in arkasından bakan gözlerini ayırmıştı odağından. Selin ve Nilay' ın olduğu masaya, kendi yerine tekrar oturmuştu.
"Kalkalım artık yoksa katil olacağım" öfkeyle söylediğinde diğerleri de onu onaylamıştı. Cüzdanından bir miktar para çıkarıp masaya bıraktı. Daha sonar ise diğerleri ile ayaklanıp çıkmışlardı restorandan.
_
Beren mutfakta biraz oyalanıp, kendini topladıktan sonra tekrar işine dönmüştü. Hemen Derya'nın yanına gitmişti. "Nasılsın?" dedi Derya, keyfinin bozuk olduğunu yüzünden anladığı arkadaşına. "İyiyim "diye cevap verdi Beren. Onun bu kadar etkilenip, olayı kaldırmamasının nedeni; anne ve babasının ona bir kez olsun seslerini yükseltmemiş olmasıydı. Bugün ise onca insanın önünde aşağılanmış, hakarete uğramıştı; hemde kabahatli olmamasına rağmen, bu kalbini kırmıştı. "Beril Bozkır'ı nereden tanıyorsun?" diye merakını dile getirdi Derya. "Öyle birini tanımıyorum. O kim?"
"Nasıl, az önce seni savunan kişi Beril Bozkır' dı. Tanımadığına emin misin? "arkadaşının irice açılan gözlerine bakan Beren, neden bu kadar önem verdiğini ve üstünde durdurduğunu anlayamadı.
"Bana çarptığı için yaptı bunu, hem neden bu kadar şaşıyorsun ki? Sıradan bir müşteriydi. Tanımam gerekli mi?" onun yüzünü inceliyordu Derya. "Gerçekten tanımıyorsun" "Ne demeye çalıştığını anlamıyorum Derya"dedi Beren, sıkılmaya başlamıştı bu durumdan.
"Sana en baştan anlatayım, beni iyi dinle"diyerek boğazını temizleyip söze başlamadan önce kelimeleri aklında toplamaya çalıştı. "Bak şimdi, hani karanlı işler yapıp, belleri silahlı bazı adamlar vardır"
"Mafya mı yani? "deyip sözünü kesti heyecanla anlatan arkadaşının Beren şaşkınca.
"Evet, öyle de denebilir. Kesmeden dinle beni önce" arkadaşının söyleyeceği şeyi merak eden Beren, dikkatle onun sözlerini merakla bekliyordu.
"Onların karanlık işler yaptığı söyleniyor. Aslında daha çok buraya gelen o kızları sevgilileri. Bunlar altı kişi olsa da Ares Karal emir veren kişi. Ve diğerleri Can Yılmaz, Anıl Giray, Egemen Vural, Cenk Poyraz, Mert Bulut. Tabi adamların bir de sevgilileri var. Beril Bozkır, Selin Tuna, Çağla Özer, İdil Kaya, Nilay Güneş.
Hepsi bir malikanede yaşıyor, şehirden biraz uzakta. Kızları arada böyle etrafta görebilirsin ama erkekleri görenlerin sayısı azdır. Hatta Ares Karal' ı çalışanları hariç kimse görmemiş diye bir söylenti bile dolaşıyor. Adam hayalet gibi, varlığı biliniyor ama kimse karşılaşmıyor.
Tabii kurban seçip öldürmek istediği kişiler hariç. Onlar korkunç ve acımasız insanlar, insanlar onların isimlerini anarken, bile rahatsızlık duyuyor. Ares Karal ölüm meleği ve diğerleri onun sadık yardımcıları. Onların insanların öldürmek için götürdükleri belirli bir yerleri olduğunu duydum. Yerini kimse bilmiyor, ya da bilmek istemiyor.
Orada türlü türlü işkence aletleri varmış. Bunları insan üzerinde denemekten asla çekinmiyorlar, orada öyle şeyler oluyor ki bilmek istemezsin. Ölenlerin cesetlerini, kullandıkları deponun içindeki kuyuya atıp; oraya özel olarak bıraktıkları mısır böceğinin insan dışkısına ulaşabilmek için cesetleri parçalamasını bekliyorlar. Kurbanlarını katletmeden önce onların çığlıkları dinliyorlar ve bundan büyük haz duyuyorlar." Diyerek sözünü bitirdi Derya
"Aman Allah'ım" dediği an, korkudan kocaman gözleri açılmış eli ile ağzını kapatmıştı Beren.
"Onlar lanetli kişiler Beren, emin ol daha ne canice şeyler yapıyorlar insanlar " arkadaşının sözlerini dinleyen Beren, duyduklarının midesini harekete geçirdiğini hissetti. İnsanları katletmek, bu insanlar nereden alıyordu bu gücü.
"Ama anlamıyorum. Beril Bozkır, neden senin için bugün Hakan Beye öyle çıkıştı. İnsanlık yapmak için pek masum insanlar değil zira" diye devam edip dile vurdu merakını Derya
"Hiçbir fikrim yok" dedi Beren ve cam kenarında birinin el işaretini görüp, kendini topladı ve işine döndü.
_
Güneş yavaş yavaş yerini Ay'a bırakıp gökyüzünü karanlık kaplamıştı. Büyük salonda Beril, Selin, Nilay, Çağla oturmuş sohbet ediyorlardı. Beril, bugün yaşanan olayı aklından hala çıkaramıyordu. Haksız yere garsonu onca insanın için küçük düşüren Hakan Bey, hakkında öldürme planları dahi yapıyordu. Koca malikanede duyulan zil sesinin ardından, Selin üstlenmişti bu kez kapı açma görevini. Hızlı adımlar ile kapıya ulaşıp, gelenleri karşılamıştı. Kapı araladığında, karşısında gördüğü bedenin boynuna sarmıştı kollarını.
"Seni çok özledim" deyip daha sıkı sarıldı mavi gözlü sevgilisine ve Anıl'da ona aynı karşılığı verdi.
"Bende seni bebeğim"
"Hey! Burada sabaha kadar durup, koklaşmanızı bekleyemem" dedi kaba sesi ile Can. Çift onun uyarısı ile ayrılmak zorunda kaldığı için karşılıklı öldürücü bakışlar yolladılar. Kabanlarını portmantoya bırakan bireyler teker teker, salona ulaşmıştı. Can salona adım atar atmaz, her daim yüzünde gülücükler görmeye alışkın olduğu sevgilisinin durgun halini fark etti. Yanına gidip, oturduğunda, neyi olduğunu sormak için uygun bir zaman bekliyordu. Diğerleri de kapıdan girmiş koltukta yerlerini almıştı. Sekiz kişi vardı salonda üç kişi eksikti, tüm çiftler yan yana otururken tek kalan Nilay ve Çağla tekli koltuklara oturmuşlardı. "Mert 'ler neden gelmedi?" Nilay'ın sorduğu ile ilgi ona dönmüştü.
"Halletmeleri gereken işler vardı" diye cevapladı Can onu. Fazla açıklamaya gerek yoktu. Gerekli olan tüm açıklama bu kadrdı ve dahasını da sormak diğerlerinin yapmayacağı bir şeydi. Selin ayaklanmıştı.
"Akşam yemeği için yardım etmek isteyen var mı acaba?" diye sormuştu Selin ve İdil, Çağla, Nilay ona eşlik edip mutfağa geçmişlerdi. Can sevgilisinin bu halini görmeye daha fazla dayanamayıp, sebebini sormaya karar vermişti.
"Neyin var?" sorusunun ardından, koca elleri ile sevgilisinin narin ellerini birleştirdi.
"Tatsız bir gündü benim için" diyerek kısa bir açıklama ile geçiştirmek istedi Beril. Ancak Can, sevgilisinin canını sıkan olayı öğrenip yerin dibine sokmak ister gibiydi.
"Anlat sevgilim, ne oldu?" kaba sesine rağmen sevgilisine karşı, en şefkatli sesi ile sordu ona. Salondaki tüm herkes dikkatini çifte vermişti. Aile kavramanı hat safa da yaşan bireyler, birbirlerine son derece bağlıydı. İçlerinden birinin canını sıkan şey her bireyi ilgilendiriyordu.
"Selin, Nilay ve ben; alışverişten sonra bir şeyler içmek için bir restorana girdik. Garson gelip, siparişlerimizi aldı. Yüzünde baktığımda ne kadar güzel diye düşündüm. Sıcacık bir gülümseme ile bakıyordu gözlerime, on dokuz, yirmi yaşlarında görünüyordu.
Bir ara sıcakladığım için ayaklanıp, ceketimi çıkarmak istedim. Ama aptal gibi farkında olmadan ona çarptım. Yüzünü kaplayan korkunun sebebi benim, sandım ama o aptal patronu yüzünden korkmuştu. Hatalı olan bendim ama o özür dileyip kırılan parçaları toplamaya koyuldu.
Kendimi kötü hissettim, benim yüzümden olmuştu.
Ona yardım etmek istedim, o sırada patron gelip, herkesin içinde onu aşağılama başladı. Onu uyardım, benim hatam olduğunu söylediğim ama kim olduğuma baktığında; yüzünün nasıl gerildiğini gördüm. Ona bu kez hakaret etmeye başladı. Bende ona daha sert çıkıştım, tabii korkak herif anında kaçtı. Ama garson, aşağlık herif yüzünden ağlamaya başlamıştı bile.
Mutfağa gitti hızla, bizde o sıra çıktık restorandan." Diyerek sözlerini tamamladı Beril. Gözyaşları ondan izinsiz süzülmüştü yanaklarından. Hazmedemiyordu olanları zira kendini görüp, korkan o adam; karşısındaki savunmasız garsona hiçte ne hale geleceğini umursamadan azarlamıştı.
Bunu yapan o adama hesap sormak, yaptığı bu şeyi yanına bırakmamak istiyordu Beril. Haksız yere ağlatmıştı güler yüzlü garsonu. Tüm olanlar gözlerinin önünde olurken, öylece izlemiş olması vicdanını rahatsız ediyordu.
Beril'in akıttığı her gözyaşı, Can'ın öfke kesesine; külçe ile düşüyordu. Onun en değerli varlığını kim böyle ağlatabilirdi. Sebebi ne olursa olsun kıymetlisini üzmüş olan o adamın canını okumak, yakasına yapışmak istiyordu. Kolunu sevgilisine sardı ve başına masum bir öpücük bıraktı Can. Yumruklarını ve dişlerini aynı anda sıkılmış, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ağlama. Lütfen " dedi, zorlukla Can. "Adı ne demiştin, bu adamın?" diyerek bir anda olaya dahil oldu Anıl.
"Hakan Demir" ismin yabancı gelmediğini düşünen Anıl, birkaç saniye sonar konuşmaya başladı. "Şaka yapıyor olmalısın" diye bir anda söylediğinde kimse bunu beklemiyordu. "Ne oldu Anıl?" diye sordu Can merakla, Anıl bu ani çıkışının sebebini hayli merak etmişti o da, tıpkı diğerleri gibi.
"Şanslısın Beril, iki gün sonra tahsilat o adamla" diyerek keyifle arkasına yaslandı Anıl. Aile için sihirli bir kelimeydi bu, onlar can almaya tahsilat diyorlardı. Adamların canlarını tahsil ediyorlardı ve piyango Hakan Demir'e de vurmuştu. Beril aklına gelen ilk şeyi dile getirdi hemen.
"Bende gelebilir miyim, o gün?" yanında oturan sevgilisine dönüp sordu hızla. Önünü arkasını düşünmeden sormuştu. Can, Beril'in söylediği şeyi duyar duymaz, kaşlarını çatmış; sert gözler ile bakmıştı en kıymetlisine. "Olmaz" diye çıkıştı hızlıca. Öfkesi boşuna değildi, Beril bunu teklif etmeyi bile düşünmemesi gerekiyordu.
"Lütfen sevgilim, sadece tek seferlik için" diyerek ısrar etti. Kendine göre ısrarında haklı olabilirdi ancak bunu mümkün olmasına kesinlikle olanak yoktu.
"Olmaz dedim Beril. Çağla'nın yaşadıklarını unuttun mu? Ares'in bu konuda ki kurallarını biliyorsun, böyle bir şeyi bir daha teklif dahi etme" kalın sesi öfkeden yükselmişti. Delici bakışları karşısında ki, tüm dünyadan vazgeçmesini sebep olacak olan; en kıymetlisineydi. Ancak bunu onun iyiliği için yapıyordu Can; sert tutumu ile vazgeçirmeliydi onu, bu fikrinden.
Yaptığı işe de yaramıştı. Zira Beril o an; Çağla'nın, yaşadıklarını anımsadı. Tüm o yaşadıkları zaman gözlerinin önündeydi adeta. Bir gün Çağla, merakına yenik düşüp, bir anlık cesaretle deponun yolu tutmuştu. Bu onun ilk gidişi değildi, aslında fazla merakı nedeni ile Egemen, onu depoya götürmüş ama korktuğu için içeri girememişti.
O zamanlar depo ilgili her hangi bir kural yoktu. Cesaret edemediği için gelememişti diğerleri. İçlerinde en korku duyan kişiydi Çağla ama merakı ağır basmıştı. Depo'ya geldiğinde, içeri girdiği an yüzüne çarpan koku midesini bulandırmaya yetmişti. Yavaşça ilerlediğinde, karşılıklı odalar gördü.
Çoğunun kapısı aralıklıydı, Çağla başını uzatıp, içeri baktığında korku tüm bedenini sarmıştı. İçerilerde farklı farklı, aletler varken, bir de duvarları süsleyen kurumuş; renk değiştirmiş, kan lekeleri vardı. Depo da ilerlerken, sesler duymuştu Çağla. Kulağına dolan ses hayli garip iken, çığlığı andıran türdeydi.
Korkak adımlar ile merakına yenik düşüp, yaklaştı odanın kapısına. Kapı açıktı, karşısında gördüğü manzara yüzünden bir kaç adım geriledi. Nefesini kesti, karşısındaki manzara. Vücudu titremeye başlamıştı. Bir insan böyle bir görüntüye nasıl dayanabilirdi?
Karşısında ki adamın dili kesilmiş; yüzünün tamamı artık kim olduğu anlaşılamayacak kadar, kırmızı rengi ile boyanmıştı. Sırtının ve arka bacaklarının her noktasında yuvarlak halkalar, derisinden geçip tavanda; ağız aşağı asılı kalmasını sağlamıştı. Gözleri kocaman olmuş, açılan ağzını eli ile kapatmıştı Çağla. Yukunamıyordu, kaçamıyordu. Bir kaç adım geriye, zorda olsa adım atmış; ancak dengesini kayıp edip, popo üstü yere düşmüştü.
Ağzından kaçırdığı çığlık, tüm depo da yankılanmış; içeride olan erkeklerin dikkatini çekmişti. Sesi duyan altı erkekte, ok gibi fırlayıp, koridora çıkmışlardı. Karşılarında korkmuş ve titreyen Çağla olması hepsini şaşırtmış, afallatmıştı. Egemen anında sevgilisinin yanına çökmüştü. İçerideki adamın, bu hale gelmesinin sebebinin biri de; şuan yanında durup, elini tutan adamın olduğunu biliyordu Çağla ama mesele bu değildi.
Onu bu denli etkileyen sadece çabuk etkilenen biri olmasından kaynaklıydı. Gördüğü görüntüsü onun için fazlaydı sadece. Ares'in talimatı üzerine Egemen, Çağla' yı kucağına alıp; çıkarmıştı depodan. Cenk ve Anıl depo da kalıp, adamın icabına bakmışlardı.
Arabada yol boyunca Çağla' nın titremesi dinmemiş, sakinleşmemişti. Nefesi bir türlü düzene girmiyordu. Bir an olsun, kollarını gevşetmemişti Egeme'nin boynundan. Eve geldiklerinde Egemen, sevgilisini direk odalarına çıkarmıştı. Yatağa bıraktığı an dahi Çağla onu bırakmamış, bunun üzerine oda yatağa uzanmıştı.
Çağla onun kaslı göğüsüne yaslamıştı başını ve öylece devam etmişti gözyaşları. Egemen ise ona sıkıca sarılıp, sakinleşmesini beklemişti. Kızlar, Çağla'nın o halini gördüklerinde, onun için edişe etmişlerdi. Sebebini sorduklarında erkekler onlara;
"Depoda görmemesi gerek şeyler gördü"diyerek yanıtlamışlardı. Çağla'nın o halinin tek açıklaması bu olmuştu. Hiç biri daha fazla soru sormamıştı. İçlerinden hiçbiri daha önce depoyu görmemesine rağmen nasıl bir yer olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden sadece Çağla'nın iyi olmasına yoğunlaşmışlardı.
İçlerinde en hassas olan kişi Çağla' idi. Korku filmi izlediklerin de dahi bir süre etkisinden kurtulamazdı. Çocuk ruhluydu biraz, etkilenmesi kolay olurdu her şeyden. Karşısında gördüğü şey, Çağla'nın kolay atlatabileceği bir şey değildi.
Sevgilileri katildi, acımazsızdı. Hatta insanlara canice işkence edip, adam öldürüyorlardı. Onlar karanlığın içinde yaşarken, bundan rahatsızlık duymuyorlardı.
Attığı adımlar dahi tehlike çanlarını aratmıyordu. Ancak bu karanlık hayatlarına sevgililerini hiçbir zaman dâhil etmemişlerdi. Kızlar, elbette ki sevgililerinin neler yaptığının farkındaydı. Ancak erkek arkadaşları onları her şeyden uzak tutup, normal bir hayat yaşatıyorlardı. Bunu onlara emreden Ares'di.
Ares istemişti kızları uzak tutmayı, onlarında karanlığa gömülmesine engel olmak içindi. Bunu düşünmek bile ona son derece ağır gelen bir durumdu. Karanlık derinliği olmayan bir çukurdu, kolay girilen ancak çıkılması imkânsıza yakındı.
Çağla'nın olayı atlaması birkaç gün sürmüştü. Bu birkaç gün içerisinde sinir krizleri ve ağlama nöbetleri ile geçmişti. Kızlar yanlarına gitmek istese de, Ares engel olmuş buna. Egemen'in üstesinden gelmesi gerektiğini söylemişti. Çağla'nın kendine gelebildiği gün, Ares emrini dile getirmişti.
"Bu geceden sonra hiç biriniz, o depoya adım atmayacak. Orada olanları bilmeyecek. Tek damla kan dahi görmeyecek o depoya ait; anlaşıldı mı?" diyerek bildirmişti onlara Ares. Bu emir kızlar için geçerliydi, içlerinden hiç biri bu kuralı ihlal edemezdi. Azrail'e kim karşı gelebilirdi.
Çağla o günden sonra çoğu zaman kâbuslar görmüştü. Ares'den biraz olsun korkutuğu söylenebilirdi. Zira emirlerin ondan geldiğini biliyordu, bu yüzden onun yanında kendini rahatsız hissediyordu biraz da olsa. Beril hatırladığı anı ile ürpermişti.
"Haklısın" diyerek vazgeçti fikrinden.
Yorumlar
Yorum Gönder